M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Çözüm için AKP'ye açık mektup

Çözüm için AKP'ye açık mektup

Değerli bir dostum var. İçişleri Bakanlığında yıllarca önemli üst görevlerde bulundu. Geçenlerde görev yaptığı makamında ziyaret ettim. Görüş, düşünce ve ne olacak “süreç” konusundaki sohbetimizin bir yerinde sayın bürokratın değimi ile AK Parti için aynen şunu söyledi: “Latif Bey, AK Parti yerine olsam sizin gibi olaylara ve gelişmelere objektif bakan, gidişatı çözüm bakışı ile değerlendiren, yanlışları, doğruları çekinmeden açık yüreklilikle ortaya koyan, çekinmeden uyaranları danışman ve de önemli noktalara getirirdim” dedi.

Cevabım “bizi yapmazlar” oldu. Ama “danışman” olamasak da AKP içinde kritik noktada görevli olan dostlarıma yazabilirim diye düşündüm. Halisane düşünceler ile kaleme aldığım bu satırları kale alırlar, almazlar bilmiyorum. Ama bu görevi yapmalıyım dedim.

Tarih hocası sıfatımla şunu ifade edeyim ki; AKP iktidarının gidişini 1789 Fransız ihtilalının öncesi ve sonrası gelişmelere benzetenlerin düşüncelerine katılarak danışmanların Fransa’nın 200 yıla sığan demokrasi savaşını sindirerek okumalarını tavsiye edeceğim.

1950’lerden beri sağ, 1983’lerden beri Sünni Müslüman muhafazakar siyasetin geleceği belirlediği bir gerçek. Adı konmayan aktörün desteği ile ivme kazanan “ihtilal” gibi değişiklere Kürdlerin de güç verdiğini kimse inkar edemez. Ancak “ihtilalın” geçmiş ihtilallar gibi kendi çocuklarını yememesi ve de totaliter bir zorbalığa, kritik ve yıkıcı bir konuma dönüşmemesi için AKP ve Kürdler kadar biz aydınlara, yazar, çizer, akademisyen ve de halka da önemli görevler düştüğü de bir gerçektir.

Bu yüzyılda, teknolojinin geliştiği bu asırda Fransa gibi 1. 2. 3. ya da bilmem kaçıncı Cumhuriyet, İmparatorluk, Krallık ve yine Cumhuriyet, en son Demokrasi gibi bir evreden geçtiği gibi bizim de “demokrasiyi” yakalamak için bu evrelerden geçme gibi bir mecburiyet ya da zorunluluğumuz mu var?

Tarihin geçmişinde olup biten “ihtilal” evrelerini AKP şahsında olumsuzluk olarak topluma yansıtmak zorunda mıyız? Zira 2002’de AKP büyük bir enerji ile yola çıkarak farklı görüş, düşüncelerin desteğini alarak eski Jakobenci, dikta siyaset ve TSK vesayeti ile mirasçı bazı kurumlarını yerinden oynatarak ezberi bozan parti yeniden o günlere dönemez mi?

Yazık ki siyaseti ve diliyle bu imajı vermiyor. 2006 yılına kadar demokratikleşme ve AB kriterleri için verdiği çaba 2011 genel seçimlerinde kırıldı. 17 Aralık ile tersyüz olan gündemi evrimleştirmesi beklenirken sertliğe döndü. Tamam bir takım örgütler, cemaatler değişim, dönüşümün nefesini şahsi çıkar ve ikballeri için toplumun hoş karşılamadığı iddiaları tapeleri (teyp kayıtları) ile sarsıntı yarattılar. Bu depremi atlamak AKP için kolay değildi.

Nitekim yerel yönetimlerde elde edilen başarının ivmesi ile sarsıntıyı durduran, krizi öteleyen girişimler ile demokratikleşmeye hız verilebilirdi. Ama hayır tam tersi Anayasa yazım çalışmalarının akamete uğratılması, Demokratikleşme ve AB kriterlerinin rafa kaldırılması; Kürd barışı için başlatılan “süreci” yavaşlatılması; Halk yerine devlet ve kurumları ile bütünleşen bir çizgiye girmemek gibi siyasette ısrar edildi.

Biz farklı düşünen yazar, aydın ve akademisyenlere göre çizgi değiştirmek belki bir süreliğine iktidarın ömrünü uzatır. Ama sonuç ihtilalın çocuklarını yeme akametinden kesin kurtaramayacağı tecrübelerinden yola çıkarak uyarma gereğini duyuyoruz.

Başkanlık, Yarı Başkanlık ya da etkin Cumhurbaşkanı gibi farklı istemlerin tek adam gibi kafalardaki soru işaretlerini bertaraf edecek, toplumu rahatlatacak “demokratik” anlayışa uygun adım olacağını açıklayarak toplum rahatlatılabilir. AKP unutmamalı ki halkın oyları ile adı konmayan ihtilalı 12 yılda gerçekleştirdi. İstemlerini yine halkın desteği ile elde edebilir.

İddia edildiği gibi Emevi geleneğinden gelen Selçuklu ve Osmanlı’dan Cumhuriyet hükümetlerine geçen geni “demokratik” bir çağda AKP hükümetinin “Sünnilik” üzerinden devam ettirmesi uzun vadede ona beklenen yararı sağlamaz/sağlamayacak.

Sayın Başbakan Erdoğan’ın şahsında AKP kaderini iktidarın kaderine değil, halkın, demokrasinin, hak, adalet ve eşitliğin kaderine bağlamasının daha uzun yıllar zaten iktidarda kalmasını sağlayacağını göz ardı etmemeliler. Geleceğini sadece devlet, Sünnilik, iktidarda ve güçte görmek; sivil siyaseti, sivil statüye dönüştürmek çıkış yolu değildir.

Jön Türkler, ittihatçılar, Türk Ocakları, Pan -Türkçüler, Müslüman Sünni Türkler gibi tanımlamalar ve milliyetçilik zırhı giydirilmiş asimilasyoncu Sünni İslam ile yol alınamaz. Türkleştirme sonucu Kürdleri inkar ve imha emeli değil midi ki  “Kürd” meselesini Kurtuluş savaşından beri bu günlere taşıdı. Süregelen dini siyasete alet etmeyi bu yüzyılda devam ettirmenin uzun vadeli bir getirisi olmayacağı anlaşılmadı mı?

Sosyolojik gerçek AKP’nin yeni modeli özgürlük, eşitlik, demokrasi temelinde Sünni İslam ile Kürdleri, Alevileri, Gayrimüslim; yani bütün inanç, etnik unsurları gözeten, koruyan bir sürece dönüştürmelidir. Kimseyi kimseden üstün görmeyen, mağdur etmeyen, kimseyi de dışlamayan kardeşlik kriterleri ile bütünleşen bir yol haritası iktidarda kalmanın reçetesidir.

AKP ve Başbakan’ın yapacağı 2002 deki gibi dış ve iç dinamikleri yeniden devreye koyarak, bürokrasiyi saydam hale getirmesidir. Rant dağıtım sistemini paylaşım yerine hak ediş ve adil bir konuma dönüştürmesidir. Sivil Statüko iddiaları yerine 77 milyon ile yeniden bütünleşmesidir. Kemalist Cumhuriyetçilerin 90 yıllık versiyonunu AKP’nin Sünni İslami bir güç ve ranta dönüştürme bakış açısına dönüştürmeden 2002 yılında iktidar olan siyasi güce yeniden dönmenin yolları bulunarak iktidarına yeni bir hayat suyu vermelidir.

İktidar, güç bende diyerek devleti topyekun seferber etmeyi, farklı düşünenler üzerine askeri dönem zihniyeti gibi sıkıyönetim uygulamaktan geçmeli. İktidarda muktedir olmak anayasa ve yasalar çerçevesinde yönetmektir. Halkın çıkarlarına uymayan Yasa ve Anayasal maddelerini Meclisteki çoğunluğuna dayanarak iyi yönden değiştirmektir.

İktidarda muktedir olmak geçmişin askeri vesayeti yerine sivil-polis vesayeti ile halka dizayn vermek olmadığı, vatandaşın tebaa değil yurttaş olduğunu bilmekten geçer. Halkın şiddet içermeyen karşı çıkışını TOMA, cop, gaz ile müdahale etmek değildir.

İnsanları düşünce ve görüşlerine göre “bizden” ve “bizden olmayan” diye ayrıştırmak, kutuplaştırmak, kamplaştırmak çözüm değil çözümsüzlük getireceğini bilmektir. Karşı çıkan halkı, gazeteci, yazar, medyayı, aydını, akademisyeni inandırıcı argümanlar, şeffaf idare ile geçmişte darbecilerin ülkeye neler çektiğini belgeleri ile ikna etmektir.

Beğenmediği görüş ve düşünceleri miting meydanlarında, açılış, salon konuşmaları ve Salı sunumlarında hedef tahtası haline getirmek değildir. Yalaka, yandaş kalemşorların çıkar kokan dolduruşlarına ve yanlış yol gösterilerine değil, samimi, içten nereden nasıl geldiğini ve nasıl yol alması gerektiğini söyleyen insanların uyarılarına dikkat etmektir. Gerçek güç iktidarda muktedir olunca adil, eşitlikçi, hoşgörü, tevazu ve doğru yönetmekten geçer.

İktidarda muktedir olanların “ben neymişim” diyerek sahibini tanımaz hale getiren bir kendinden geçme olmamalı. Özgüven ayrı bir şey, kibir ayrı bir şey. İktidarda iken kaybetme endişesi yerine toplumu daha çok nasıl kazanırız  çabası ile yol aldığında “kaybetme” olgusu kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

AKP’li dostlarıma bir çırpıda verilecek o kadar çok örnek vardır ki:

Mesela son günlerde 30 yıldır dağdaki “kaçırıldığı iddia edilen” çocuklar için bugün siyasi konsept gereği bazı argümanlarda bulunulurken Cumartesi annelerinin 25 yıldır süren kayıp çocuklar için feryadına eş zamanlı bir çıkışta bulunulsaydı inandırıcı olurdu. İkisi de anne, ikisi de çocuk, ikisinin de acıları ortak değil mi?

Basının desteğiyle çözüm sürecinde “PKK’ye karşı eylem” olarak yansıtılsa, iyi niyetli bir girişim olarak kabul edilse dahi kayıp, tinerci, kandırılan, cezaevlerinde ırzlarına geçilen ve faili belli çocuklar içinde eş zamanlı çıkış yapılsaydı daha inandırıcı olunmaz mıydı? HDP, BDP’ye sert çıkışlar yapmak ile mesele ne kadar çözülür. Amaç çocukları dağdan indirmek mi; siyaseten kavga çıkartarak bir birini dövmek ve de barış sürecini akamete uğratmak mı?

Bakınız çok çarpıcı bir örnek daha vereceğim. Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Sudurağı Köyünde 8 Aralık 2011 tarihinde o gün 14 yaşında olan Hasan Salık’ın ile yedi PKK’lı yakalanmıştı. Yakalama görüntüsünde bir askerin Hasan Salık’a montunu vermesi Türk Medyasında “Askerin Şefkati” olarak manşete çekildi.

Geçen 3 yıllık süre sonunda Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 3 ay önce sonuçlandı. Hasan Salık’a nasıl bir ceza mı verildi? Önce 75 yıla, sonra yaşı küçük olduğundan 45 yıla indirildi. Yani Hasan Salık şu an 17 yaşında ve 62 yaşına kadar yani 45 sene hapis yatacak. Bu mu çocuklara acımak, çocuk için şefkatiniz bu mu? 17 sindeki Hasan Salık için adalet bu ise Kürdler “barış süreci” için nasıl olumlu düşüsün. Küçük bir çocuğu af etmeyen adalet, devlet ve siyaset dağdaki çocuklar için yaptığı ne kadar inandırıcı olur.

Bir başka konu. Kalekol yapımı ve 1990’lı yıllara devşirilen dil. Özellikle medyayı arkasına alarak manipüle edilen Lice olaylarında aslı astarı olmayan “Büyük Provokasyon”, “Kanlı Plan” gibi manşetler ile internet ve yazılı, görsel medya üzerinden şırınga edilerek sonunda ölümlere bile yol açmak çok mu doğru bir siyaset ve yaklaşım.

İddiaya göre 12 işçi elleri bağlanarak çadıra kapatıldı, çadırın çevresinden askere ateş edildi ki asker de karşılık vererek işçileri vursun. Bu kadar korkunç bir provokasyon, planın haberini yapanlar 5N1K, basın ilkesini unutmuşlarsa bile, vicdanları, insafları da mı yok.

Kürdler bir olayı protesto edince sağ, sol, Kemalist, ulusalcı, dinci, ilerici, gerici fark etmez topyekun medya saldırıya geçiyor. Hükümet, Devlet ve AKP’de bunu fırsat bilerek “süreci” görmeyerek Kürd siyasetçileri ve halkını köşeye sıkıştırma aracı olarak kullanıyor. Bumudur barış, bu mudur Kürd meselesini sağlıklı çözme yöntemi?     

DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk defalarca “Lice’deydim böyle bir olayı ne duydum
ne gördüm” dedi. Neden kimse inanmak istemiyor. Nerede o 12 işçi. Devletin, Hükümetin doğrulamadığı bu olaya medyanın gerçekmiş gibi yansıtması karşısında niçin AKP’li bir yetkili medya karşısına çıkıp böyle bir şey yok demiyor?

Böyle mi süreç devam edecek? Kürd coğrafyasında her hakim tepeye Kalekol yaparak bölgenin tamamını askeri garnizonlar haline getirerek mi “barış” olacak? Kürdler bunu “Devlet savaşa hazırlık yapıyor” olarak algılıyor. Bu endişe niçin giderilmiyor?

Kaldı ki Kürd sivil halkın yaptığı her tepkiyi Türk medyası “PKK’nın eylemi” ya da “PKK’nın saldırısı” veya “PKK askere saldırdı” olarak servis edilerek kamuoyunu manipüle etmekte. AKP ya da İç İşleri Bakanı’nın yapacağı küçük bir açıklama bile olayın büyümesinin önüne geçilecek ise de maalesef bu yapılmıyor. Son “Kanlı Provokasyon” yalanının çatışma ve ölüme kadar uzanması ve sivillerin ölmesi çok mu daha doğruydu.

Barış olacaksa, süreç devam edecekse basın 90’ların bakışından, siyaset şiddet ve tehdit dilinden arındırılmalıdır. Kürdler bölücü gösterilmekten vazgeçilmeli. Seçimde usulsüzlükleri protesto edenler “polise şiddetli saldırı” olarak yansıtılmamalı. Medya gerçek haberleri değil, bürokratların yönlendirmesi, devletin çıkarına göre manipülasyon yapıyor. Bu yaklaşım doğru değil, bu barışa destek vermiyor aksine köstek oluyor.

Siyasi çözüm Ağrı’da seçimi kazandıktan sonra kibir, ayrıştırıcı değil; birleştirici ve barışa destek veren Sırrı Sakık’ın kullandığı dili görmeyen Başbakan Kazım Karabekir sözü üzerine balıklama atlayarak saldırıya geçiyor. Oysa barış Sırrı Önder ve Sırrı Sakıkların, Pervin Buldan, Balukanların kullandıkları dille gerçekleşebilir.

Barış yasal zemine oturtulursa sonuç alınır. 30 yıllık dev sorun devletin bürokrasisi ile çözülmez. Siyasi heyetlerin meseleyi omuzlamasıyla gerçekleştirmeli. Öcalan “Herkes kendi sorumluluğunu yerine getirse bunların hiçbirisi olmaz” dedi mi. Dedi.

Yine S. S. Önder; “ Hükümet, çözüm sürecini yasal zemine oturtmak için iradesini sözcükler eliyle açık ifade etti” demesi ne kadar olumlu ve rahatlatıcı bir gelişme. Yine, HDP Grup Başkan Vekili İdris Balukan’nın Kalekollara rağmen Beşir Atalay’ın “çözüm sürecinde 2. aşamaya geçildi. Çözüm umudumuz arttırdı” demesi az bir şey mi?

Kürd meselesini çözecekse siyaset çözer. Onu da şu an Meclis’te sayısal çoğunluğa sahip ve de iktidarda muktedir olan AKP’nin samimiyet ve iyi niyetle yasal ve anayasal hak ve özgürlükler getirmek; HDP de olan gücüyle destek vermesiyle olur. Gerisi laf-u güzaftır.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Latif Yıldız Arşivi