M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Uzun ve kısa yazı

Uzun ve kısa yazı

Önce gazete patronları ve yazı işleri, sonra da bazı okuyucular beni bana şikâyet ediyorlar. Sorun yazılarımın uzun olması.

Peşinen şikâyete bütünüyle katılmadığımı ifade edeyim. Özellikle bir konuya son 20 yıldır yoğunlaşmış ve tarihe not düşülecek sorunu yazarken öyle bir iki cümle ile geçiştirilecek; ya da birilerine tepki için makale yazmıyorum.

Aslında Günaydın – Hürriyet ekolünden gelen biri olarak kısa yazı becerisine sahibim. Bu gazetelerde ilke, haberi yüzde 50 resim, yüzde elli yazıyla anlatma yaklaşımı var.

Ben de 35 yıl bu çizgide alta başlık hariç, en fazla 3–4 paragraf ile haber yapan bir gazetecilik yaptım. 5N1K (bazılarına göre 6 N) kuralını da hiç ihmal etmedim.

Köşe yazarlığı ya da makale ise böyle değil. Dünya’da ilk gazete Roma’da M.Ö. 59 yılında Julius Sezar’ın Açta Diurna’yı ve Pekin’de bin beş yüzyıl önceki gazeteyi saymazsak 1704 yılında ABD’de Boston’da yayınlanan gazeteden günümüze makaleler temel düşünce alanına giren konuları kapsadığı için farklı bir çizgide yazılması gerekir diye düşünüyorum.

Yani, bir konu veya olayı aktarmak için yazar fikir, görüş ve düşüncelerini bütün açıklığı ile yazının bütünlüğünü gözeterek okuyucuya istediği mesajı verebilmeli. Ayrıca dil bilgisi kurallarına uygun anlaşılır bir dil kullanmalıdır. Ve de Yol göstermek, bilgilendirmek, etkilemek, teşhir etmek gibi sayısız amaca da hizmet etmek zorundadır.

Bu kadar çok yönlü ve içeriği okuyucuyu tatmin etmesi gereken bir makale, yazıyı Yılmaz Özdil ve Bekir Coşkun tarzı kaleme almak duyulan tepkiye hizmet edebilir; ancak makalenin gerçek amacına hizmet etmesinden kuşku duyarım.

Bir gazete bayisine uğrayarak 40, 50 gazetede yer alan 200, 300 köşe yazarına göz atın. Kaçı iddia edildiği gibi kısa köşe yazısı yazabilmekte ya da yazmaktadır.

Köşe yazısı ya da makale yazanları konumları itibarıyla ikiye ayırıyorum.

Birincisi ülkemize has, dünyada başka örneği görülmeyen haftanın her günü ya da 5–6 günü aralıksız yazanlar. İkincisi, haftada bir, (benim gibi) 15 ya da ayda bir yazanlar.

Günlük yazı yazanlar için yazı işlerinin koyduğu teknik kıstas A–4 ü geçmeyen, ya da belli kelime sayısı ile sınırlandırıldığı bir gerçek. (Genel okuyucu on yıllar içinde buna alıştığı için bizim yazılar onlara sıkıcı geliyor.)  Haftalık, 15 ve daha fazla süreli ara vererek yazanlar içinse bu sınır bir kıstas olmasa da yine de 3 adet A-4’ü aşmamalı.

Kendi adıma haftada bir yazı yazdığım için çoğunlukla 2 A–4 ya da biraz üstünü kendim için sınır kabul etmişimdir. Bu da bence çok uzun bir makale sayılmaz.

Peki, sorun nedir?

Uzun yıllar öğretmenlik yapmış bir gazeteci – yazar olarak şahsi tespitim şu:

Ülkemiz ve Ortadoğu coğrafyasında küçümsenmeyecek bir okuma problemimiz var. Nedir “okuma problemi” derseniz, açayım.

Bu coğrafyanın yaşadığı okuma – yazma sorunu. Cahil, tamamen okuma yazması olmayan olarak algılamayın. Okuma ve yazmaktan hoşlanmayan bir kesimden söz ediyorum.

Sakın bu sayıyı az görmeyin. Toplumun çok büyük bir kesimi bırakın günde bir gazeteyi haftada, ayda, üç ay belki de senede bir gazete almayan o kadar çok ki.

Bu kesimin içinde işçi, memur, esnaf, çiftçiden çok tahsil gören doktor, mühendis, öğretmen, bürokrat gibi yüksek mürekkep yalamış o kadar çok var ki tahmin edemezsiniz.

Kendimi bildim bileli ekmek ile gazete fiyatı atbaşı gider. 1960’larda her ikisi 20- 25 kuruşken; bugün de 50–60 kuruş. Ne hikmetse herkes ekmek alır ama gazeteye el sürmezler.

Ekmek ihtiyaç, gazete değil diyebilirsiniz. Bu görüşe katılmıyorum. Ülke ve dünyada olup bitenler hakkında bilgi almak, düşünürlerin görüş, fikir ve yorumlarını öğrenmek ekmek hatta su kadar; belki ondan öte kıymetli ve önemlidir diye düşünüyorum.

Peki, bunun baş sorumlusu kim derseniz benim de içinde yer aldığım iki mesleği suçlu göstereceğim. Birincisi eğitim, yani öğretmenlerimiz. İkincisi gazete patronları ve gazeteciler.

Öğretmen öğrencinin hayatında fark yaratacak olan okuma – yazma, kitap ve gazete sevgisi vermemişse ki birçoğu böyle; toplumda okumayı sevmeyen nesiller oluşur.

Medya patronları ise ihaleler, holdingler, daha fazla para kazanmak için gazeteyi bir baskı ve güç kaynağı olarak kullanıyorsa; gazeteciler de buna alet oluyor ve evlere girebilecek bir fiyat uygulanmıyor ise haklı olarak birey gazete yerine ekmeği tercih edecek.

Böylesi bir toplumda da makaleyi okuyan kişi yazıyı sonuna kadar okumaktan sıkılır.

Bir de bu kategoriye girmeyenler var. Birincisi aslında birey, kişi okumak istiyor, ancak söz konusu makale ya da yazıyı mesleği, hayatı, ihtiyaçları, gerekleri, düşünceleri, arzuları, geçmişini ve de geleceğini etkilemeyeceği kanaatine vardığında makaleyi sonuna kadar okumuyor. Bazen ben bile böyle makalelere göz atar, okumadan geçerim.

Ama her yönüyle toplumu, bireyi, ülkeyi ilgilendiren sorunları irdeleyen, mesaj veren, aydınlatan, yönlendiren, öğreten, bilgi veren, görüş ve düşünce ufkumuza katkı sunan bir makaleyi, yazıyı sonuna kadar okumakta sıkılıyorsa o kişinin okuma problemi var demektir.

Uzun - kısa yazı için görüşlerimi açık seçik izah ettiğim için kimse kusuruma bakmasın. Yazık ki gerçeklerimiz ile yüzleşmekten korkan bir toplumuz. Doğruları söyleyeni ve yazanı 9 köyden kovan bir yaklaşımımız var. Dilerim bunları yazdım diye kovmazsınız.

Çünkü bizde hep böyle gelmiş, böyle gitsin istiyoruz. Ama bu çağda böyle gitmemeli. Kendimize okumayı sevme terapisi yapmamız gerektiği kanaatindeyim.

Makaleme burada noktayı koyayım. Zira okuma problemi ve tembelliğinin nedenleri üzerine yazmaya kalkışacak olursam bir makalelik daha yer gerekecek.

Okuyucumdan son ricam, okumayı sevin ve okumaya başladığınız bir yazıyı, bir makaleyi sonuna kadar okuyun. Belki yıllarca arayıp bulamadığınızı o makalenin içinde geçen bir kelime, bir cümle ya da herhangi bir paragrafında bulursunuz.

Sevgilerimle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Latif Yıldız Arşivi