M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Medya ve Kürtler

Medya ve Kürtler

Değerli okurlar, ülkemizin gündeminden çık(artıl)mayan "Terörün" ve olumsuzlukların legal zeminde tek müsebbibi olarak gösterilmek istenen Kürtler ve onlardan aldığı oy itibarıyla en fazla temsil eden siyasetçileri suçlayan nasıl bir medya ile karşı karşıya olduğumuzu, açık yüreklilikle ele almanın zamanı gelip geçti bile.

 

Yaygın (ulusal) yazılı ve görsel medya ile kırk yıl önce; 1968 yılında Sirkeci"den Babiali yokuşunu tırmanırken tanıştım. Yıllarca yüksek trajlı yazılı ve görsel medyada görev yapan gazeteci ve yazar gözüyle, teknik anlamıyla yazı işleri kadrosunda yeralan biri olarak medyanın dünü ve bugününü bilen, gören biri olarak sorgulayacağım.

 

Militarist milliyetçiliğin doruğa çıktığı, fajizan bir tutumun sergilendiği, Kürt sorununun silahlı baş kaldırılışın zirvede olduğu yılların başında yüksek trajlı gazetelerin iç Anadolu Bölge temsilciliğini yapıyordum. Gazetelerin diyorum, çünkü o günlerde bukadar çok gazete ve gazeteci olmadığı için farklı gazetelerde farklı isimler ile çalışma imkanı bulan şanslı bir gazeteciydim. O günlerde Genel Yayın Yönetmenleri, Yazı İşleri kadroları maddi ve manevi olarak bize yeterince sahip çıkıyorlardı. Primlerimiz yüksek, faturalarımız zamanında ödeniyordu. Yeterli miktarda slayt, siyah beyaz film ve bol kaseti gönderiyorlardı. Sözün özü, o günlerde çalıştığım gazetelerin üst kadroları kendini ıspatlamış çalışanlarına ilkeli davrandıkları gibi, siyasi, sosyal, magazin ve ekonomik haber, yazı ve röportajlarına merkez kadar titiz bir yaklaşım (en azında ben böyle bir dönem geçirdim) gösteriyorlardı.

 

1989 – 90 yıllarıydı Konya Kız Lisesi"nde Safinaz İlboğa adında bir kız öğrenci (Söz konusu kızın Tıp fakültesini bitirerek şimdi doktor olduğunu öğrendim) derste “Kürdüm” dediği için başına gelmedik kalmadı. Linç girişimi ile karşı karşıya kaldı. Liseli kız ve ailesini, temsilcilisi olduğum gazetelerin yazı işleri kadrosunu ikna ederek olayı manşete taşıdım. “Kürdüm” demekten başka hiç bir suçu ve günahı olmayan genç kız okulda idari soruşturma geçirmekle kalmamış, marifetli idareci ve öğretmenlerin işgüzarlığı ile savcıların hareke geçmişti. Sonuç kız öğrenci “Kürdüm” dediği için tutuklanıp Konya kapalı Cezaevine atılmıştı. Çalıştığım yerel ve yaygın gazetelerde olayı manşete taşıdım. Savunma avukatı olaran Atilla Kart (Bugünkü Konya CHP Milletvekili) güçlü hukuk bilgisi sayesinde hakimler ikna edilince genç kızın hayatının kararmasını önleyebilmiştik.

 

Peki, o gün Kürt meselesine, Kürt insanına ve siyasetçilerine biraz olsun empati ve sempati ile bakan Türk medyası (ve de Hukuku) o günden bugüne ne oldu da bu kadar değişti? Ne oldu da Türk halkını bu kadar proveke eder oldu? O günlerde taşrada Kürt kökenli bir temsilcisine inanan ve Kürt sorunuyla ilgili haberlerini manşete taşıyan genel yayın yönetmenlerine ne oldu da bugün köşelerinde insafsızca saldırıyorlar? Ne oldu da, belli merkezlerin güdümüne girdiler? Militarist, otoriter, milliyetçi ideoloji ile Kürtleri ezen bir yaklaşım sergiler oldular? Ne oldu da, bugün gençlerin ölümün kutsayan bir yayın politikası izliyorlar? Ne oldu da, Kürtler, Aleviler, Türban, Ermeni konularında fajizan görüşü destekleyen bir medya ile karşı karşıyayız? Ne oldu da, TV ve gazetelerin yorumcuları, yazarları, strateji uzmanları, teorisyenleri “Kürt” sözcüğüne negatif ve mesafeli davranıyorlar?  Samimi olarak itiraf edeyim ki anlayabilmiş değilim.

 

Türk Medyasının büyük çoğunluğu, özellikle 1990 yılında sonra Kürt kimliğine, siyasal alanda politika yapan Kürtlerin istem ve beklentilerine anlaşılmaz, uzlaşmaz militarist bir yaklaşım sergiliyorlar. Toplumun farklı kesimleri arasında kutuplaşmanın baş aktörü rolünü oynuyorlar. Gerçekleri yazan tarafsız medyaya halkın ilgi göstermesini engelliyorlar. Söz konusu medyayı çembere alarak halkın satın alması, “reklam verenlerin” reklam vermesini engelliyorlar. Yayınladıkları “Basın ahlak ilkelerini” hiçe sayarak, toplumun vicdanını ipotek altına alıyorlar. Hakkaniyet duygusunu örseliyor, hakkaniyet terazisinin dengesini bozuyorlar. Demokrasinin gelişmesini kendi iktidar alanlarının daralacağı korkusuyla engelliyorlar. Türk halkını ve kurumlarını kışkırtmak için ne gerekiyorsa yapmaktan çekinmiyorlar.

 

Ne mi yaptılar, önce Kürtlere karşı yapılan haksızlıkları, yanlışlıkları işleyen haberleri görmemezlikten geldiler. Söz konusu haberleri büyük bir ustalıkla kürtlerin aleyhine çevirerek toplumu kürtlere karşı kışkırttılar. Halklar arasında çatışma ve kamplaşma yaratacak, Kürtleri suçlu gösterecek yaklaşım sergilediler. Kürtlerin bariz haksızlığa uğrama haberlerini görmemezlikten geldiler. Hak arama konusunda Kürtler medyada hiç yer bulmadı. Kürt dili, kimliği ve kültürünün İnkarı; karşı koyanların sindirilmesi, susturulması hatta imhası alınlarına yazılmış bir marka gibi medya tarafından kutsanıyor.

 

Medyada Kürtler ancak terörün, şiddetin temsilcisi olarak yer alabiliyor. 30 yıldır Kürtlere iki gömlek biçilmiş. Birincisi onları yok sayma. Sorunlarını, beklentilerini, isteklerini görmemezlikten gelme. İkincisi Kürt sözcüğünün geçtiği her ortamda, onlarla ilgili her haberde bölücü, tetörist ve şiddet sözcükleri ile tanımlamak oluyor. Yani işin özü Türk medyasının kahır çoğunluğu kürtlere empati yapmaktan oldukça uzak, onlarla diyalog kurmaktan, hoşgörü ile bakmaktan, demokratik bir orntam yaratmaktan hiç mi hiç hoşlanmıyor.

 

Türk medyası kuruluştan günümüze kadar Kürt sorununa uzlaşmaz bir tavır sergiliyor. Zerre kadar empati yapanlar da “Türk medyasında ilk "Kürt" sözcüğünü ben ifade ettim” diye bu tek kelimeye yüklediği büyük anlamlarla kendisine büyük payeler çıkarmaktadır. “Kürt” ismini anarak ne kadar büyük bir görev yerine getirdiğini her fırsatta yazmakta, her toplantıda söyleyerek kürtlere ne kadar büyük ödünler verdiğini söylemekle adeta “daha ne istiyorlar” demeye getirmektedir.

 

Türk medyası, Kürt halkına ve kültürüne gösterdiği bu tahammülsüzlüğü ve uzlaşmazlığını Türk siyasetçilerine karşıda kullanmaktan bir beis görmiyor. HEP ve DEP ile başlayan bu uzlaşmazlık, günümüzde DTP"ye karşı yerel seçim startının verildiği bu günlerde bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyorlar.

 

Ne kadar inkar etseler, kabul etmez, engeller çıkarsalar da, bugün Doğu ve Güneydoğuda oy veren seçmenin gözünde DTP bir tarafta, diğer bütün siyasi partiler de öbür taraftadır. Bu gerçeği gören medya, son zamanlarda AKP lehine Doğu ve Güneydoğuda diğer partilerin aday göstermeme eğilimine bile sempati ile bakabilme ilkesizliğini bir çıkış olarak pervasızca işliyor. Bariz gerçeği görmek istemeyen medya tek bir adresten gelen haberler ile DTP tahrik unsuru, PKK yanlısı, kışkırtıcı, halkı kin ve nefrete teşvik eden, terör örgüt yandaşı, olayların adresi olarak yazılı ve görsel medyada dakikalarca sadece olumsuzlukları vererek tek taraflı yayıncılıkla kutuplaşma ve çatışma ortamını körüklemektedir.

 

DTP ve onu destekkleyen Kürt halkına öyle bir kılıf biçiyorlar ki, haberlerini izlediğiniz bütün yazılı ve görsel medya, toplantı ve mitinglerde dile getirdikleri istek ve arzularından tek kelime söz etmezlerken; saatlerce yapılan konuşmalardan, cümlelerin önü ve arkası keserek yakan, yıkan, silahlı, kavga eden, polisle çatışan, cam çerçeve indiren, şiddet dolu sahneler yazılı ve görsel medyada heyecanlı bir anlatımla ekranlara provoke ederek taşıyorlar. Öylesine pervasızca asparagas haberler yapılmaktadır ki, Türk halkı da verilen mesajları son derece inandırıcı buluyor. Öylesine provoke ediliyor ki, adeta halkı kürtlerin tek istek, arzu, beklenti ve amaçlarının şiddet, kan, terör olduğu kanaatına sahip oluyorlar.

 

Kürt halkının ve siyasetçilerinin demokratik taleplerine, açıklamalarına dair düzgün tek bir cümle ya da görüntüye yaygın (ulusal) ve yerel medyada rastlayamazsınız. Sıradan bir basın toplantısı, bir yürüyüşü, insan hakkı, sakat hakkı, kadın hakkı, hayvan, tabiat hakkı ya da "Hasankeyf sulara gömülmesin” gibi siyaset dışı talep ve istemlerinde bile sokaklar, caddeler, yollar tutuluyor; kolluk kuvvetlerinin savaş görüntüsü vererek, tank, panzer, çevik kuvvet ve robokoklar ile sarılmış insanların görüntüleri medya tarafından abartılarak veriliyor. Kürtlerin her hareket ve talepleri şiddete meraklı ve her etkinlerinde şiddet unsuru aranan bir topluluk olarak milyonlara yansıtılıyor.

 

Medyanın birinci görevi olan tepkinin ana sebebi ve dile getirilen istek ve dilekleri gazetelerine aktarma ve resmetme; ne söyleyeceklerini öğrenmek; coşkuyla halay çeken, isteklerini pankartlara yazmış insanların taleplerini gazete ve TV"lerine aktaracaklarına, güvenlik kuvvetleri gibi olay çıkmasına odaklanmış bir medya olarak, panzer, tank ve polisin arkasında, yanında siper alarak haberlerini yaptıklarını görüyorsunuz.

 

Milyonların oyları ile seçilerek parlamentoya giden parti liderleri, milletvekilleri, sendikacılar, sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin ne söyledikleri onlar için önemli değildir. Doğu ve Güneydoğu illerinde zaman, zaman oluşturulan ortak platformda yaptıkları mitingler, yürüyüşler, basın toplantılar ve DTP gibi bölgede etkin olan siyasi partilerin dile getirdiği “ savaşı istemiyoruz, şiddeti istemiyoruz, her türlü terörü ret ediyoruz. Barış istiyoruz. Kürt sorununda demokratik bir çözüm istiyoruz. Başbakan"ın Diyarbakır"daki söyleminin arkasında durmasını, Kürt siyasetçiler ile diyalog içine girmesini istiyoruz. Kürt seçmenin oyları ile seçilen Milletin Vekillerine Başbakan"ın ve diğer siyasi partilerin elini uzatmasını istiyoruz. Kürt sorununun çözülmesini istiyoruz. Kürtlere ana dilde eğitim ve kültürel haklarını istiyoruz.”

 

Bu ve benzeri söylemlerden hiç birinin medyanın ciddi bir şekilde öne çıkartıldığını gördünüz mü? Varsa yoksa şiddete tekrar, tekrar yer veren görüntüler ve haberler işliyorlar. Yüz binlerin bir araya geldiği görüntüden tek kare göstermeyen, istemlerinden tek söz etmeyen, Newroz"da çocukların öldürüldüğünü görmeyen, duymayan medya, çocukların polisle itişmesini manşete çıkartıyorlar, tutuklanmalarını alkışlıyorlar.

 

Birçok medya kuruluşu Kürtlere samimiyetle yaklaşmıyor, anlamaya çalışmıyor. Ne istediklerini, amaçlarının ne olduğunu sorgulamıyor. Muhabirler kamera karşısında ekranlara Kürtleri tehdit ve hakaret eden, hadlerini bildiren, sindiren, onlara kırmızı çizgiler çizen, korkutan, bastıran sözcükleri peş peşe sıralarken, ana haber merkezlerinde oturanlar muhabirine söylem, davranış ve sorularıyla cesaret veriyorlar.

 

Bugüne kadar hep böyle devam etti. Milliyetçilik rüzgarını, çoğunluğun ve iktidarın gücünü arkalarına alarak bunu hep yaptılar, yapıyorlar. Medya"nın Kürtler için bildiği tek dil; tahrik, tehdit, şiddet, terör, kırmızı çizgi ve her zaman var olan provokasyondur. Türk medyasının ilkelerinde Kürtler için asla diyalog, uzlaşma, hak verme, barış ve hoşgörü sözcüklerine yer yoktur. Kürtlerin kahır ekseriyeti bunu böyle görüyor.

 

Bir süre önce meydana gelen üç örnek ile gerçekleri gözlerinizin önüne sermek istiyorum.

 

Birincisi; GENAR Araştırma Şirketi"nin, İnsani Yardım Vakfı (İHH) adına gerçekleştirdiği “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Yoksulluk ve Sosyal Durumu” araştırması sonuçları kamuoyu ile paylaşıldı. Çok fazla veri taşıyan bu araştırmada Türk medyası ne yaptı derseniz? Bütün meseleyi 85 yıldır olduğu gibi ekonomik ve işsizlik boyutu ile ele aldı. Araştırmanın can alıcı noktası olan “Kürt” sorununu görmemek için her türlü manipülasyona baş vurdular. Böylece medya aklınca sorunun “Kürt” sorunu değil; “Ekonomik” sorun olduğunu Kürtlere söyletmiş oldu. Bölgede bir kimlik sorunu yoktu, sorunun ekonomik olduğunu duyuruyorlardı.

 

İkincisi; Cumhurbaşkanı Köşkü"nde yapılan ödül töreninde ünlü yazar Yaşar Kemal"in yaptığı konuşmasında; “Çıkarımızın yasakla değil özgürlükle olduğu bilincine varacağız. Her halk kendi ana dilinde eğitim görecek, kitaplar yazacak, filmler çekecek.” Cümlelerini yaygın medyanın çoğunda görebildiniz mi? Tek tük haberi verenler de öylesine sayfa ve sütunların içinde sakladılar ki, görebilene aşk olsun.

 

Üçüncüsü; Şehit olan Jandarma Er İsmail Uygun"un annesi “ Başın sağ olsun demek kolay. Ben onu ne hallerde, ne zorluklarla büyütüp yetiştirdim. Ciğerim yanıyor. Bazı şeyler çok zoruma gidiyor. Torpil olduğunu bilseydim bende yaptırırdım. Hiç zengin ailelerin çocukları orada askerlik yapıyor mu” dedi. Bu çığlığa malum medya ne mi yaptı. Sağır kaldı, dilsiz kaldı. Bu cümlelerden bir tekine bile yer vermedi.

 

Bu kadar olumsuzluklar içinde çırpınan medyanın karşısında daha ne yazabilirim ki?!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi