M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Kimin Medyası? (1)

Kimin Medyası? (1)

Gazeteciliğe başladığım 1968 yılında devletin ve hükümetlerin ana siyaseti dışında yaptığımız haberler, çektiğimiz resim, yazdığımız makalelerin bir anlamı vardı. Devlet, sivil – resmi bürokrat, meclis bakan, iktidar, muhalefet, vekiller, kamuoyu nezdinde bir etkisi vardı.

Bilemiyorum o zamanlar TRT’nin tek, özelde 5–6 gazete olduğu için miydi? Yoksa fetret ve etkili olmanın şehvet devresini yaşadığım için bana mı öyle görünüyor/görünüyordu.

Yoksa gerçekten medya bu güne göre o kadar kirlenmemiş, iç yönetimde ilkeliydi de onun için mi? Doğrusu üçünün de faktör olduğuna sanıyorum. Kendi adıma haber yaparken 5 N 1 K ilkeleri ve dayanacak belgeler, kanıtlarım elimde olmadan o habere imza atmazdım.

Kolay mıydı bireyin, bir partinin, bir grubun, örgütün, derneğin kişilik hakları, gizlilik hakkı, adalet, insanın toplumdaki yeri, ailesi, geçmişi, geleceği o kadar ciddi, o kadar büyük vebal ve sorumluluk yüklüyordu ki kılı kırk yarmadan, olayı canlı fotoğraflar ( TV çıktığında çekimlerle ) desteklemeden yazmazdık/yazamazdım. Zaten Yazı İşleri değerlendirmezdi.

Şimdi öyle mi; kim kimin medyası, neyi niçin kim yazar ya da yazmaz artık o kadar ayan beyan açık seçik ki o haberlerin, makalelerin, görüş ve düşüncelerin okuyucu için ne bir anlamı ne de bir önemi kalıyor.

Özellikle yaşadığımız şu günlere bir bakınız. Medya ve gazetecilik adına hiç iyi bir dönemden geçmiyoruz. Gerçi Atatürk’ten beri herkes kendi medyasını kuruyor ya.

Her zaman medya devletin, hükümetin; özellikle ordunun ve de MGK”nın Kırmızı Kitapta yazılan “kırmızıçizgileri” gözetledi. Genel strateji ve gözetilen çizgide taşradan yaptığımız haberlere bu kadar yüksek perdeden müdahale edilmezdi/edilmiyordu.

Örneğin 1990 yılları başında “Kürd” kelimesinin yasak olduğu süreçte “Kürdüm” dediği için liseli kız öğrencinin hayatını Konya gibi aşırı milliyetçi bir çevrede karartmak isteyenlere karşı öğretmen – gazeteci olmama rağmen Sabah gazetesi temsilcisi olarak verdiğim karşı mücadelem var. ( ki o kız bugün bir Güneydoğu ilinde doktor.)

Aynı zamanda çalıştığım gazetenin üst yönetiminin arkamda durduğu ve haberlerimi birinci sayfada 6–7 sütuna değerlendirdiği de bir gerçek. Kaldı ki o gün birlikte olduğum yazı işleri kadrosu bugün ulusalcılık ve milliyetçilik adına Kürdlere saldıran bazı arkadaşlarım hayret ve dehşetle izliyorum.

Demokrat Parti döneminde gazeteci değildim. Adalet Partisi, CHP, MSP, MHP, Koalisyonlar, ANAP ve AKP döneminde aktif gazetecilik ve yazarlık yaptım. Günümüz dışında bu kadar açık ince ayarların yapıldığına şahit olmadım. Gazetelerin Patronları Genel Yayın Yönetmenleri, Yazı İşleri Müdürleri ve Ankara temsilcileri devlet, hükümet, TSK ve diğer kurumlardan çokça tekmil almalarına karşılık ayarlamanın yerel temelde mahalli gazete ve yaygın medyanın muhabir ve temsilciliklerine kadar indirgendiğine çokça şahit olmadım.

Her dönemde iktidarlar bütün medyayı etkisi altına almak için çaba gösteriyorlardı. Ancak belli sayıdaki medyaya nasıl yapacakları konusunda dikta ederek etkisi altına alırlardı. Bugün merkez, yandaş, karşıt, taraf, özgür, dinci vs. diye bir medya kalmadı. Hepsi aynileşti.

Valilik imkânları ile 1993 – 1996 tarihleri arasında kendi medyasını kuran Vali Salih Şarman zamanında Batman Çağdaşta yazardım. ( Hala yazıyorum) o günlerde bile bu kadar güdümlü yaygın ve yerel medya arzulanmamıştı.

Elbette tamamı ile devlet, hükümet ya da asker medyası ve köşe yazarlığı ile kimseyi suçlamıyorum. Ancak muktedirin talebini sürekli dillendirmesi, toplantılar ile hizaya getirmek istenmelerini görmemek için de kör olmak gerekir.

Özellikle Ergenekon, Kontur – Terör/Gerilla, JİTEM, Kürd, PKK, KCK operasyonları, MİT, Cemaat, Yargı, Uludere, Van depremi ve benzeri hassas konularda gönderilen sinyaller, tek tip, tek elden çıkmış haberlerin virgülüne, noktasına varana kadar bütün medyada bire bir aynen verilişi var. Kimin hangi tarafı tuttuğunu; bir takım komplo ve teşvikler sonucu gazeteci ve yazarın oynamaması gereken hangi rol ve yorum varsa aynen sergiliyorlar.

Roboski ( Uludere ) katliamını sorgulama gibi vicdani, ahlaki bakışları yok. Uludere katliamında “Heron” görüntüleri için “resmin tamamını görelim” diyen AKP’li vekili manşet yapan medya; aynı olayda 34 kardeşini, 25 yakın akrabasını ve 9 köylüsünü kaybeden Faruk Encü”nün Kaymakam hırpalandı diye hapse atıldıktan sonra dışarıya sızan mektubunda yer alan “ Kendimi asmak istiyorum. Öldüğümde belki onlarla cennette görüşürüm” feryadını bile duymayan, yazmayan ve görmeyen bir medyadan söz ediyoruz.

Her şeyin karman çorman olduğu yerde yaşanan şaşkınlık ve zihin karmaşıklarını bertaraf eden medya gerçek medyadır. Aylardır kurulan kumpaslara medya çanak tutmaktadır. MİT ve KCK için istihbarat labirentlerinde ileri sürülen iddialara mal bulmuş mağribi gibi sarılan bir medyamız var.

Öyle bir medyamız var ki; kötülüğü körüklemekte, iyiliği gizlemekte üstüne yoktur. Adalet Bakanı’nın “Eğer gerekirse (PKK) yeniden görüşürüz” sözü manşete çıkaracaklarına gizlemek için çırpındılar. Oysa kanın durması için öylesine büyük bir söz di ki.   

Günün açılış ve kapanışını aynı komutla yapan televizyonlar izliyoruz. Teknolojinin insan hafızasını zorladığı Facebook ve Twitter çağında egemenlerin isteğiyle hareket eden medya öylesine sırıtıyor ki; bilenler hayret, dehşet, şaşkınlık ve ibret içindedirler.

Kuşkusuz bu yaklaşım demokrasi için bedeller ödeyen Arap baharının yaşadığı çevremizde, demokrasi ihracıyla böbürlenen ülkemizin medyasına hiç mi hiç yakışmıyor.

Özgürlükler konusunda medyanın rolü yabana atılmaz. Ancak böylesi bir çağda muktedirlerin gölgesinde kalan medya bizleri ister istemez üzüyor ve endişeye sevk ediyor.

Ülkede günlük can alıcı haberler ve yorumlara göz attığınızda bu durumu görürsünüz. 

Basın, medya, gazeteler, gazeteci iyi ve güzel günler yaşamıyor. Ama bu ilânihaye böyle devam edecek demek değil. Dedim ya 1968 den 2012 yılına tam 44 yıldır bu meslekte muhabirlikten, Bölge Temsilciliği; Genel Yayın Yönetmenliği’ne kadar her kademede çalıştım. Sayısız haber, röportaj ve makaleye imza attım.

O kadar çok Hükümet, Başbakan, Bakan, Cumhurbaşkanı gördüm ki kaygıya gerek yok. Biz buradayız ve hep burada yazacağız. Onlar gelip geçici. Biz hancı onlar yolcu. Sonuç er ya da geç özgür ve demokratik bir medyamız ve devletimiz olacak merak etmeyin.

NOT: “Kimin medyası?” konusuna devam edeceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi