M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Büyük oyuna nasıl geliyoruz?

Büyük oyuna nasıl geliyoruz?

KCK davası, türban, yargı seçimleri, PKK’nın 31 Ekime kadar ateşkesi uzatması vb konular ile yine gündem dolup taşıyor.

Biz bu duruma nasıl geldik diye düşünürken Facebook’tan bir video mesajı aldım. Büyük oyunu bütün boyutları ile özet olarak açıklayan bu görüşleri çöze bildiğim kadarıyla çözmeye çalışarak kendi görüşlerimi de katarak sizlerle paylaşmak istedim.

Bizi devamlı yönlendirmek için her yolu kullanıyorlar diyor büyük oyunun farkına varan görüş. Büyük oyunda özellikle kitlelerin politik alanda yaşanan gerçeklerin önüne öylesine engeller koyuyorlar ki darbenin nereden geldiğini anlamakta güçlük çekiyoruz.

Mesela büyük oyunun ülkemizde oynana sahnelerini gözlemleyecek olursak Batman’da 4 cinayet, akabinde silah bırakan 9 gencin mağarada kıstırılarak öldürülmeleri; Hakkâri’de meydana gelen 9 köylünün ölümü, referandum, KCK operasyonlar, Türban, Anadilde eğitim, Yargıda seçimler aynı senaryonun parçaları değil mi?

Topluma söylemeden düşünmemizi istediklerini kurnazca dayatıyorlar. Dolayısıyla gerçeği değil, onların bize söylediklerini bilmek ve oynamak zorunda kalıyoruz.

Büyük oyunun kurucularının yaptıklarını Irak’tan örnek vererek açıklayacak olursak; Irak ve dünya halklarının büyük çoğunluğu Irak istilasının her geçen gün kötüye gittiğine inanıyor ve mezhep çatışmalarının sona ermeyeceğini düşünüyor. Zaten bu savaşı başlatanlar savaşın uzamasını istiyorlar ki bölge parçalanabilsin. Petrol şirketleri kurulabilsin. Silah üreticileri için karlı sözleşmeler devam edebilsin. En önemlisi İran ve Suriye gibi petrol sahibi aykırı ülkeler zıplama tahtası olarak kullanılabilecek kalıcı askeri üstler kurulabilsin.

Mail yoluyla gönderilen o videoda bakınız nasıl çarpıcı bir gerçeği ortaya koyuyor:

2005 yılında 2 İngiliz üst düzey SAS subayı Arap gibi giyinip arabayla sivillerin üzerine ateş ettikleri için Irak polisleri tarafından yakalandı. Tutuklanıp Basra hapishanesine götürüldükten sonra İngiliz ordusu derhal askerlerin serbest bırakılmasını istedi. Basra hükümeti ret edince İngiliz tankları geldi ve hapishaneyi yıkarak İngilizleri oradan çıkardı.

Eğer bir bölgeyi yok etmek isterseniz, bunu nasıl yaparsınız? İki yolu var; o bölgeyi işgal eder, bombalarsınız, ama artık bu çok da etkili bir yöntem değildir. O zaman yapmanız gereken şey orada bulunan insanları bir birine düşürerek bir birine öldürtmektir. Bu şekilde onların yaşadığı bölgeyi yok eder ve teslim alırsınız. Bugün Irak’ta, Afganistan’da ve de Türkiye’de yapılmak istenin bu değil mi?

Bir düşmanı yok etmenin yolu onun kendi kendini yok etmenin yolunu sağlamaktır. Bunu da ya askerlerini ikiye bölerek yaparsınız. Ya da askerlere karşı yeni bir güç oluşturursunuz. Sonra iki tarafı da beslersiniz, çift taraflı çalışan ajanlarınız her iki tarafı da kışkırtır. Ve birbirlerini öldürürler. Tıpkı Hakkâri ve Osmaniye’de uygulanan plan gibi.

EĞİTİM SİSTEMİ

Bütün bunları gerçekleştirirken, eğitim sistemini de buna göre kurguluyorlar. Anlamanız gereken şey bu yüzyılda İmparatorluklar kurmak isteyen ABD, İngiltere gibi güçlü devletleri yöneten insanlar fetih etmeye çalıştıkları ülkelerin idarecilerini istedikleri istikamete yönlendirerek hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.

Önce kendi kendinize neden terk merkezden yönetilen tüm insanlık baştan aşağı dev bir medya ağıtla kuşatılmış diye sorabilirsiniz. Ya da ABD güdümündeki devlet, hükümet ve okulları finanse ederek sistemini oturtmaya başladığından beri neden Türkiye’de eğitim sisteminin giderek bu kadar kalitesizleştiğini düşünebilirsiniz/düşünmelisiniz.

Devletin finanse ettiği eğitim kurumlarına baktığınızda ve bu eğitim kurumlarında eğitilen öğrencileri, onlara verdiği eğitimi gördüğünüzde mantığımız kavrıyor ki bu okullarda devre dışı bırakılan her neyse söz konusu güçlerin işine geliyor. Devlete ne sipariş ediyorlarsa onu elde ediyorlar. Çocuklarımızın eğitilmesini istemiyorlar. Çok fazla düşünmemizi de istemiyorlar.

VE TELEVİZYON EKRANI

Bu görüşleri destekleyen bir TV programcısı bakınız TV’de neler söylüyor.

“Tüm dünya terör görüntüleri, acık oturumlar; gün geçtikçe eğlence ve medyayla, televizyon programlarıyla, lunaparklarla, uyuşturucuyla, alkolle ve aktivitelerin her çeşidiyle dolu ama bir o kadar karmaşık hale getiriyorlar. İnsanların zihnini meşgul tutmak için. Yani çok fazla düşünmeniz, önemli insanların işine gelmiyor. Uyanmanız ve anlamanız gerek ki hayatınızı yönlendiren insanlar var ve siz bunun farkında bile değilsiniz” diyor.

Türkiye’de televizyonlar son 26 yıldır yaşanan Kürt sorununda aynen bu işlevi yerine getirmiyor mu? Tek taraflı ve yüzde 95 yalan haber ve programlar bu TV’lerin eseri değil mi? Her açıdan hileli yönlendirme yapan onlar değil mi?

Sunucunun dediği gibi gerçekten başımız belada,  Çünkü yüzde 3’ten az insan kitap okuyor. Çünkü yüzde 15’ten azımız da gazete okuyoruz. Okuduğumuz gazeteler de olayları ve gerçekleri çarpıtıyor. Ve tek gerçeğimiz ekranlardan gördüğümüz sanıyoruz. Ekranlardan gördükleriniz haricinden hiç bir şey bilmeyen koskoca bir nesil yaşıyor. Ekran ilahi bir vahi gibi başkanlar, başbakanlar, hükümetleri yaratıyor ya da yok ediyor. Bu ekranlar dünyada en büyük güç yanlış ellere geçtiği için olacakların tek sorumlusu biz oluruz ki oluyoruz da.

Bu inançsız dünyadaki en büyük şirketler en nalet olası propaganda gücünü kontrol ettiğinden bu ekranda gerçek diye ne sunulacağını kim bilebilir? Siz bu ekranlara bakarak Türkiye’de ne olup bittiğini bilebilir misiniz? Hayır.

Neden bakınız 1990 – 1995 yılları arasında Türkiye’de JİTEM eliyle gerçekleşen senaryoları 20 yıl sonra tam olmasa da Ergenekon sayesinde bugün öğrenmiyor muyuz?

Bu yüzden söz konusu sunucunun bağırarak bizi uyardığı gibi diyorum ki Televizyon gerçek değildir. Televizyon bir lunaparktır. Televizyon bir sirktir, bir karnavaldır. Gezici akrobatlar takımıdır, masalcıdır. Dansçılardır, şarkıcılardır, aslan terbiyecileri, futbolculardır, dizilerdir. Siz eğlence dünyasındasınız. Artık gerçekleri görün.

Ama sizler, sabahtan akşama kadar her yaştan, her renkten, her dilden, her dinden insan bu ekranın başına oturuyorsunuz bildiğiniz tek şey ekrandakidir. Burada döndürülen ilizyona inanmaya başlıyorsunuz. Televizyondakilerin gerçek, kendi hayatlarınızın ise hayal olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz.

Televizyon ne derse onu yapıyorsunuz. Onun gösterdiği gibi giyiniyorsunuz, onun gösterdiklerini yiyorsunuz, çocuklarınızı onun dediği gibi yetiştiriyorsunuz, hatta onun istediği gibi düşünüyorsunuz. O sizi yönlendiriyor, o sizi şovenleştiriyor, o sizi ırkçı, o sizi bir birinize düşürüyor, o kardeş arasında kanın akması için aynı sahneleri döndüre döndüre bir birinize karşı kin, nefret, garez duymanız için çabalıyor.

Bu bir oyun ve tamamen saçmalık, ama siz bir kere o saçmalığa inanmış ve kendinizi oyuna kaptırmışsınız. Oyunu görenler sizi uyarıyorlar ve “kendinize gelin sizler gerçeksiniz, hayali, oyun olan ekranlardır. TV kanalları aracılığı ile sizlere söylenen gerçek olmayan görüş, düşünce ve fikirlerdir. Özellikle siyasi söylem ve fikirlerdir.”

NOT: Bu yazının önemli bir bölümü internet üzerinden gelen yazıdan yararlanılarak yazıldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi