İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Gazali-Ömer Hayyam ve hoşgörü

Gazali-Ömer Hayyam ve hoşgörü

Aladağ’ın eteğinde kurulan NİŞABUR kenti; yakınlarında firuze denilen değerli ziynet taşı ocaklarının bulunması ve Horasan’dan geçen ticaret yollarının merkezinde olması; onu İran’ın önemli kentlerinden biri konumuna getirmiştir. Ünlü medreselerinde bölge tarihine damgasını vuran birçok devlet, siyaset ve bilim adamının çıktığı veya buluştuğu kentlerden biriydi. 12.yy İran’ında yönetimde olan Selçukilerin baş veziri Nizamül-Mülk;  Alamut kalesinin Seydunası Hasan El Sabah; Kuran’ın yorumcularından şeriat bilgini Gazali; felsefe, hukuk, astronomi, matematik bilimlerindeki bilgeliği dışında, hiç yıpranmayan ve unutulmayan şair olarak tarihe geçen Ömer Hayyam bunlardan sadece bir kaçıdırlar. Ömer Hayyam; zamanın yönetimleri tarafından kendisine teklif edilen önemli görevleri ret etmiş, yaşamını Nişabur çarşısındaki çadırcı dükkânında geçirmeye karar vermiştir. Geçimini çadır dikip satmakla sağlayan ve mütevazı bir hayatla yaşamını sürdüren düşünür; hayat felsefesini; dünyaya, topluma ve inançlara bakışını “RÜBAİ” denilen dörtlüklerle dile getirerek adını ölümsüzleştirmiştir. Medreseden arkadaşı İslam Bilgini TUS’lu Gazali de Mekke, Şam, Musul gibi önemli merkezleri gezip görmüş ve Bağdat Üniversitesi’nde öğretim üyeliği görevinde bulunmuştur. Daha sonra Nişabur’a dönerek; vaktiyle öğrenim gördüğü “Nişabur Okulu”nda öğretmenlik yapar.

Geceleri Ömer’in oturduğu sade kiralık evin alçak damında bir araya gelen iki dost; Nişabur semalarındaki parlak yıldızları seyrederken; oldukça tartışmalı geçen sohbetlere dalmayı da ihmal etmezler. Sohbetlerin birinde tartışmayı başlatan Gazali:

- Aziz dostum, bil ki merhalelerin merhalesi, bütün gelişmelerin son basamağı Allah sevgisidir. Çünkü geçici, bozucu ve öldürücü nesnelerin varlığının hikmeti insana ancak, Allah sevgisinden uzaklaştıran her şeyden arınmak imkanı vermek olabilir ve tevbe, sabır masüvadan (dünyadan) kaçma, korku ve hayâ gibi arıtıcı, kurtarıcı işlem ve tutumlar sadece Allah sevgisine götüren bir merhaledir. Özlem ve gönlü teslim gibi daha sonra gelen ruh halleri ise o merhalelerin sonucu ve meyvesidir. İnsanın erişebileceği en yüksek kemal mertebesi, Allah sevgisinin kalbini ve bütün varlığını kaplamasından ibaret olabilir. Böylece bütün “müsava” dünya kaygısı ortadan kalkar, ya da hiç değilse hepsi Allah sevgisi yanında belirsiz olur. Eğer insan Tanrı’dan uzaklaşmasaydı, dünya gördüğünüz bu acıklı haller, budalaca hareketler, umutsuzluk ve bahtsızlığın her çeşidi böyle haddi aşmazdı! Umut palamarı ahret iskelesinde sıkıca bağlı olmayanı hayat fırtınası başıboş bir tekne gibi kayadan kayaya çarpıp parçalar!.. Sessizlik içinde dostu Gazali’yi dinleyen Ömer Hayyam, söze başlamadan önce henüz o gün Nişabur çarşısının gürültüsü arasında yazdığı dörtlüğü içeren notu cebinden çıkararak kandil ışığında okumaya başlar:

"Ararken ben gök kubbenin ardından uzak                     

Kadere, cennet ve cehennem bir kaynak

Hocam hakim dedi ki hey avanak

Kader, cennet ve cehennem sendedir ancak”

Rubaiyi okuduktan sonra konuşmaya başlayan Ömer Hayyam:

- Ara sıra şeytan bana diyor ki; bütün dinler boş kuruntulardan, budalalıklardan ibarettir! Haydi diyelim ki Muhammed, Budha ve İsa gerçekten Tanrısal hakikati tanıdılar ve öğrettiler; peki ama ümmetleri o hakikatleri ne yaptılar? Hangisinde kurucusuna layık bir ruh yaşıyor? Bizim “Şeyhülcebel” Hasan Sabah, Muhammed’in Allah sevgisine dayanan dininden her türlü mistik inanca bağlı bütün insanları hor gören bir cehennem şarkısı bestelemiştir. Ona göre Allah’a tapan Müslüman’ın aklı güneşe veya ateşe kurban kesen eski bir pagandan daha fazla değildir. Budist memleketlerde düzinelerce mezhep türemiş olup her biri tek doğru dini temsil etmek iddiasındadır ve mensupları bir iddia uğruna ölmeye, öldürmeye hazırdır. Mısırda halife Elmansur, şarap Kuran’da yasaktır diye bütün bağların sökülmesini emretmiştir. Yine o Nil kıyısında gezmeye çıkılmasını, müzikli ve eğlenceli bayram kutlamayı yasak etmiş, kadınların evden dışarı çıkmasını önlemek maksadıyla da kadın kundurası imal edilmemesini emretmiştir. Mısırlı Yahudiler boyunlarında zil taşımaya zorlandıkları gibi, halife polisi Hıristiyanların göğsüne 2,5 kilo ağırlığında haçlar asmıştır. Halifenin kendisi, Şehit Hüseyin tekrar gelsin diye, bütün saray halkıyla birlikte gece gündüz acıklı sesle dualar okumaktadır. Bütün bunlar Allah adına tabii! Hıristiyanlarda mantıksızlık, budalalık daha az değildir. Bunlar Tanrı uğruna bütün insanları sevmekten, düşmanları bile kardeş bilmekten dem vururken, 100.000 kişilik zırhlı orduları üstümüze yollayıp yurtlarımızı, şehir ve kalelerimizi yıkarlar, mallarımızı yağma, ırzlarımıza tecavüz ederler; bu yıkma ve yağma hırsından, sözde uğruna sefere çıktıkları kutsal toprakları bile esirgemezler. Durmadan uludukları parola da “Allah istiyor”dur. “Seni incitiyorsam özür dilerim Gazali, fakat dinler vasıtasıyla insanların mesut olacağına inanmam! Dünya kurulalı beri din ve iman uğruna ne kadar kan dökülmüş, zulmedilmiştir, hiç düşündün mü? Daha kuvvetli birisi kendi inanma şeklini en iyisi, en doğrusu olduğu kanaatindedir diye ne kadar insan saadetine, ne kadarı hayatını feda etmek zorunda kalmıştır? Ya tövbe ve riyazetle, açlık ve susuzlukla, hatta dikenli kamçılarla dövünerek hayatlarını mahveden bahtsızlara ne dersin? Bütün bu işlerde yine Allah aşkına, yine yüce iman uğruna!… Tanrısal hakikatin böyle budalalık, maskaralık sislerine boğulmadığı bir yer biliyor musunuz?  Hayat ise o kadar kısa ve bir defalık! Bence gören bir bahtsız olmaktansa, kör bir bahtlı olmak yeğdir.”

-Ömer’i suskunluk içinde dinleyen Gazali:

-Şu halde inandığın hiçbir şey yok mu? Sorusu üzerine Ömer:

-Var elbette, “hayata ve canlı tabiatın güzelliklerine inanıyorum; hakka, iyiliğe, vicdana inanıyorum; evrensel kanunlara inanıyorum…”der.

Karşıt görüşlere rağmen sohbette hoşgörü egemendir. Bilgeler birbirlerinden uzaklaşmaz ve fırsat buldukça bir arada olmayı ihmal etmezler. Bu olgun ve seviyeli tartışma, 21. yy insanına karşılıklı görüşlere saygı duymak için derin mesajlarla yüklüdür. Yaşadığım coğrafyanın birçok yöresinde; aradan 800 yıl geçmesine rağmen böyle bir tartışmanın koşullarının yok olduğunu veya henüz oluşmadığını söyleyebilirim.

İnsanlık tarihi, Ömer Hayyam ile Gazali arasında geçen tartışmanın benzerleriyle doludur. Önemli olan tartışırken bu iki düşünürün birbirlerinin fikirlerine gösterdikleri erdemli duruşu sergilemektir. Toplumları tek çiçekli bir gül bahçesine dönüştürmek isteyenler hem yanılmış hem de yenilmişlerdir. Yaşadığımız asırda karşıt görüşlere saygı kavramı gelişmiş toplumlarda daha fazla öne çıkmıştır. Fransız düşünürü Voltaire: “Söylediklerinizle hem fikir değilim; ama bunları söyleme hakkına sahip olmanız için ölüme kadar mücadele ederim” paha biçilmez sözünün coğrafyamızda henüz benimsenmediğini görüyorum. Sanki Gazali, Ömer Hayyam bu coğrafyada yaşamamışlar. İnanç kını içinde saklanan ırkçı-milliyetçi kılıç her gün biraz daha yeniden bileniyor. Kılıcın el değiştirmesi bir umut vermiyor. Kışladan minbere geçen kılıç daha da ürkütüyor. Ben yaklaşık 13 yıldır hiçbir karşılık beklemeden Yüksekova Haber Gazetesi’nde fırsat buldukça çeşitli konularda makale yazıyorum. Okuyucuların büyük bir bölümünden olumlu yorumlar alıyorum. Aslında makale yazmak benim birinci derecede ilgi ve çalışma alanım değildir. Daha ziyade araştırma sonucu edindiğim bilgileri yeni kuşaklara aktarmak amacıyla kitaplaştırmak istiyorum. Sıkıntılı, çatışmalı bir süreçten feodalizmi aşarak halklaşmaya çalışan yöremizin insanlarıyla; tarihsel ve güncel konulardaki bazı düşüncelerimi sürece uygun bir biçimde paylaşma gereğini duyuyorum. Zaman zaman yazılarımla ilgili yorum yapanlardan bazıları eleştiri sınırını aşarak; kırıcı, aşağılayıcı ve oldukça seviyesiz ifadeler kullandıkları görülüyor. Gerçi bunların sayıları her on okuyucudan sadece biri kadardır. Saldıkları zehirle kendileri gibi düşünenleri beslemeye çalışıyorlar. Kullandıkları rumuzların arkasına saklandıkları için kimler tarafından kiralandıklarını da bilmiyorum. Kullandıkları dile bakıldığında, mürekkep yaladıkları anlaşılıyor. Kusma tarzlarından Hakkari- Van nüfusuna kayıtlı olduklarının emareleri güçlüdür. Geçmişte de hem feodalite, hem de gelişen özgürlük hareketinden nemalanmak isteyenlerin saldırılarıyla sık sık karşılaştım. Her fırsatta şahsımı hedef alarak milletvekili ve belediye başkanı rozetini takanlar oldu. Bugün de aynı güzergâhlarda aralıksız olarak bu kirli ticareti sürdürenler vardır.

Kimileri de inançlar alanındaki duyarlılıklarını ileri sürerek, en ufak eleştiriye tahammül edemiyorlar. Hatta makalelerimin konusunu bilinçli olarak saptırıp kılıç çekiyorlar. Ben bu yazıyı Gazali ile Ömer Hayyam arasında 800 yıl önce geçen bir tartışmayı okuyup, hoşgörü alanında bir nebze de olsa ders ve ibret almaları için yazdım. Hem yaklaşık 90 yıldır Sümer Lugal geleneğiyle iktidar olanların zor kullanarak susturdukları bu zevatların; henüz yandaşları iktidar alternatifi bile olmadan aba altında kılıç göstermeye kalkışmalarını endişeli buluyorum. İletişim ve teknoloji çağında yaşayan birilerinin 800 yıl önce yaşamış düşünürler kadar hoşgörüye sahip olmamalarını; kısa gelecekte karanlık bir dünyayı yaratacaklarını şimdiden görür gibiyim. Dini hassasiyet uğruna bir makalenin içeriğini çarpıtarak yorumlamak iftira ve gaddarlık değil de nedir? İnançlarda var olduğu söylenen hoşgörü bunun neresinde yatıyor? Üniformalı militaristlerin kurşunlarından kurtulan kellemiz; sanki yeniden cüppelilerin bileyen keskin kılıçlarının altına sürükleme havası estiriliyor.

Ben Mezopotamya ve Zagrosların tarihini irdelerken; Türk, Arap, Fars egemenlik sistemlerinin Kürt halkını tutsak alıp prangaya vurmak; yaşadıkları topraklar başta olmak üzere, her türlü etnik değerlerini ortadan kaldırılırken; din kardeşliğini kullandıklarını gördüm. Bugün de gelişen Kürt demokratik özgürlük hareketini etkisizleştirmek için aynı girişimin sürdürmek isteyenler yoğun bir çalışma başlatmışlar. Bu palavra ile mazlum Kürt halkını parçalamayı da başarmışlar. Asırlardır sürdürülen bu kirli oyuna karşı tarihten edindiklerimi, mensubu olduğum halka paylaşmayı kendime görev biliyorum. Bu uyarılarımı da yapmaya devam edeceğim Bana göre özgürleşmeyen bir halkın siyasi düşünceleriyle dini inancı da özgür olamaz.

Not: Alıntılar; Emin Türk Eliçin’in Tarih Boyunca ileri-Geri Kavgası isimli kitabının 138. sayfasından alınmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
32 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi