İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Selahaddin’i arıyorum

Selahaddin’i arıyorum

Kimi tarih yorumcuları ilk ve ortaçağın bazı evrelerini “barbarlık” bazı dönemlerini de “kahramanlık” çağı olarak adlandırmışlar. Oysa çağlar boyunca barbarlık ile kahramanlığın yan yana yaşadığı söylenebilir. Yaşadığımız coğrafya olan Zagroslar ve Mezopotamya, daha çok güneyden gelip “verimli hilal” olarak adlandırdıkları bereketli toprakların kokusunu alan SAMİ boylarının barbarlıklarına tanıklık etti. Akad kralı I. Sargon ve torunu Naram-Sin ile başlatılan saldırılar, işgal ve ganimet adına büyük kıyımlara yol açtı. Asur krallarından I. , III. Salmanasar, Tikulti Ninurta, I. , III. Tiglat Pilaser, Halid Bin Velid, Yezid, zalim Haccac ve 20. y.y.’da Saddam Hüseyin ile sürdürülen mezalim günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Uygarlığın beşiği olan Zagros – Mezopotamya ikizleri, Sümer uygarlığı sonrasında tam anlamıyla halklar mezarlığına dönüştürüldü. Kimi egemen savaşçılar “gittiğim yerlerde vahşi hayvanlardan başka canlı bırakmadım”, kimisi “insan kellelerinden kaleler inşa ettim” övünmelerini taş ve kil tabletlere geçirirken, kimisi de Siirt’ten Viranşehir’e kadar tanrı adına 180 bin insanı kılıçtan geçirdiğini barbarlık tarihinin kanlı sayfalarına yazdırdı ve yaptıklarına kutsal bir ivme kazandırdı.

Oysa dağlı ve ovalı kavim savaşlarının temelinde yatan gerçek, toprak işgalleri ve sömürü idi. Yoksul güneyli kavimlerin yaşayabilmeleri için varlıklı dağlıların ölmesi gerekiyordu. Bunun en canlı örneğini güneyli Asurilerle dağlı Urartular arasında 260 yıl devam eden kanlı savaşlarda görmek mümkündür.

ihsancolemerikliyazifotosu1.jpg

Ortaçağa gelindiğinde, egemenler tarafından sık sık adları kullanılarak savaş meydanlarına yığınları sürükleyen dağlıların tanrıları, güneylilerin tanrıları karşısında yenik düşmüşlerdi. Artık tanrı Marduk’un, Assor’un, Şamaş’ın mirasına oturanlar; Tanrı Haldi’nin, Tuşba’nın, Zerdüşt’ün inanırlarını tutsak almış ve ganimetlerin yönünü güneydeki perestgahlara çevirmişlerdi. İnanç kını içinde saklanan ve inançla bilenmiş kavmiyetçilik kılıçları kelle uçurtmaya devam ediyordu. M.S. 12. y.y.’a gelindiğinde; Ortadoğu menşeli dinlerden Hiristiyanlık Avrupa merkezli, karşıtı olan İslam da ağırlıklı olarak doğduğu coğrafya ve çevresinin dini olmuştu. Ekonomik olarak gerileyen Avrupa yönetimleri, yüzlerini Ortadoğu’nun zenginliklerine çevirmişlerdi. Savaş yakıtı olan insanları cepheye sürmek için tarihin bütün dönemlerinde olduğu gibi, dinsel gerekçelere gereksinim vardı. Hiristiyanlığın kurucusu İsa peygamber Nasıra’lıydı ve Kudüs’ün Golgota tepesinde çarmıha gerilmişti. Hiristiyan dünyasına göre doğduğu ve yaşamını yitirdiği topraklar “kutsaldı”. Kutsal topraklar Müslümanların işgali altındaydı ve bu toprakların mutlaka kurtarılması gerekiyordu. İsa Mesih inanırlarının Avrupa’daki ruhani lideri Papa’nın savaşa katılmaları durumunda cennete gideceklerini müjdelediği Avrupa’lı sarışın şövalyeler, krallarının komutası altında dalgalar halinde serüvenli Ortadoğu yolculuğuna çıkmışlardı. Bağdat’ta oturan Sünni İslam’ın Abbasi kökenli halifesi ile, Kahire’de oturan tarihi düşmanı Fatımi halifesi çaresizlik içindeydiler. Tarih, Haçlı ordularını durdurma görevini Kürt Şérko ile yeğeni Selahaddin’e vermişti. Sultan Selahaddin’in önderliğinde Ortadoğu halklarının oluşturdukları komuta konseyinde Kürt ve Türk komutanlar çoğunluktaydı. İçlerinde bölgecilik ruhuyla dışarıdan gelen kendi dindaşlarına karşı savaşan Ermeni kökenli komutanlar da vardı. Din kardeşliğinin dışına çıkarak bölge dışından gelen yabancı bir güce karşı birlikte savaşmak ilkçağdan gelen bir Mezopotamya geleneğiydi. Kürtler, Kudüs’ü işgal eden Romalılara karşı İsrailoğulları’nın  yardımına koşmuş, diranişe katılmış çok sayıda kayıp vermişlerdi. Hatta Romalı askerler tarafından tutsak alınan bazı Kürt prensler, Roma’da düzenlenen geçit töreninde yürütülmüşlerdi. Mezopotamya Nasturileri, Süryaniler dindaşları Bizans’a karşı hep Sasaniler’in saflarında savaşmışlardı. Mısır’a gönderilen Dıvin’li Necmeddin Eyyub’un oğlu Sultan Selahaddin’de de bu eğilim güçlüydü. Engin hoşgörüsü, kendisine olan sonsuz güveni sayesinde,  ordusunda bölgenin tüm etnik gruplarından seçkin savaşçılar vardı. Sultan Salahaddin hem savaşmayı hem de bağışlamayı ve barışmayı çok iyi biliyordu. Haçlı savaşlarının tarihini yazan Avrupa’lı tarihçiler de bu görüşü paylaşıyorlar. Bunun en canlı kanıtı da savaş meydanlarında atı vurulan İngiltere kalı Richard’a yeniden savaş pozisyonuna geçmek için bir atı göndermiş olmasıdır. Onu da “Selahaddin Eyyubi’nin gölgesinde” isimli eserin yazarı Thorualed Steen’nin kaleminden okuyalım :

     “Ön saflarda çarpışan Richard mancınıkla
     fırlatılan bir taşın çarpması ile yere yıkıldı.
     Üç atının arasından en iyisi, boynundan üç okla
     vurulmuştu. Richard, pek çok kez gözlerini
     kırpıştırdı. Evet, oydu bu. Tıpkı Sable’nin tarif
     ettiği gibiydi; gelen Selahaddin’di kesinlikle.
     Selahaddin yularından yakaladığı atlardan
     birinin sırtına bir tokat indirdi. At Richard’a
     doğru yürüdü. “neler oluyor” diye sordu.
     Richard “Selahaddin bizi kurtardı yüce kralım.
     Hayatımızı bağışladı. Binlerce adamımızı
     kaybettik ama bizim gitmemize izin verdi.”
     (Thourald Steen’nin Selahaddin Eyyubi’nin
     Gölgesinde, sayfa 76.)

ihsancolemerikliyazifotosu2.jpg

Bu makaleyi yazmamın nedeni, coğrafi konumumuzun tarih boyunca yaşadığı acımasızlıklarla birlikte; Selahaddin Eyyubi’nin düşmanlarına karşı savaş meydanında gösterdiği hoşgörüye vurgu yapmaktır. Türkiyede günlerdir ülke içindeki pkk’li militanların sınırların dışına nasıl çıkarılacakları tartışmasıyla bir bağ kurmaktır. Günümüzden 800 yıl önce yaşamış Sultan Selahaddin’nin hoşgörüsüne sahip bir devlet adamının bulunmamasıdır. Kürt özgürlük hareketini küçültücü, hatta aşağılayıcı ifadeler kullanılarak; gerillaların geçişi çarpıtılmak isteniyor. Oysa bu seviyesizlik ve çarpıtma söylemleri, barışın erdemine hizmet etmiyor. Yapılanlar Kürt halkını rencide etmek isteyenlerin bilinçli ve maksatlı bir propogandasıdır. Dünyanın en dar ve derin vadilerinden, yüksek platolardan, aşılması güç olan dağların doruklarından geçirilen yapay sınırlardan yıllardır rahatlıkla girenler, karar verildiğinde çıkmasını da çok iyi biliyorlar. 30 yıldır Cudi’yi, Gabar’ı, Kato’yu, Quto vadisini karış karış ölçen gerillaları şaşkın ve panik içerisinde göstermeye çalışan savaş dili, arzu edilen barışa katkı sunmaz. Biz, Selahaddin’in yaptığı gibi kendilerine at gönderilsin demiyoruz. Hem Kürt gerillalarının, aslan yürekli Richard gibi bindiği atları vuran da yok.

ihsancolemerikliyazifotosu3.jpg

Yine basına göre daha önce var olan “pkk çekilirken asker müdahale edilmezse suç işler” tezine karşı, genelkurmay başkanlığı ile içişleri bakanlığı müdahale sorununu önlemek için “5442 sayılı il idaresi kanunun 11. maddesinden yola çıkılarak yeni bir protokol hazırlandı” deniliyor.

21. y.y.ın insanı olarak bunları okuyunca, 800 yıl önce Selahaddin’i yeniden aramaya çıktım. Eğer amaçları propoganda ve çarpıtma değilse; yıllardır televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde kürt sorununda ahkam kesenler, anlaşılıyor ki Irak-İran-Türkiye sınır bölgesindeki coğrafya gerçeğine de yabancıdırlar. Lozan paylaşımında korunması yerleşik aşiretlere verilen, düzenli orduların hiçbir zaman denetim altında tutamadıkları, yapay sınırların güvenliği için çareyi sınır şeridinin her iki yakasını insanlardan tamamen arındırmakta buldukları gerçeği unutulmuş. Bölgenin binlerce yıllık yerlisi olan Karduk’ların torunları olan Kürtlerin tarih boyunca coğrafyayı nasıl kullandıklarını, nasıl bir direniş sergilediklerini, Anabasis’in (onbinlerin dönüşü) yazarı Ksenephon’u okuyarak öğrenebilirler.

90 yıldır uygulanan ırkçı, milliyetçi, militarist eğitim sistemi, kitle imha silahları mertliği de yok etmiş. Anadolu coğrafyasında kısmen de olsa var olan centilmenlik sanki toprağın derinliklerine gömülmüş. Seslendirilen barış sürecine rağmen, insanların nasıl ölümden kurtarılacağı değil, öldürülme senaryoları tartışılıyor. Endişe yaratılarak, yıllardır başta anadil olmak üzere birçok değerini yitiren ve özgürleşmek için direnen kürt halkının onuru samimiyetsiz barış taktikleri ile yeniden yaralanmaya çalışılıyor. Karşılıklı güven yerine güvensizlik, cesaret yerine korku, mertlik yerine namertlik çağrıştıran kavramlar geliştiriliyor. Oysa kalıcı barışın mayası karşılıklı güven, saygı ve şefkattir. Özellikle devlet cenahı 30 yıldır açılan yaraları sarmak, eşitlik temelinde barış içinde bir arada yaşamanın zeminini yaratmak için daha fazla fedakarlık yapmalı; yüzyılın en büyük acılarını çeken kürt halkına nisan yağmurları gibi şevkat yağmurları yağdırmalıdır. Umudu yaşatan, samimi duygulardır. Bir halk kahramanı olan Köroğlu’nun “tüfek icad oldu, mertlik bozuldu” sözünün Anadoluda maya tuttuğu anlaşılıyor. Unutmamak gerekir ki; barışı, dostluğu, kardeşliği mertlik yaşatır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
19 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi