Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

Merhaba

Merhaba

Saygıdeğer www.yuksekovahaber.com ve Yüksekova Haber Gazetesi okuyucuları,

Köklü ve haysiyetli bir geçmişe sahip, gerek ilimiz ve gerekse ulusal manada, gazetecilikte başarının adresi olan Yüksekova Haber ailesine katılmaktan ötürü gururluyum.

Yüksekova Haber, basın hayatına başladığı günden bugüne kadar; Hakkâri’nin sesi, dili, kalbi, yüreği olma yolunda üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmeyi bilmiş, önüne çıkan tüm engelleri aşmaktan geri durmamıştır. Dağların kenti Hakkâri’de tüm olumsuz koşullara rağmen, hele kışın; yerin, göğün, suyun, toprağın ve hayatın donduğu Yüksekova’da en çetin ve ulaşılması güç haberlerin peşinde koşmaktan sakınmamıştır. Gerek ilimiz ve gerekse ilçelerimiz hakkında haberdar olmamız gereken en kolay ve en güvenilir haberciliğin adı olmuştur. Özelde Hakkâri’nin, genelde doğunun ve tüm Türkiye’nin nabzını, dürüst gazetecilik anlayışıyla tutmayı bilen ender gazetelerden biri olmayı başarmıştır.

Bugün, böyle bir gazetenin bir ferdi olmak ve siz değerli okuyucularımızla buluşmak için yola koyulduk. Hepinize merhaba…

Nedir bir yazarı yazmaya zorlayan? Bir insan durup dururken neden yazmak ister? Bazı şeyler neden yüreği feryada çağırır? Yürek neden taşar kimi zaman? Kimi zaman neden kaleme yenik düşer gönül? Biçare gönül, zavallı gönül…

Bütün bunların bir cevabı var mıdır bilmiyorum; ama bir yazara sorulacak en zor soru olsa gerek. Ve galiba öyledir. Tıpkı, neden Hakkâri’de yaşıyorsun der gibi. Bir insan neden Hakkâri’de yaşamak ister ki? Neden bir dağ kentinde? Her tarafta dağlar! Sağına bakıyorsun dağ, soluna bakıyorsun dağ, önüne, arkana… dağ, hep dağ, sadece dağ. Kaldırırsın başını gökyüzü (Yüksekova’da o da bulutlu, puslu, sisli). Gökyüzü ve dağlar. Al sana Hakkâri…

Bir insan neden mi yazar? İşte cevabı. Tıpkı Yılmaz Erdoğan’ın Hakkâri için dediği gibi: “Başka çaresi yoktur da ondan, başka şekilde yaşayamaz da ondan”.

Hakkâri, bir insanın yazmadan yapamayacağı, yaşayamayacağı nadir diyarlardan biridir. Hele bir de yar uzaklardaysa. Ve hasret kokuyorsa buram buram, insan nasıl yazmaz ki, nasıl yaşayabilir ki?

Sizinle neler mi paylaşacağız?

Kelimelerin rehberliğinde koyulacağımız yolda, kimi zaman Sümbül’ün zirvelerine çıkacağız. Oradan bakacağız dağların kentine. Bir dağın doruklarından, doğayla baş başa… Sonra ineriz Sümbül’ün derinliklerine. Asırlardır Sümbül’ün yüreğini parçalayan, derine biteviye kazan Zap vadisine. Kimi dost, kimi düşman Zap vadisine. Yüreğimizi alıp giden, ciğerimizi söküp giden Zap vadisine…

Bazen Berçelan’a çıkacağız. Doğa harikası Berçelan yaylasına. Kara çadırımızı kurup en mahrem sırlarımızı fısıldayacağız rengârenk çiçeklerin kulağına. Hoş kokulu nergisin, kardelenin, menekşenin, papatyanın ve asi ters lalenin kulağına şiirler üfüreceğiz. Berrak pınarların başına eğilip yüzükoyun, buz gibi suları çekeceğiz yangın yeri ciğerlerimize. Oradan ansızın Türkiye’nin en yüksek ovasında bulacağız kendimizi. (Küçükken bazen sorardık birbirimize. Türkiye’nin en yüksek ovası hangisidir diye. Cevabın Yüksekova olduğunu duyduğumuzda gülüşürdük.)

Kim bilir, bir bakarsın Çukurca’nın taş evlerinde bulduk kendimizi, ya da Şemdinli’nin taş köprülerinde… bunları deneme zerafetinde serpeceğiz gazetemizin sütunlarına. Sadece bunlar mı? Elbette değil.

Eğitimimizi, gelenek ve göreneklerimizi, adetlerimizi, törelerimizi, eksik ve aksak yönlerimizi makale disiplininde ele alacağız. Yüreğimizden damlayan hikâyelerimizi damıtacağız bembeyaz sayfalara…

Bazen de acıyı, hasreti, kederi, gurbeti, ölümü, ayrılık acısını ve belki de yitik sevdaları…

Görüşmek ümidiyle… 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi