İbrahim Genç

İbrahim Genç

Kün fe yakun!

Kün fe yakun!

Görkemiyle adeta başımızı döndüren yedi kat göğü yaratıp “Sonra tekrar tekrar bak! (67 / 3-5)” diyen Allah… Develerin yaratılışını ve dağların nasıl dikildiğini gösterip bundan “İbret almak için hiç bakmazlar mı? (88 / 17-20)” diyen Allah… Şüphesiz “Bir şey dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece, o şeye ‘Ol’ demektir. Hemen olur (36 / 82)." Onun için dağların yaratılması ya da bir sineğin yaratılması birdir; çünkü her şeyin sahibi olan Allah için zor yoktur. Göklerde bulutların durması, kocaman dağların dikilişi, büyük çukurların sularla doldurulup da okyanusların yaratılması, insanoğlunun bir benzerini yaratamayacağı canlılar, insanlar… Hepsini yaratan, sonsuz kudret-iktidar sahibi olan Allah’tır; çünkü “Kün fe yekun!”

Zamanla Allah’ın bu tartışmasız büyüklüğü karşısında “gurur ve kibir” hastalığına yakalanıp “Ben ilahım” diyenler de çıktı. Büyük büyük saraylarda oturup, yüz binleri bulan ordulara komuta edip her türlü dünyevi zenginliğe sahip olup kendilerini “yegane güç” olarak gördüler. Bunların en meşhurları şüphesiz Firavun ve Nemrut idi. Sahip oldukları iktidara o kadar çok güvendiler ki kendilerini Allah ile bir görmekten çekinmediler. Çünkü tek iktidarın sağladığı güç, beraberinde gurur, kibir, kendini beğenmişlik ve üstün görme duygusunu getirir. Ta ki ölüm denen hakikat gelip de Allah onlara “…ne bir an erteleyebilirler ve ne de öne alabilirler(16 /61).” diyene kadar…

Ve zaman geçer, iklimler değişir; insanlar çoğalır, savaşlar başlar; kentler kurulur, iktidar olunur. Modern zamanların insanlarının iktidarla ilişkisine insanî-vicdanî bir cila çekilir; ama ucu görülür “Tanrısallaşma”nın… Ve devrin Firavunları, Nemrutları çıkar ortaya; onlara modern dünyanın terimleriyle sesleniriz artık: başbakan, cumhurbaşkanı, lider, yönetici, albay, general…

Bunun böyle olmasının nedeni tek başına “iktidar” ya da “güç” değildir. Önemli olan bu “güçlü iktidar”ın periyodik bir hal almasıdır. Böylece iktidar kendine uzun bir ömür biçecek ve tüm muhaliflerinde bir bıkkınlık hissi uyandırarak yegane güç olabilecektir. İşte ben buna “pekiştirilmiş iktidar” diyorum. Çünkü pekiştirilmiş iktidar, sadece güçlü olmanın adı değildir; aynı zamanda kendini rakipsiz olarak kabul ettirmenin ve her tarafa yayılıp her şeyi kendine benzetmesinin adıdır.

Bugün pekiştirilmiş iktidara en iyi örnek AKP’dir. İlk döneminde tüm çevrelerin desteğini alarak önce “iktidar” oldu, sonra toplumun ücra köşelerine yayılarak zenginleştirdiği yeni bir sınıfı öne çıkararak ikinci döneminde “güçlü iktidar” oldu, son döneminde ise kendisine muhalif olanları, devletin başka güç odaklarını kendine benzeştirerek “güçlü pekiştirilmiş iktidar”ı elde etti. Bütün bunları yaparken de “tek adam” partisi oldu ve “Erdoğan kültü” yaratıldı. Böylece seçtiği AKP’li vekiller iradesizleştirilmiş, sadece kanunlara imza atmak için Meclis’te işlev görmüşlerdir. Ve böylece partide “tek adam” ne derse diğerlerinin söyledikleri tek şey “Kün fe yekun (ol der olur)”dür. Öyle ki 2009’da AKP eski Aydın il başkanı Başbakan Erdoğan için “peygamber” yakıştırması yapacaktı. Yine 2011 Temmuz’unda AKP Bursa milletvekili “Sayın Başbakanımıza dokunmak bile bence ibadettir.” diyecekti.

Bu yaratılan “pekiştirilmiş iktidar” bireyi Bertrand Russell’in ifadesiyle şu şekillerde etki altına alıyor: “A. Bedeni üzerinde doğrudan doğruya bir güç uygulayarak (örneğin hapsederek, öldürerek); B. Kandırma ve belli bir yöne sevk etme aracı olarak ödül ya da ceza vererek (örneğin iş vermek veya işsiz bırakmak); C. Fikirlerini etkileyerek (örneğin en geniş anlamıyla propaganda [İktidar, s. 36]).” Bu veriler ışığında ülkemize baktığımızda onlarca seçilmiş belediye başkanının, avukatların, yüzleri bulan gazetecilerin, yüzlerce öğrencinin, binleri bulan bazı parti yöneticilerinin hapsedilmesi A’yı; AKP’ye muhalif olan ya da İktidar’ın politikalarını eleştirdiği için işlerine son verilen Nuray Mert, Banu Güven, Mehmet Altan ve son olarak Ali Akel gibi gazeteciler, buna karşın İktidar’ı kutsayanların bugün en prestijli medya alanında yerleşmeleri B’yi; Başbakan Erdoğan’ın zamanında genel yayın yönetmenleriyle toplantı yapması ve çeşitli iktisadi ilişkiler ve çıkarlar neticesinde kendi lehine bir oto-sansür yaratması  C’yi ülkemizde geçerli kılıyor.

Bu anlamda B. Russell’in “En başarılı demokrat politikacılar, demokrasiyi kaldırıp diktatör olabilen politikacılardır (…) Lenin, Hitler ve Mussolini yükselişlerini demokrasiye borçludurlar (age, s. 47).” sözlerini düşünürsek ve aklımıza 1979 İran İslam Devrimi’ni getirirsek; AKP’yi daha iyi anlayabilir miyiz? Çünkü geçmişin birçok diktatörü ya da İran Devrimi’nde mollalar halkın her kesimini  etkileyip onlarla iş birliği yapmışlardır. Sonrasında da “pekiştirilmiş güçlü iktidar”a ulaşılınca tüm muhalifleri bu sefer ortadan kaldırma yolunu seçmişlerdir. Çünkü bugün AKP de ilk başlarda Kürtlerden, ezilenlerden, dindarlardan destek almayı çok önemseyip başa geçti. Sonrasında da ordu, emniyet, yargı gibi kurumları ele alınca da başta Kürtler olmak üzere birçok kesimin hassasiyetlerini önemsememeye başladı.

Çünkü artık İktidar, güçlenmiştir; güçlenen İktidar, pekişmiştir. Çünkü artık “o ol der hemen olur!”

Yani KÜN FE YEKUN”dür…

Bu yüzden “Tek adam”ın istediklerinin hızlı yapılması içindir “Kanun Hükmünde Kararnameler.” Bunun içindir uzmanlar üzerinde tartışmadan, halka sorulmadan 4+4+4 eğitim sisteminin jet hızıyla kabul edilmesi. Bu sebepledir Uludere’de bedeni parçalanan çocukların insanca-vicdani bir muamele görmemelerinin hâlâ onları parçalaması, Bu sebepledir hiç acelesi yokken gündeme kürtaj ve sezeryanın sokulması…

Çünkü “tek adam”ın bireysel istemleri ölümlerden daha önemli. Bunun için zaten var olanlar da hemen “Kün fe yekun” diyerek çalışmalara başlarlar.

Sözü şu anlatıyla bağlayalım: Konfüçyüs bir mezarın başında ağlayan bir kadına rastlar. Kadına yaklaşarak “Senin ağlaman acı üstüne acı çekenlerin ağlamasına benziyor.” der. Kadın: “Öyle” dedikten sonra “Bir seferinde kocamın babasını bir kaplan öldürmüştü, sonra bir başka kaplan kocamı öldürdü, şimdi oğlumu da yine bir kaplan öldürdü.” diye devam eder. Bunun üzerine Konfüçyüs “Öyleyse neden bu diyardan gitmiyorsun?” diye sorar. Bunun üzerine kadının verdiği cevap ilginçtir: “Burada hükümet baskısı yok da ondan.” Bu cevap üzerine Konfüçyüs: “Unutmayın çocuklarım: Baskı yapan hükümetler kaplanlardan daha dehşet vericidir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
İbrahim Genç Arşivi