Fikret Yaşar

Fikret Yaşar

Türkiyeli Nasname

Türkiyeli Nasname

Geldiğimiz süreçte kimse kimseye “sen busun ya da şu kıyafeti giyeceksin” dememeli. Kişi kendini ne hissediyorsa ve nasıl rahat ediyorsa öyle olmalı.

 

Devletin kimlik konusunda takındığı tavır, kişilerin kendi dinlerini tercihlerinde takındığı tavır gibi nötr olmalıdır. Yani kişi kendini Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi olarak ifade edebiliyor ve bu değişik inanç kurumlarından dolayı bir bölünme olmuyorsa eğer, kimlikler konusunda da özgürlükler söz konusu olunca korkmamak gerekir.

 

Kimlik hukuki bir durumdur.  Çünkü bireyin devletle olan ilişkilerini, hak ve ödevlerini belirler.

 

Bir sözleşme niteliği taşır.

 

Kişilere kimlik dayatmak ve kılık-kıyafetini kamusal alanın dışında belirlemek gayri insanidir.

 

Dolayısıyla türban konusundaki gelişmeyi özgürlükçü bir anlayışla değerlendirmek gerekir.

 

Üniversite eğitimi sürecinde birey kabul ve saygı görme refleksiyle  kişilik geliştirme çabası sürdürmeye çalışmaktadır. Bu süreçte bireyin bir takım siyasi sembollerle kendini ifade etmesinden korkmamalı. Hatta teşvik edilmelidir birey. Çünkü bu süreçte birey, toplumsal değerleri ciddi bir şekilde tanımakta ve özümseyerek edindiği özgün kimlikle toplum hayatına alışmaya çalışmaktadır.

 

Aidiyet ihtiyacı bu süreçte kendini dayatır.

 

Türban konusundaki gelişmenin diğer özgürlüklere de vesile olmasını istiyoruz.

 

Ancak yasakçı bir anlayışa sahip olan ülkemizde her türlü özgürlük talebi ve siyasi sembol  kuşkuyla karşılanmakta ve gerektiğinde cezalandırılmaktadır.

 

Siyasi tarihimizde yasaklanan özgürlükler ve bunlara ait sembolleri taşıyanların ne bedeller ödediklerini biliyoruz..

 

Korkuyla yatan, korkuyla yaşayan bir toplum olduk.

 

Türban özgürlüğü “şeriat geliyor” fobisi, kimliklerle ilgili özgürlük de “bölünme” fobisine neden olmuştur.

 

Korku ve yasaklardan şekillenen bir siyasi yaşamın ne kadar huzur ve ne kadar gelişme sağladığı ortadadır.

 

1924 anayasası ile Türkiye cumhuriyeti Anadolu"daki tüm vatandaşları tek kimlik altında  toplamaya çalışmıştır. Anayasanın 88. maddesi: “Türkiye"de ırk ve din ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkes Türk"tür.” Diyor.

 

Gelinen süreçte dünyadaki gelişmeler görmezden gelinerek toplumu sevk ve idare etmenin  ancak şiddet ve tekçi anlayış ile mümkün olabileceği düşünülmüştür. Bu anlayışla yukarıdaki madde 1982"de biraz daha katılaştırılmıştır.

 

1982 anayasasının 66.maddesi: “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı  olan herkes Türk"tür.”diyerek Anadolu"daki halkları tümden reddederek imha ve inkar yolu ile Türklüğü dayatmaktadır.

 

Ne ilginçtir ki 1924 anayasası 1982 anayasasından daha esnek ve özgürlükçüdür.

 

Türk sözcüğünün toparlayıcı ve kucaklayıcı bir millet ismi olarak kullanıldığı vurgulanmaktadır. İyi de kurtuluş savaşı sadece Türkler tarafından gerçekleştirilmedi ki...

 

Kurtuluş savaşı Atatürk"ün Erzurum ve Sivas"ta Kürtler ile anlaşması sonucu başlatılmıştır. Bu savaşta bir ortaklık söz konusudur ve Atatürk bir söylevinde: Bu meclisin asli unsurları: “Kürtler ve Türklerdir.” demektedir.

 

Savaş sonrasında kurulan ilk meclisin adı “Anadolu Büyük Millet Meclisi” olmuştur.

 

Kucaklayıcı isim “Anadoluluk” olsaydı eğer, kabul görür ve huzur tesis edilebilirdi. Ancak savaşı veren etnik değerlerden birini ön plana çıkarıp tüm yapılanmayı ona dayatırsanız ve akabinde savaştaki diğer asli unsurları yok sayıp kimliğinizi dayatan uygulamalara girişirseniz  sonuç; kan, gözyaşı, açlık ve huzursuzluk olur. Bu gün olduğu gibi…

 

Bir asır sonrasında görüldü ki dayatmacı kimlik başarıya ulaşmamış, toplumun belli bir kesimi inatla kendini farklı his ettiğini ifade etmeye çalışmıştır.

 

Yeni anayasa taslağında ise kimlikle ilgili maddenin biraz daha esnekleştirildiği görülmektedir: “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır” demektedir. Yani “Türk"tür” demiyor.

 

Ancak sorun bu maddede yapılacak değişiklikle  bitmiyor ki, çünkü, anayasanın değişik yerlerine serpiştirilmiş pek çok madde kimlik dayatmasını vurguluyor. Dolayısıyla bir yerde yumuşatılan baskı ve yasak başka bir yerde önümüze çıkmaktadır.

 

Bu da şunu gösteriyor; Egemen kafalara kazınan inkarcı anlayış değiştirilmeden anayasada değişikliğe gidilmesi sadece vatandaşa yönelik psikolojik bir etki yapar. Ulusalcı Kemalistler tarafından kabul görmeyen hiçbir düzenleme ve değişiklik yaşama şansı bulamaz.

 

AB uyum yasaları doğrultusunda bir takım değişiklikler yapılınca sevinmiştik ancak süreç içinde bu sevincimiz kursağımızda kaldı.

 

Devlet elden gidiyor, bölünüyoruz paranoyası ile yaratılan korku ile “polis vazife ve salahiyet kanunu” geriye doğru değiştirilerek polisin istediği yetkiler tekrar geri verildi. Yani devlet yine “Polis Devleti” rolünü geri aldı ve bu anlayışla hareket etmektedir.

 

Bu anlayış, herkesi potansiyel suçlu sanır ve ona göre tavır takınır.

 

Bu anlayışın kaynağından gelen ve sisteme ilham kaynağı olan bir mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Nihal ATSIZ"ın oğluna yazmış olduğu mektubu devşirme Türkler (Kürt, Laz, Çerkez vs.) iyi okusun. 

 

Yağmur oğlum!

Bu gün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnamemi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigar olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol, komünizm bize düşman bir meslektir, bunu iyi belle.

 

Yahudiler bütün milletlerin GİZLİ  düşmanıdır.

Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar TARİHİ  düşmanlarımızdır.

Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler  YENİ  düşmanlarımızdır.

Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar  YARINKİ  düşmanlarımızdır.

 

Ermeniler, KÜRTLER, LAZLAR, ÇERKEZLER, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler İÇER(DE)Kİ düşmanlarımızdır. 

 

Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.

Tanrı yardımcın olsun.

Nihal ATSIZ

4 Mayıs 1941

 

Bütün dünyayı düşman gören bir anlayış ve bu anlayıştan beslenen bir sistem ne kadar  özgürlükçü olabilir?

 

Dünyayı düşman görmekten vazgeçmenin zamanı geldi. Yeni kuşaklar siber alemde yeni ilişkiler geliştirmeye hazırlanırken biz hala eski savaş oyunlarını oynayarak imha ve inkara devam ediyoruz.

 

Kökeni ne olursa olsun ya da dini ne olursa olsun hiç kimse bir başkasına kimlik, din ve mezhep dayatmamalıdır.

 

İsteyen kendini istediği gibi tanıtmalı ve ifade edebilmelidir.

 

Ancak anayasal güvence olmalı ve vatandaşlık kavramı içinde yerini bulmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
15 Yorum
Fikret Yaşar Arşivi