İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Şeyh Sait isyanı

Şeyh Sait isyanı

Şeyh Sait, Şeyh Ali’nin torunudur. Mevlana Halit’in Şam’daki dergahında Şemdinli-Nehri ailesinden Seyyit Taha’nın medrese arkadaşıydı. Öğrenimini tamamladıktan sonra Diyarbakır’ın Lice ilçesine yerleşti. Daha sonra Palo’ya geçerek imamlık görevini sürdürdü. Şeyh Sait, Şeyh Ali’nin oğullarından Şeyh Mahmut’un 7 oğlundan en büyüğüydü. Kimi araştırmacılara göre idam edildiği 1925 yılında 80 yaşınaydı. Ancak torunu Melik Fırat Bey bir yazısında dedesinin 61 yaşında idam edildiğini yazmış. Şeyh Sait, Kürtçe’nin dışında Arapça ve Osmanlıca’yı biliyordu. Babası Şeyh Mahmut sonradan Hınıs ilçesine bağlı Kolhisar Köyüne yerleşmişti. Aile hem toprak hem de havyan besiciliği bakımından varlıklıydı.

57614Osmanlı yönetimi kendilerine yakın Kürt kadrolar yetiştirmek için 1892 yılında İstanbul’da aşiret mektebini açmıştı. Bu okuldan mezun olan 7 Kürt öğrenciden biri Cibranlı Aşiretinden Mahmut Bey’in oğlu Miralay Cibranlı Halit’ti. Şeyh Sait sonradan Varto’nun Alagöz Köyü’ne yerleşen Cibranlı Halit’in kızkardeşi ile evliydi. Aşiret mektebinden mezun olup yine Varto’ya yerleşen binbaşı Kasım Ataç ile bacanaktı. Binbaşı Kasım erken emekli olup Varto’ya yerleşmiş devlet adına ajanlık yapıyordu.

Cibranlı Mir Alay Halit Bey Haziran 1923 yılında kurulan Kürdistan Özgürlük Cemiyeti’nin (Hızba Azadîya Kurdistan) başkanlığına getirilmişti. Azadi Teşkilatı, Kürt Teali Cemiyeti’nden farklı olarak silahlı mücadeleyi hedefliyordu. Örgüt Erzurum’da görevli Halit Bey’in konağında kuruldu. Türkler adına casusluk yapan Binbaşı Kasım’da örgütün korucu üyelerindendi. Örgüt aynı zamanda “Bağımsız Kürdistan’ın kurulmasını” savunuyordu. 1924 yılının baharında yapılan geniş kapsamlı toplantıda; 1926 baharında başlatılacak ayaklanmanın kararı alınmıştı. Örgütün İhsan Nuri, Bitlis milletvekili Yusuf Ziya’nın kardeşi teğmen Rıza, Vanlı Rasim ve Tevfik Celal’dan oluşan 4 subay kökenli üyesi vardı. Örgütün kurulduğunu Binbaşı Kasım bizatihi Mustafa Kemal Atatürk’e ihbar etmişti. 1924 yılında Beytüşşebap’ta görevli Kürt subaylarının firarından sonra devlet harekete geçerek önce Erzurum’da bulunan Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Beyi gözaltına alarak Bitlis’e götürdü. Ekim ayında Halit Bey’i de Erzurum’da evinde gözaltına alarak Bitlis’e getiriyor. Şeyh Sait ile Kürt Teali Cemiyetinin eski başkanı Nehrili Seyit Abdulkadir’de örgütün sahnede görünmeyen üyeleriydi. Kitle ile güçlü bağı olan Şeyh Sait halk arasındaki çalışmalarını sürdürüyor ve silahlı ayaklanmalar için taban yokluyordu. Seyit Abdulkadir kendisine coğrafi konumundan dolayı “isyanın Hakkari dağlarında” başlatılmasını öneriyor. Devletin sıkı gözetimi altında bulunan Şeyh Sait Hınıs’taki evinde basılarak ifadeleri alınıyor. Yer değiştirmek durumunda kalan Şeyh, Bingöl üzerinden Piran’a geçiyor. Devletin ajanları kendisini sürekli izliyorlar. Piran’da kardeşi Şeyh Abdurrahim’in evinde kalıyor. 13 Şubat 1925 günü Teğmen Mustafa ile Teğmen Hasan Hüsnü komutasındaki askeri birlik 6 (altı) asker kaçağını yakalamak için Piran’a geliyor. Şeyh Sait ile askerler arasında kaçakların teslimi konusunda gerçekleşen diyalog sonuç vermiyor. Şeyh soğuk kanlı davranarak bunun bir provokasyon olduğunu biliyor. Meseleyi büyütmeden köyden ayrılmak istiyor. Teğmenlerden biri Şeyh Sait’in sakalını çekerek hakaret ediyor. Bu durum karşısında sertleşen Şeyh Sait adamlarını harekete geçiriyor. Şeyh Sait’in yakasını tutan teğmen ile 2 asker öldürülüyor, diğerleri de etkisizleştiriliyor. Böylece devletin tezgahladığı provokasyonla 1926’da planlanan isyan bir yıl öncesinde başlıyor.

Şeyh Sait olaydan sonra Darahinê’ye (Genç) geçiyor ve ayaklanma haberleri yayılıyor. 14 Şubatta “Emir-ül Mücahidin Muhammed Sait Nakşıbendi” imzası ile Kürtleri ayaklanmaya çağıran bir bildiri yayınlanıyor. Hani bucağı kısa sürede Kürt isyancıların eline geçiyor. Ardından Varto alınıyor. Bir piyade alayı yenilgiye uğratıldıktan sonra Lice’de isyan güçlerinin denetimine geçiyor. Varto’yu alan Şeyh Abdullah’ın komutasındaki kuvvetler Erzurum’a yöneliyorlar. Şeyh Şerif’in yönetimindeki Kürt silahlı güçleri Bingöl’ü aldıktan sonra direnişle karşılaşmadan Elazığ’a giriyorlar. Merkezi güçlerini Lice’de toplayan Şeyh Sait, Diyarbakır’ı almaya hazırlanıyor. Bu gelişmelerden haberdar olan devlet güçleri surların içine kapanarak savunmaya geçiyorlar. 3 ve 5 bin dolayında olan Kürt silahlı gücü 7 Mart 1925 günü gece yarısında Diyarbakır’ı kuşatıyor. 3 günlük Diyarbakır kuşatmasında şiddetli çatışmalar yaşanır. Devlet bir yanda Siverekli bazı Kürt aşiretlerinin desteğini alırken; bir yandan da kurduğu ajan ağı aracılığıyla kiralanan çapulcularla yerli halkın malına zarar verdirterek yapılanları Kürt güçlerinin üstüne yıkmayı başarır. Top atışlarının da devreye sokulmasıyla isyan kuvvetlerinde çözülme yaşanır. Devlet kuvvetlerine komuta eden İzmir kahramanı olarak bilinen Mürsel Paşa’dır. İsyancı güçler surlardan gedikler açarak şehir merkezine girmeyi başarır. Ajan-provokatörlerin direktifleri ile yapılan yağmalama olayları kent halkının isyan güçlerine kuşkuyla bakmasına ve uzaklaşmasına yol açar. Türk basını Diyarbakır kuşatmasını 16 Şubata kadar kamuoyundan saklayarak, olup bitenleri küçük bir zabıta vakası olarak yansıtır. Gazeteler olaydan 10 gün sonra isyan değimini kullanmaya başlıyorlar. Devlet sistematik bir biçimde olayın arkasında İngilizlerin parmağı olduğunu seslendirmeyi ihmal etmez. 24 Şubatta bölgede sıkı yönetim ilan ediliyor. Kürt isyancılarının ele geçirdikleri kent ve kasabalar kısa sürede el değiştirir. İsyan önderleri ya İran’a çekilmeyi ya da gerilla savaşını başlatma kararını alırlar. Ancak isyanın başlangıcından beri devleti günlük bilgilendiren Binbaşı Kasım, yeni alınan kararlar konusunda da devleti bilgilendirerek, Şeyh Sait’i yakalatmak için planlar geliştirir. Binbaşı Kasım, Şeyh Sait’in damadı ve isyanın önemli adamlarından biri olan Şeyh Abdullah’ı kazanarak onun vasıtasıyla Şeyh Sait’i yönlendirir. Binbaşı Kasım’dan kuşkulananlar onu vurmak istiyorlar. Şeyh Abdullah onu koruyor. Atatürk 2 Mart 1925’te yumuşak gördüğü Başbakan Fethi Okyar’ı görevden azledip, sertlik yanlısı İsmet Paşa’yı Başbakanlığa getiriyor.

Muş coğrafyasına giren Şeyh Sait’i tuzağa düşürmek için Binbaşı Kasım sürekli oyalayıp hedef şaşırtıyor. Şeyh Sait Muş Ovası’nda Murat Nehri üzerindeki köprüyü geçmek isterken; Binbaşı Kasım “orası giriş için güvenli değildir” diye karşı çıkıp yine hedef saptırıyor. Bu kez Şeyh Sait Bulanık yakınlarındaki Seyda Köprüsü’ne (Pıra Seyda) yönlendiriliyor. Bu köprüyü de Şeyh Sait geçmek isterken Binbaşı Kasım, “köprüyü Türk askerleri tutmuş” diye itiraz eder. Şeyh Sait nehri atlarla geçmeye karar verirken onun ve Binbaşı Kasım, Şeyh Abdullah arasında sert tartışmalar yaşanır. Atını suya süren ve nehrin ortasına kadar ilerleyen Şeyh Sait bu kez karşı taraftaki güvenlik güçleri haberdar edilsin diye Binbaşı Kasım ile Şeyh Abdullah havaya ateş açarlar. Suyun ortasından tekrar geri dönen Şeyh Sait, Kasım ve Abdullah’ın yanına gelerek ve taktik olarak “Varto’ya gidip Osman Paşa’ya teslim olacaz” der. Bu arada Binbaşı Kasım Şeyh Sait’in kararsızlığını ve teslim olabileceğini Varto’daki Türk Paşasına bildirir. Şeyh Sait “ben teslim olmuyorum” diye bağırır ve atını yeniden köprüye sürer. Kasım ve adamları Şeyh Abdullah’tan da cesaret alarak önünü çevirip teslim olmaya zorluyorlar. Şeyh Sait kendi silahı ile Kasım’ı vurmak isterken silahı ateş almaz. Bu kargaşa sırasında Kasım ve adamları tarafından esir alınır. Binbaşı Kasım, Osman Paşa’ya bir teskere yazarak, tutsak aldığı Şeyh Sait’i teslim almak için bir müfrezenin gönderilmesini talep eder. 15 Nisan günü Abdurrahman Paşa Köprüsü’nde bacanağı Binbaşı Kasım tarafından etkisizleştirilen Şeyh Sait devlet güçlerine teslim edilir.

Diyarbakır’a götürülen Şeyh Sait hukukla ilişkisi olmayan şahıslardan oluşan İstiklal Mahkemesi tarafından kısa ve sembolük bir yargılama sonucu idama mahkum edilir. Uzun yıllar atama ile Hakkari milletvekilliğini de yapan mahkeme başkanı Türk milliyetçisi Mazhar Müfit Kansu’nun sanıkların yüzüne okuduğu idam fermanı şu cümlelerden oluşuyordu:

“Kiminiz hasis, kişisel çıkarlarına bir zümreyi alet,
 kiminiz yabancı kışkırtmasını ve siyasi hırslarını
 rehber ederek,  hepiniz bir noktaya, yani
 BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN’I kurmaya yöneldiniz.”

Böylece mahkeme başkanı Kansu “Bağımsız Kürdistan’ı kurmayı” idam gerekçesi olduğunu açıkça dile getiriyordu. İnfazlar 29 Haziran Pazar günü gerçekleştirildi. Diyarbakır milletvekili Cavit Ekin ile Şeref Bey, askeri ve sivil şefler ve eşleri infazda hazır bulunurlar. Şeyh Sait ve 46 arkadaşının infaz sahnesini Fransız ve İngiliz gazetelerine haber yapan LORD KİNROSS’tan aktaralım.

Çoğu cesaretli bir şekilde öldü. Şeyh Sait sonuna kadar istifini bozmadı.

Sehpaya çıkarken mahkeme başkanına gülümseyerek
‘senden hoşlandım’ dedi. ‘Ama kıyamet gününde hesaplaşacaz.’
Askeri komutana da takılarak ‘paşa’ dedi. ‘gel düşmanınla vedalaş.’
Gömlek üzerine geçirilirken kımıldamadan durdu.”

Mahkeme üyelerinden biri Ali Saib Ursavaş’tı. Revandız Kürlerindendi. Türkiye’ye geçerek Mustafa Kemal’in hizmetine girmişti. Mahkeme aşamasında Ankara’nın talimatıyla Şeyh Sait’e ifade değiştirme görevi ona verilmişi. Ankara, olup bitenlerin bir Kürt ayaklanması olarak mahkeme tutanaklarına geçmesinden rahatsızdı. İsyanın dini amaçlı ve hilafetin geri getirilmesine yönelik olduğunu kayıtlara geçirmek için baskı yapmıştı. Şeyh Sait’i buna ikna eden Kürt kökenli mahkeme üyesi Ali Saib Ursavaş’tı. Şeyh Sait’in ifadelerini bu yönden değiştirmesi durumunda hafif bir ceza ile kurtulacağı ve Hınıs’ta kendisini ziyaret edip birlikte kuzu yiyeceklerine inandırmıştı. Şeyh Sait’in verdiği sözün arkasında durmayıp infazda hazır bulunan bu işbirlikçi Kürt’e de söyleyecekleri vardı. Bunu da aktarmakta fayda görüyorum.

            -Ali Saib Bey, hani ya doğruyu söylersem kurtaracaktınız?
            -Ne yapalım Sait Efendi, seninle Hınıs’ta kuzu yiyemedik.
            -Doğru söyledin, Saib Bey, ama siz cezamı hafifletmediniz.
            -Şeyh Efendi, bundan hafif ceza olur mu?
            -Bundan ağırını siz söyleyin...

Ali Saib suskun kalıyor.

            Şeyh Sait:

            -Seni severim, ama seninle mahşer günü mahkeme olacağız.

            Ali Saib öfkeyle bağırır:

            -Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocakların sönmesine sebep oldun. Cezanı çekeceksin.

İdam sehpasına doğru ilerlerken son sözleri şöyleydi:

“Dünyadaki hayatımın sonuna geldim. Ulusum için kendimi kurban ettiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız düşman önünde bizi mahcup etmesin.”

Asılan 47 can “ibreti alem için” gün ortasına kadar darağacında asılı kaldılar. Sonra da bugün dahi açılması yasaklanan bir çukura topluca gömüldüler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
54 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi