Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

İşte Hayatınızın Fırsatı!

İşte Hayatınızın Fırsatı!

Hissediyorum. İçinizden yine, "hoca hikâye anlatmaya başladı galiba', der gibisiniz. Ama bu sefer yanıldınız. Hikâye yazmıyorum. Yazmıyorum işte! İnat değil mi?

 

Bu yazımda kimseyi ağlatmayacağım.

Hayatınızın fırsatını yazacağım bu defa. Bu yazıyı okuyan yaşadı. (okumayanlar hayatının en büyük fırsatını kaçırdı!)

 

Hayatımızın neredeyse tamamını etkisi altına alan (sağanak yağış değil) bir olguyu ele alacağım:

 

Yarışmalar!

 

Haksız mıyım? Hayatımızın tamamına nüfuz etmedi mi? İçimize, dışımıza işlemedi mi? Her akşam, her kanalda, haber bülteninden hemen sonra, yarışma programlarını seyretmek zorunda kalmıyor muyuz? İster istemez… Her kanalda, aynı anda…

 

İstemediğiniz kadar… Çeşit çeşit… Farklı dallarda… Farklı adlarda:

 

Hayatımın Fırsatı,

Var mısın Yok musun, ?

Hayalin İçin Söyle,

Akademi Türkiye,

Popstar Alaturka,

Şansa Bak,

Pasaparola…

                  …ve daha ismini hatırlayamadığım niceleri.

 

E, şimdi yarışmaya var mısınız, yok musunuz?

Biliyorum varsınız varsınız! Kim olmak istemez ki?

 

Öncelikle şunu itiraf etmek gerekir ki, bu tarz programların, zerre kadar eğitici yönü bulunmamaktadır. Tam aksine kişiyi tembelliğe sevk etmekte, emeğe saygısızlığı ön plana almakta, alın terini bir yük olarak lanse etmektedir. Bilgi yarışmalarını bunun dışında tutuyorum ve sonuna kadar destekliyorum. Zira bilgi yarışmaları faydalı, eğitici, bilgiye ve bilime yönlendirici aktivitelerdir. Burada özendirilen; bilgidir, bilginin üstünlüğüdür. Bilginin büyük bir güç, daha da önemlisi, ödüllendirilmesi ve özendirilmesi gereken tükenmez bir varlık olduğudur.    

 

Eskiden yarışmacılara hediyeler verilirdi ya da bir miktar nakit para. Yarışmalar yaşanılan hayattan kopuk değildi. Gerçek hayatın sadece eğlenceli bir kesitiydi. Yarışmaların en büyük amacı seyirciyi eğlendirmek ve eğitmekti. Seyirciye hoşça vakit geçirtmekti. Salt ticari bir amaca hizmet etmezdi. Reyting endişesi yoktu. Seyirciyi bıktırmazdı. Kısa süreliydi. Zaman tasarrufu vardı. Sadece kameranın önündekiler değil, ekranın önündekiler de düşünülürdü. Seyircinin memnuniyeti de önemsenirdi.

 

Şimdilerde ise yarışmaların bir tek amacı kaldı: Reyting. ( reklâm alabilmek: ticaret) En popüler kelime bu şimdi. Bilmeyen yok. Amaç seyirciyi alabildiğine ekran önünde tutabilmek. Ekrana bağımlı hale getirmek. (demek ki şimdi de seyirci düşünülüyor☺) Yarışmalar asıl hayatımızın yerine geçti. Hayatımız yarışma oldu. Vaat edilen paralar, mallar baş döndürücü, göz karatıcı. Süre çok uzun tutulmasına rağmen seyirciyi ekrana kilitleyebiliyor. Hatta bazen sıkıcı, bıktırıcı olabildiği halde seyirci ayrılamıyor. Seyirci, gerçek dünyadan koparılıp şov dünyasına özendiriliyor. Emeksiz kazanç idealize ediliyor. İş, çalışma, emek, çaba, gayret sözcüklerinin içi boşaltılıyor. İnsanlara açgözlülük empoze ediliyor. Hiçbir bedel ödemeden, yorulmadan, terlemeden köşeyi dönmenin güzelliği dayatılıyor. Seyirci, sanal bir büyünün etkisi altına alınıyor.               

 

Her ne olursa olsun; emeğe, alın terine bu kadar saygısızlık olmaz. Bu kadarına pes doğrusu!

 

Düşünsenize! Aylık 700 lira maaş alan bir memur, bu şans yarışmalarını izlerken neler hisseder acaba? Onun otuz günde kazandığının en az otuz katını bir kişi otuz dakikada kazanabiliyor. Acaba bu adam işinden soğumaz mı, işini artık bir yük olarak görmez mi, kazancının azlığını, hiçliğini düşünmez mi, dahası artık aza kanaat getirebilir mi, kazandığıyla yetinebilir mi?

 

Küresel dünyada artık emek değil, yemek zamanı. Emek vermeden, çaba sarf etmeden, gayret etmeden yeme zamanı. Alın teri rafa kaldırıldı, deyimlerde, atasözlerinde kaldı, tarihin derinliklerine indi, antika oldu.

Memur olmayanlara da bir umut kapısı açıldı. Artık, "Hayatımın Fırsatı" diye bir yarışma var. Bu yarışma para değil, maaş veriyor. Hem de 20 yıla kadar. Öyle basit bir maaş da değil: Aylık 3000 liraya kadar. Kim artık KPSS" ye çalışacak ki… Yok ders çalış, yok test çöz, yok deneme sınavına gir; bitti artık. Gir Hayatımın Fırsatı"na, aç beyaz kutuları kazan maaşını. Memur oldun işte. Sınavsız. KPSS" siz. Emeksiz. Otur evinde, al maaşını. :)

 

Bununla yetinmiyor musunuz, yüklü bir para mı kazanmak istiyorsunuz? Sorun değil. Çeşitlerimiz mevcut, yarışmalardan yarışma beğen:

 

Al sana bir Var mısın Yok musun yarışması? Peki, buna var mısınız? 500 bin lira kazanma şansınız var. Nasıl mı? Tabi ki kutu açarak. Yani şans işi. Ha, biraz da strese katlanacaksınız. Sunucunun bıktırıcı, usandırıcı konuşmalarına. Tek tek, ağır ağır, aheste aheste sözlerine:     (o kadarı da olsun artık)

 

Cimri… Hamdi Beyin…100 bin lira… Teklifine… Var mısın?...........Yok musun? (belki yarışmacı kalpten gider de para vermekten kurtulur diye ha bire uzatıyor.)

 

Bir de wc"ye sıkışıksan, yandın işte. Gel de tut. :)

 

Hele kutudan büyük rakamlar çıkınca, o zaman işitsel efektleri duyun. Korku filmleri gibi. Dank diye bir ses duyarsınız. Yarışmacının bütün hayalleri yıkılır. Ya da aksi bir durumda, yarışmacı havaya uçar.

 

Peki, pop star yarışmalarına ne diyorsunuz? Tam anlamıyla traji-komik! Kimi zaman tam bir komedi. Amaç, insanları meşhur etmek falan değil, gururlarıyla oynamak. Yıldız keşfetmek değil, yıldız kayırmak. İnsan onurunu, haysiyetini ayaklar altına almak.

 

Hele jüri üyelerinin keyfi muameleleri ve genç yetenekleri tüm Türkiye"nin gözü önünde rezil rüsvay etmeleri yok mu, insanı çıldırtacak cinsten. Kendileri oradan seçilmemiş ya! Saldır saldırabildiğin kadar!

 

O, reyting uğruna sarf ettikleri münasebetsiz sözleri, Türkiye"nin yıldızlarına hiç yakışmıyor:

 

“Arkadaşım, öncelikle sahnedeki duruşun ofsayt, saçların dökülmüş, tıraşın çok zevksiz ve büyük ihtimalle derby samuray da kullanmıyorsun, dişlerin çarpık ve düzensiz, üstelik sarı, kulakların kepçe, utanmadan star olmak için karşımızda dikiliyorsun. Bu ne cüret, bu ne kepazelik.”

                                  

Ne alaka! Bu ne lahana, bu ne turşu?

 

İnsan haysiyetini bu kadar çiğneyen programlar, maalesef hala hayatımızın bir parçası.

 

Sorarım size hemen her TV kanalında boy gösteren, reyting dışında başka bir amaca hizmet etmeyen bu tür programlar kaç kişiyi ünlü yaptı, kimi zengin etti. Popstar yarışmaları insanlara ne verdi? Hiçbir şey! Ama ne aldı biliyor musunuz? Her şeylerini. Yani özhaysiyetlerini. Az çok ünlü olanlar şımardı ve bunu da hayatıyla ödedi. Şansla kazanılan paralar ve mallar da kimseyi zengin etmedi.

 

Emek verilmeden kazanılan hiçbir şey fayda etmez. Kazancı bereketli kılan emektir, çabadır. Şans, getirdiği gibi götürür de.                           

Tıpkı atalarımızın dediği gibi: “Haydan gelen huya gider. Çalışmanız hazinedir.”

 

Bu şov dünyası, eğitimimizi ve çocuklarımızın geleceğini de alt üst etti. Hayat, çocuklarımızın gözünde tozpembe oldu. Eskiden öğrencilere sorulan ne olmak istiyorsunuz sorusu; öğretmen, avukat, mühendis, doktor diye yanıtlanırken şimdilerde “meşhur (menşur) olmak” diye karşılık bulur.

 

Öğrencilerimiz şimdi popçu olmak istiyor, topçu olmak istiyor. (ya da tıraş olmak istiyor. Haydi, hayırlı tıraşlar!)   

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi