M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Nisan yağmurları ve acı

Nisan yağmurları ve acı

Önce sicim gibi bir yağmur yağar, gök gürler, şimşekler çakar, tatlı, tatlı esen rüzgâr aniden şiddetli bir fırtınaya dönüşür, etraf kararır zannedersin ki kıyamet kopacak. Korkmaya gerek yok, kıyametin kopacağı falan da yok. Bir saatte dört iklim değiştiren bu ayın adı Nisan. Yağan yağmurun adı da Nisan yağmurlarıdır. Beş, on bilemedin yarım saat sonra gökyüzünü karartan bulutlar dağılır. Çok değil, biraz önce sana kıyamet çağrışımı yapan o kara bulutların arkasından masmavi bir gökyüzü ortaya çıkar. Ilık güneş huzmesi etrafa yayar. Ortalık ferahlar. Temiz berrak bir hava, tatlı bir esinti ile huzur bulursun.

 

Nisan; adıyla anılan yağmurları ile meşhurdur. Orta Doğu coğrafyasında bildik bileli kutsal sayılır. Kimi yerde yüze düşen her damla o kişinin bahtını açar derler. Kimi yerde Nisan yağmurları cildi hastalıklardan korur, beyazlaştırır derler. Kimi yerde Nisan yağmurları berekettir. Bu yüzden geçmişte çatılı evler yokken, düz damlı evlerin oluklarına Nisan ayında kaplar tutulur biriken yağmur suyu evin içine bereket getirsin diye serpiştirilirmiş. Kimi yerde çocukları bir kaba biriktirdiğin Nisan yağmurları ile yıkasan dinç, gürbüz ve de sağlıklı olur inancı yaygındı.

 

Toplanan inançların bir göstergesi olarak Mevleviler de Nisan yağmurunu bir tasta toplar. Bu tasa da Nisan tası derler. Kırkikindinin ilk suyunu okuyup içererek şifa ararlar. Anadolu"da Nisan yağmurlarını bereket olarak kabul edenler de yağmur yağdığında bir tasta toplar ve kardeş seçtiklerine elleriyle içirirlerdi.  Hala Mevlana müzesinde Nisan Yağmurları kabı durur. Bunun için kardeşleşme törenleri düzenlenirdi. Çünkü bütün mineralleri içinde barındıran Nisan yağmurları ilaç gibi kutsanacak kadar önemliydi.         

 

İşte o Nisan ayında tabiata, canlılara hayat veren Nisan yağmurların yağdığı o ayda, yeryüzünün zümrüt gibi yeşerdiği o Nisan ayında iki büyük değerimi yitirdiğim için Nisan yağmurları hep bana acıyı hatırlatır. Kaç bahar devirse, kaç mevsim geçse, kaç sene gitse de dünyayı yıkayıp temizleyen, bereketi ile sulayan Nisan yağmurları acımı dindirmiyor. Nisan adına ince, ince yağan yağmur içimdeki hüzün gidermeye yetmiyor. Nisan yağmurlarının her damlası acımı hatırlattığından yaralı kalbimi deşiyor gibi. Neşem gidiyor, hüzün çöküyor, kuşlar susuyor. Biliyorum benim tavrım doğru değil. Bahar, hele Nisan neşe demek, umut demek, bereket demek, sevinç demek, yeşillik demek, yağmur demek, güzellik demek. Ama beceremiyorum.

 

Yapamıyorum çünkü; seneler geçse de, mevsimler eskise de, zaman yürüse de, Nisan yağmurları her yıl tekrar, tekrar yağsa da kalbimin derinliklerindeki acıyı yıkamaya yetmiyor. Bakın bir Nisan daha yaşıyoruz. Bir Nisan yağmuru daha yağıyor. Bir Nisan yağmuru daha tükenecek ama içimdeki acı belki de ölene kadar tükenmeyecek.

 

Rüzgâr susacak, gökte şimşekler çakmayacak, toprak Nisan yağmurları ile sulanmayacak, seneye kadar her bitki, her canlı bu yağmuru bekleyecek; benim vadem yetecek mi bilmiyorum. Yeterse bile o her kesin mutlu olduğu ayda benim mutluluğu yakalayacağımı sanmıyorum. Sakın beni yanlış anlamayın. Ne yapayım, Nisan gibi hayırlı ve bereketli bir ayda benim de böyle bir hüznüm ve yasım var.

 

Değerli okuyucularım. Neden Nisan gibi güzel bir ay için “hatırladıkça acı veriyor” dediğime gelince. Yılın 12 ayı içinde, yağmurları ile anılan, uyanan tabiata zümrüt rengini veren, ağaçta çiçek, çiçekte arı olan; meleyen kuzu ve oğlakların Berivanların etrafını sardığı; kelebeklerin uçuştuğu, tatlı güneşi ile aslında benim de çok sevdiğim Nisan ayı için neden böyle hüzünlü bir yas tutuğum ve yazı yazdığıma gelecek olursam, açıklayayım:

 

Ne yazık ki, bu güzel ayın içinde hayatımda büyük yer edinen iki değeri kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorum Bu yüzden Nisan ayı sevinç yerine benim için hüzün ayı oluyor.

 

Birincisi dünyaya gelişime sebep olan, insan olarak hayatımdaki tek varlığım, ilk öğretmenim, ilk arkadaşım ve ilk sırdaşım sevgili babam Seyda ye Mele Abdülkerim"i 10 Nisan 1980 de, yani 29 yıl önce ebediyete intikal etmenin üzüntüsünü hala yüreğimde büyük bir acı olarak yaşıyorum. Allah"tan rahmet diliyor, makberi cennet olsun diyorum.

 

Babamı kaybettiğimde çok sarsılmıştım, hala o sarsıntıyı hissediyorum. Çünkü babam 62 gibi çok genç bir yaşta hayata gözlerini yumdu. Ondan sonra ne fırtınalar koptu, ne sevgiler yok oldu. O'nu andığımda hep gözlerim dolar, burnum akar. O"nu yazarken ellerim titrer üzerime derin bir hüzün çöker. Kendimi kötü hissettiğimde kurduğum hayal aleminde babamı , annemin babası (dedem) ve rahmetli amcam (Hiseyne Mele) ile Cümeylin (Kozlu) ve İloz (Özler) köylerinde geçirdiğim yaz tatilleri aklıma gelir, o güzel günlerimi hayal ederek sakinleşmeye çalışırım.

 

Babamın sülalesi maddiyata; toprak, mal, mülk, para, pula değer vermezdi. Çünkü O bin yıllık geçmişinde Seyithan Beg, Mirhan Beg, Ali Beg, Bedirhan Beg sülaleleri vardı; üstüne üstlük alim soyundandı, kendi de bölgenin saygın bir alimi ve tüccarıydı.

 

İkincisi, kim olduğumu derinden öğreten, kimliğini kavramamda önemli rol oynayan; yol rehberim, Mezopotamya bilgesi, konusunda uzman, dostum, arkadaşım; Kürt Tarihçisi Nisan ayının 10. gününde Konya"da dünyaya gelen, aslen Bingöl Karlıova"dan sürgün; ve yine bir Nisan ayında, ebediyete intikal eden (7 Nisan 2008)  Cemşit Bender"i (Mehdi Halıcı) kaybedişimizin birinci yıl dönümünü yaşıyoruz.

 

İnanç olarak itikadım ve Allah"a imanım sonsuzdur. Doğum gibi ölümün de hak bilen bir dinin mensubuyum. Hâşâ, isyan falan da etmiyorum. Bizim de gideceğimiz yer o ebedi berzahtır. Ama her şeye rağmen iki bilge insanın acısını Nisan ayında kalbimin derinliklerinde hissediyorum.

 

Allah ikisine de rahmet eylesin. Yerleri cennet olsun. Lütfen siz de bu hüzünlü günümde bu iki Mezopotamya âlimi için bir Fatiha okuyunuz ve onlar için dua ediniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi