M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Van, Uludere ve Hrant

Van, Uludere ve Hrant

Ülkenin neredeyse tamamını sarmalayan kara kışta çıkan tipide çelik gibi sağlam çatıları uçururken Van’da binlerce insanın çadırlarda verdikleri yaşam savaşı içimi acıtıyor. Mukim şehirler felç olurken, iki deprem sonrası önceki gün 4,9 ile viran kalmış çadırda kömür ve elektrik sobasına mahkum ayazda, buzda Van unutulunca Vanlılar ne yapsın?

Deprem için 260 milyon yardım birikmiş. Aylar geçmiş depremzedeye 55 milyon verilmiş. Gerisi bankalarda faizdeymiş. Bürokrasinin ruhu kararmışsa Vanlı ne yapsın?

Yalandan televizyon programı ile toplandı/toplanacak sandığımız para yardımında reklam için telefonlara çıkanlar, tahsilat zamanı “sarhoştum, böyle bir vaatte mi bulundum?” diye 74 milyonla dalga geçerlerken Van’da insanlar çadırlarda cayır cayır yanıp ölüyordu.

İktidardaki muktedirler birkaç gerçek depremzedeyle birlikte ( ona da şükrediyoruz) çoğunlukla yandaşlarını, paydaşlarını, oydaşlarını ve de halı, hatırı sayılanları batıda otel, motel, dinlenme köyleri, devletin yazlıkları, öğretmen evleri, eğitim tesislerine taşıdılar.

Kalan on binler mi! Geçin onları. Van’da kalan da, kaçan da son 30 yılın en şiddetli kışında ser sefil, sahipsiz, kimsesiz, aç açıkta Van’da çadırda ( bulabilmişse). Batıda köprü altında, varoşta; şansı olanlar bir gecekondu da hayatta kalmak için direniyorlar.

İşte onlar var ya onlar unutulanlar, unutturulanlardır.

Evimin penceresinden son yılların en yoğun yağan karını izliyorum. Buz kesen soğuğu hissettiğimde aklıma Van geliyor. İçimde ezik bir titreme başlıyor. Yüreğim başka türlü atıyor. Göz pınarlarımda yaşlar birikiyor. Çadırları düşündükçe içim yanıyor.

Ertesi gün güneş ışıkları altında kar tozları elmas gibi öylesine parlıyor ki gökkuşağı gibi rengarenk. Harika renk cümbüşünün bana verdiği haz Van aklıma düşünce uçup gidiyor. Yalnızlığın diğer adı olan derin bir hüzün bedenimde çaresiz bir iz bırakıyor.

Bana zevk veren görüntüler kim bilir çadırlarda donmakla, donmamak arasında gelip giden Vanlılara ne acılar veriyor. Yazık ki kar tozunun renk cümbüşü tadına varamıyorum.

Yine evimin tam karşısında 200 metrelik dik bir yamaç var. Pürüzsüz, taşsız, engelsiz. Sanki kayak pisti için özenle yapılmış bir Allah vergisi. Kar yarım metreyi geçince genç anne, babalar; çoluk çocuk kayakları ile cıvıl cıvıl Bursa Uludağ pistindeymişler gibi kayıyorlardı.

Onları seyrederken yine eksi 25-35 derecede buz kesmiş çadır ya da konteynırlarda hayatta kalmak için mücadele veren Vanlıları düşünüyorum. Ne kadar balık aklı bir toplum olmuşuz. Deprem felaketinin üzerinden daha kaç gün, hafta, ay geçmiş ki onları unuttuk…

ULUDERE

Devletin uçaklarından atılan bombalar ile 34 çocuk ve genç beden parçalandı. Devletin duymadığı parçalanmış kol, bacak, gövde, el, ayakları acılı anne, baba ve yakınları katırlar ve traktör römorklarıyla hangi parçanın kime ait olduğunu bilmeden taşıdılar. Nitekim o yüzden o gün 35 denilen kayıp sayısı günler sonra 34 olduğu anlaşıldı.

Devlet, hükümet, medya olayı halkından gizlemek için bu satırların yazıldığı ana kadar oto sansür uyguluyor. Tek açıklama Genel Kurmayın “onları terörist sandık” haberiydi. Bu açıklama üzerine Türk medyası “zaten kaçakçıydılar” haberiyle ölenleri suçladı. Başbakan bırakın özür dilemeyi; üzüntü, hüzün emaresi göstermezken TSK’ya teşekkür ediyordu.

Halkından değil, dünyadan gelebilecek eleştirinin önünü kesmek için araştırıyoruz, soruşturuyoruz, kovuşturuyoruz, karıştırıyoruz, inceliyoruz dediler.

Dediler de meğer sağ kalanları araştırıp, karıştırıyorlarmış. Ve kısa zamanda onlara ulaşarak ifadeye çağırmışlardı. Niçin mi? “pasaport kanununa muhalefet”, “sınırı yasa dışı yollarla ihlal etmek” ve “ülkeye sınırdan kaçak mal sokmak.” Tabii “çocuklarınızı ölüme siz mi gönderdiniz” diye suçlamak içinde.

Vicdanlar 34 kişinin öldürülmesine “ihmal” ve “kasıt” soruşturmasını beklerken, meğer kaçakçılık soruşturması yapılıyormuş. Neden ölmediniz, neden sağ kaldınız diyorlardı. Çünkü bu zihniyete göre öldürenler değil, ölenler suçluydu. Zaten olay yeri skandalı, masa başı ya da havadan keşifle yapılınca gerçek niyet anlaşılıyordu.

Bize ne oldu; nasıl böyle olduk diyenler var. Biz hiç değişmedik ki, zaten hep böyleydik. Osmanlıdan bu güne “Kürd” ve “azınlık” söz konusu olduğunda biz hep böyleyiz. Görünen o ki hep böylede kalacağız. Nasıl mı? Bakınız anketler ne diyor?

Kadir Has Üniversitesi 2010 ve 2011 yıllarında soruları hiç değiştirilmeyen bir anket yapıyor. Bir soru şu: “ Terörün çözümü için Türkiye’deki en etkili yol hangisidir?”

Cevap mı? 2010 yılında askeri yöntem diyenler yüzde 31,6 ; geçen sene yani 2011 yılındaki ankette aynı soruya yüzde 44,2 “askeri yöntem” demiş. 13 puanlık artış.

Neden mi? Hükümetin, devletin, medyanın ve eğitim sistemin olgunlaştırdığı tavrı neyse halk da o mecraya akıyor. Yani Türkiye’de siyasetçi nasıl paketleyip satıyorsa; medya nasıl yansıtıyorsa; okullar nasıl eğitiyorsa toplumda öyle algılıyor.

Böyle halkı olan bir ülkeye barış gelir mi? Halkı devletin anlayışı dışında görmeyin. Hiç öyle değil. Van, Uludere ve Hırant olaylarında sanal medyada milyonlarca şoven, ırkçı, militarist ve saldırgan dile bakarsanız durumu kavrarsınız.

HRANT

Hrant Dink 19 Aralık’ta alçakça, feci, vahşi bir zihniyet tarafından öldürüldü. 5 yıl boyunca hakikat ortaya çıkmasın diye canla başla çalışıldı. Avukatın dediği gibi müsamerenin son perdesinde dalganın en büyüğü “örgüt yok” diye saklamışlardı.

Derinlemesine araştırılsaydı cinayetin belli güçlerin kontrolü altında işlendiği açığa çıkardı. Avukatların ortaya koydukları deliller beş yıl boyunca yok sayma yarışına girdiler. Suç ortakları işin ta başında katille birlikte kahramanlık pozu verdiler. Çünkü katilin kendileri ve yandaşları sonucun bu olacağını biliyorlardı.

Zaman içinde il yöneticileri, polis, jandarma, yargı işbirliği delilleri kararttıkları, tahrif ettiklerini müfettişler rapor etmişlerdi. Hrant’ın Valilikte tehdit edilmesi sonunu hazırlamıştı. Sonuç; Hrant’ı öldürenler belliyken bu karar kaçınılmazdı.

Bakanın “Vicdanlar yaralanmıştır” açıklaması; mahkeme başkanının “içim rahat değil. Cinayetin arka planı olmalı.”; Savcının “örgüt de var, delil de var. Hem de fazlasıyla” demesi bir oyun. Bu açıklamalar toplumsal tepkinin gazını almaktır. Açık yaraya bıçak saplarken bile o kadar rahatlar ki. Nasıl olsa halk bunu da tez elden unutur diyorlar.

Sabiha Gökçen bildirisinden sonra Hırant’ın kalemi zaten kırılmıştı. Kalemi kıranlar her taşın altında “terör örgütü” ararlarken Hırant cinayetinde “örgüt var” demelerini her halde beklemiyordunuz.

Bu arada mütedeyyin Müslümanlar endişelenmesin. Hrant’ı savunmak ya da “hepimiz Ermeni’yiz” demekle kimse Ermeni olmuyor. Mazlumun kimliğini dillendirmek ona yapılan zulme karşı çıkmaktır. Değilse “benim dinim bana, senin dinin sana” inancından gelen bir dinin mensubu ve dinimize son derece bağlıyız. Keşke Hrant için gösterilen tepki KCK adı altında Kürtlere yapılan zulüm işin de “hepimiz Kürd’üz” diyebilsek.  

SONUÇ: Şunu unutulmamalı. 12 Haziran 2011 de bütün partilerin seçmenlerinden, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Ermeni, Süryani, Keldani, Yezidi; bu ülkenin bütün renk ve dillerinden yüzde 50 oyla AKP güçlü iktidar oldu. Yüzde 50 oy verenlerin en az yüzde 25 i barış için, silahların susması için oy verdi. Silahları sürekli konuşturarak dünyada hiçbir ülke sorun çözmedi. 1. ve 2. dünya savaşları bile barışla sonuçlandı. Kürdü ve Ermeni’si ile barışmayan iktidar gelecek için umut vaat etmez.

12 Hazirandaki seçim meydanlarında demokrasi, eşitlik, özgürlük, aş ve iş vaat ettiği için o oylar alındı. Peki şimdi ne oluyor? AKP bindiği oy dalını kesiyor. Militarist, ırkçı,  muhafazakar, milliyetçi ve cemaatlerin dümen suyuna girdiği iddiaları var. 12 Haziran öncesi söz verdiği açılıma yeniden devam demezse; AB normlarına, özgürlükler, demokratik ( Kürd) açılıma ve eşitlik kulvarına doğru yeniden dümen kırılmazsa; yalnız AKP ve Erdoğan değil ülkeye de yazık olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi