Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

Bir Yol Hikâyesi 'Yolun Sonu'

Bir Yol Hikâyesi 'Yolun Sonu'

(Aşağıdaki sözler hoca hanımın günlüğünden alınmıştır. Eminim, hoca hanımın kim olduğunu merak ediyorsunuzdur. Bu yazı dizisinde hoca hanım diye tabir ettiğim şahıs, dört yıl Hakkâri merkezde rehber öğretmenlik yapmış Sümeyra Güler" dir. Bu yazı, gitmeden önce yazdığı son yazısıdır.)

 

…ve yine bahtsız gönlüm, firari olmuş hislerinin tutsağı... Gözlerim de yüreğim gibi ağlamaklı!

 

Öğretmenler günü için oynanacak tiyatronun hazırlık aşamasında bizi ağlatan bir senaryoydu sadece… O senaryonun kahramanıyken yaşanan gerçek hüzünden şimdi gerçeğin hüznüne atıfta bulunmak çok da tanımlanamıyor desem abartı kaçmaz sanırım… Hakkâri" den giden öğretmenin hikâyesini oynarken yaşamıştık adeta…  Arkadaşımın o buğulu sesi yankılanıyor hala kulaklarımda… “Yol uzun yol bitmez… Yol karanlık. Işık olsa da nereye gittiğimi görsem diye düşünürken dağların karartısı yüzüme çarpıyor ve bir tek ev arıyor gözlerim.”

 

Buraya yeni geldiğimde kalemimden dökülen kelimeler pek çok insanı hüzne boğmuştu… Peki ya giderken yazıyor olduklarım beni gözyaşlarıma boğarken arkamda bıraktıklarım kim bilir neyler? “Giden her zaman acı çekse de kalana daha zor” demişti ev arkadaşım onu anımsadım; fakat öylesine yoğun ki duygularım bu kez, sanırım en büyük acı bu son vedanın!

 

Hey gidi Hakkâri Heyyy… Zap suyunun kenarında sarılırken kurumdaki arkadaşına bir gün onun da yabancılaşacağı gelir miydi aklına?

 

“Bize sıra dışı bir Rehberlikçi geldi hemen uyum sağladı” diye sevinen Sevgili Müdürüm giderken de sevinecek mi acaba?

 

Faranjitle yazılan merhabanın ardından… Gudenour İdris"le yaşanan kedicikli dakikalar! Ne Faranjit kaldı ne kedicik… Oysa hatıralar zihinlere kazındı!

 

Soyadını taşıdığım insan… Sen de bu şehirde bıraktıklarım arasındasın… O son duruşunla akıttın kederini içime… Farkında mısın derdi ya her sabah Bedirhan Gökçe… Farkında mısın “Seni Bir dağlara emanet ettim bir de o şiire…” Dağlar ve şiirler en vefalıdır diye…

 

Tanımsız öyle bir şey ki anlamını bilmediğim bir parçanın tutsağıyım... Bu parça bu akşam daha bir acıttı içimi nedense… İçime süzülen damlalar gözlerime de yansıdı… Film şeridi gibi geçer derler ya… Yaşananlar birer birer geçti gözümün önünden. Ve o an öğrendim parçanın anlamını… Ve neden bu kadar acıttığını. “GİDİYORUM” demekmiş… Ben de gidiyorum… Attığım adımla ömür boyu kaybetmeyi seçsem de anılarımı, GİDİYORUM…

 

Hızlı geçen saniyeleredir sitemim aslında… Şu geçen zamana hükmetmek isterdim. Zaman dursun ve mekânsa mekânsızlığım olsun. Hatıralar uçuşurken zihnimde hasretle dolunayı bekleyişimiz geldi aklıma akreple… Ne dingin bir sukuttu yaşanan tam da o saatte… Valilik parkının en üst katında oturup sümbüle sabitlerken gözlerimizi bekliyorduk o akşamki sevgilimizi… Dolunay. En tatlı gecelerin yegâne özlemi! Dolunay… Gökyüzünün nadide güzelliği! Ve dolunay. İçimizdeki kıpırdanışın uçsuz bucaksız sahibi… Tıpkı içimizdekiler gibi ve hep istediğim gibi zaman da durmuştu sanki… Ne uzun bir saatti o bekleyiş… Gözlerimiz aynı noktada, nefeslerimiz yorgun olsa da “dön gel bir tanem”  parçasıyla dolunay tam karşımızda.

 

Kimilerine göre sıra dışı, kimilerine göre çılgın, kimilerine göre anlamsız, kimilerine göre kutsaldı yaşadıklarım. Bana göreyse hayata, mesafelere, sosyal açmazlara ve de dar beyinlere inat özgün yaşamaktı… Özgün olmak sancılıdır… İyi niyet ve şeffaflık neticesi varlığı bilinmeyen sınırlarını ancak haddini aşarak zorlayıp sert bir kayaya çarpmış misali sersemleyenler fark eder… Bu çarpmanın şiddetini anlamayanlarsa daima baktıklarını görürler zira herkes niteliği kadar algılar.

 

Psikolojik Danışman olmanın farkını bu şehir benim için anlamlandırdı… Atamam olduğunda “Acaba İlk giden PDR (Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik) mezunu ben miyim”? Diye kaygılanmıştım; fakat mesleki doyum açsından belki benzerini dahi yaşayamayacağım bir deneyim oldu Hakkâri… Bilmediğimiz birçok alanda yapmak durumunda kaldığımız çalışmalar kendimizi yetiştirmemize yardımcı oldu… Başka bir şehirde olsam sıradan bir stajyer olacakken burada tam da merkezinde yer aldım çalışmaların… Mesleki tükenmişlik korkusu yaşarken bilakis doygunluğun zirvesine ulaştım… ve hep şükrettim… Hiçbir zaman bu şehirden gitmenin hayalini taşımadım içimde… Bana verilenlerin kıymetini bilerek ben de bir şeyler vermek istedim… Ülkemin doğusunda bize bakan sınırların yanı başında belki de çok kenarda durduğu için boynunu bükmüş ama insanlığı unutmamış içtenliğiyle çok şey anlatan aşiret mensuplarına: ) Arkadaşımın Vizontele" den etkilenerek bana atfettiği “Bazen güzel şeyler de gelir bu şehre” cümlesine layık olmak istedim… Güzel şeylerden olmak, gidenlerden değil…

 

Neler yapmadık ki, öğretmenlere yapılan oryantasyondan, senaryo yazıp oynamaya kadar.

 

Burada en büyük aktivite çalışmak olduğu için midir nedir,  hafta sonu çalışmak hobilerimiz arasındaydı. ) Hatta bir de esprimiz olmuştu… Arkadaşım yine çok çalıştığımız yaz günlerinden birinde sigarayı kulağının arkasına koymuş ben de gülerek şöyle demiştim”: Eyvallah amele gibi çalışıyor olabiliriz de, bu kadar belli etmek zorunda mısın?

 

Hayata nerden ve nasıl bakacağınızı biliyorsanız herkesin depresyona girdiği şehirden giderken bile bir hüzün yaşarsınız. Bizim arkadaşlarımız Psikolojik danışman bakışıyla hepimize örnek teşkil edecek yaşantılarını tabiri caizse dağın başı diyebileceğimiz Akçalı ve Geçitli YİBO" da dahi sürdürdüler. Başkalarının kurtulmak için pek çok yöntem bulduğu yerlerden ayrılmak onlar için zordu ellerinde fırsat olmasına, RAM"ın yoğun talebine rağmen tercihleriydi orda kalmak. Oradaki manzaranın güzelliğinden haz alıyor, koşu ve yürüyüş yapıyor, müzik sistemlerini kendileri oluşturuyor filmlerini CD"den izliyorlardı; ama sosyal hayatın ortasında bile asosyal yaşayan insanlara nispet yaparcasına mutlu olmayı başarıyorlardı. Onlar ki “Bir sevdadır Öğretmen” dendiğinde akla geleceklerdendi… Bu sevda türküsünün besteleriyse şimdi o dağ başlarından fen liselerine gönderdikleri öğrencilerinde saklı.

 

O kadar çok insan var ki, Hakkâri" den ayrılırken bunları yazmanın kafayı yemekle eş değer olduğunu düşünecek olan. Hatta ne zaman benzer konular açılsa arkadaşım “Sümeyra normal olduğunu düşünmüyorum çıldırmış olmalısın” derdi burayı sevebilmek için. Çünkü kendisi evdeyse apar topar dışarı çıkmak ister hazırlanır parka gider 15 dk. sonra “off çok sıkıldım hadi eve gidelim” derdi… Sonra tatil günlerini iple çeker buradan gidebilmek için can atar gittiği hafta da “aman ne olsun… Sürünüyoruz işte, burası da aynı” derdi… Üniversitede ne kadar süründüğü iddiasında bulunan biran önce okulu bitirmek isteyen arkadaşım varsa şimdi hepsi yeniden öğrenci olmak istiyor… Sızlananlar nereye giderse gitsin sızılarını da yanlarında taşırlar. Böyle bir zamanda böyle bir yerde Stres Yönetimi semineri vermenin ne demek olduğunu ben çok iyi bilirim. Bize bu semineri verin diyen kurumlar başkalarına da alın diyorlar. Hal böyle olunca insanlar stres yönetimi semineri alabilmek için strese maruz kalıyor… Biz gönüllülük esastır derken kurumlar soruşturma açmaktan bahsediyor. Vay halimize!

 

Güne hazırlanırken kimsesiz bir çekim yapılır her sabah… Ve resimdeki gibi boştur çerçeveler… Bazen var oluşun neresinde durduğumuzu bilemez hayallerimizin sonsuz yolculuğunda seyahat ederiz. Bu yolculuk bize arzularımız adedince pencereler açar. O pencerelerden seyrederken zamanı, kimi defa tanımsız kalan heyecanlar eşliğinde harap bitap düşeriz… Pencereler… Kimileri var ki içlerine girilmemeliler. Düşünüyorum da ne çok davetsiz duyguya kapı açtı bu şehir ve ne çok duygu var duygusuzluk altında ezilir. En kesin şey odur ki en yok sayıldığı anlar kadar etkilidir…

 

Çok geç kalsa da tanışıklığımız biliyoruz ki zamanla paralel değildir paylaşımlarımız. Hoş geçirilen vakitler ömre ömür katar ki sürer. Ömrünü ömrüm bilirim. Seninle ben ölmez miyim oy oy diyen gibi eski günleri ruhumda hissettiren Asmalı Konak"ın tam da giderken sanki veda için hazırlanması misali, güzel insanları buldurup kaybettiren akşamın, muhteşem büyüsünü bulup kaybetmemek adına o tılsımlı sesin duygu yüklü sahibine ve çok konuşan olduğu halde hiçbir şey ifade etmeyen, ifadesizliğini bakışlarındaki anlamla kapatan güzel dosta dostluk teklif ediyorum yüreğimde! Yine bir yaz akşamıydı uykusuz kalınan gecelerin en tatlı coşkusunda boş sokaklarda söylenilenlerin etkileyici rüzgârıyla dolmuştu gözlerim… Dere kenarında oturan arkadaşımın evinden çağırılıp bir son veda yaşanmaktaydı… Derenin yanındaki ağaca yaslanmış tüm benliğimle o sese hayran olmaktan kendimi alamaz olmuştum… Derken bir tane kedi karanlıkta beni de ağaç zannetmişçesine tırmanmaya başladı üstüme… Çığlığımla tüm sokak yankılanırken gündüz acaba bir kedi gelip üstüme atlarsa ne yaparım diye kaygılandığım geldi aklıma: )kendini doğrulayan kehanetlerimden birine daha kurban gitmenin şaşkınlığındayım. Olumsuz odaklı olmamanın ispatında! Neyse o güzel serin mana iklimini ne çığlığım etkileyebildi ne de kedi) O sesin bendeki etkisi tek kelimeyle ebedi…

 

Hey gidi Sümbül dağı... Zirvelerin kadar yüksek bir arzuydun gönlümde... Ne yazık ki hasret ettin ömür boyu kendine gidişimle! Daha ne hasretleri taşır bu gönül ne çare içinde?

 

Nirvana"ya ulaşmanın adıydın özlemimde… Bu arada Nirvana"mın da en bahtsız hayali… En karizma… En ukala… En yersiz ve en zamansız olsa da Nirvana,  yeşil çınarlar kadar yakın sabahlar!

 

Yollar ve gece… İşte yine o parça çalıyor… Ve yine kalbimde bir sızı ve gözlerimde yaş… Yılın dört yıla çıkarılışıyla YAŞADIM ben bu şehri… Geceleri de gündüzü kadar aydınlıktı bana göre… Eczanede kutlanan doğum gününde gecenin 12.00" si olsa da zaman ve herkesin korktuğu yer olsa da Hakkâri kutlama benim için taze bir anı olarak kalacak belleğimde… Güzellik merkezini de güzelleştiriciyi de sahurunda hatırlarken ramazanın davulcuyla sokağa girmenin zevkini her davul sesinde anımsarım… Bir de nöbetçi kavuncularım vardır tebessüm ettiren, her Asmalı Konak dönüşü uğradığım… Bir gece üstünü örtmüşlerdi de kavunların nasıl da telaşa kapılmıştım yoksa kapattınız mı diye… Sonra kavuncunun örtüyü kaldırması ve Hocam açması o kadar zor değil demesi sonucunda sanki süpermarket kapanmışçasına tepki verişime hep birlikte gülerken kahkahadan hesabı ödenmekte bile zorlanmıştım… Ne Berçelan yaylasında ata binmenin tadını ne de Cilo dağlarının tepesinde ölümle burun buruna gelmenin korkusunu, ne gece 24.00" te eczanede kutlanan doğum gününün ihtişamını ne de güzelleştirici de yapılan sahurun verdiği zevki unutmak mümkün olmayacak.

 

Günlerce Kültür müdürlüğüne yalvarınca buzullara gidebilmek için sonunda kendimi sabahın seher vaktinde yollarda buldum… Uykusuz başlayan yolculuğumuzun araba kısmı bitip yürümeye başlayınca ve de rakım yükselince uyanıklığın zirvesine ulaştım… Tam bir buçuk saat dağlık bir yolda kayaların üstünden atlaya atlaya gittiğimiz cehennem deresi bizi oldukça yorsa da gördüğümüz güzellik karşısında hayran olmamak mümkün değildi… Sanki bizim için hazırlanmış kendisini bulmamızı bekleyen muhteşem bir tablo vardı. Bizim için hazırlanmış diyorum çünkü o kayaları aşıp oraya giden o kadar az insan olmuş ki… Gözlerin bakmakla kirletemediği, insan elinin bulaşmakla mahvedemediği tam bir doğallık… Yürümelerimizin sürünmeye dönüştüğü bir anda nefes nefese kalmışken Ağustos ayında karlarla buluşuyor olmanın hazzını yaşarken şöyle bir baktım güzel diyara… Karşımda gökyüzüyle birleşecekmiş gibi görünen üç heybetli dağ vardı. Cilo dağlarında olmak rüya gibi içimi okşamaktaydı; ama yorgunluktan ve sıcaktan öylesine susamıştım ki dile getirdiğimde bizim Hakkarili dostlar bana buzullardan oluşmuş çamur gibi görünen bulanık bir göl gösterdiler buyur iç diye..Şaka gibiydi…Aman Allah"ım susuzluktan ölmek mi yoksa….o göl mü?Rüyamın kabuslaştığı anda gelen çözüm önerisi de çok etkili sayılmazdı… Gösterilen hedef Cilo dağlarının zirvelerinde çok yakınmış gibi görünen oysa Alman bir dağcının düşüp öldüğü ve benim o dağdan indikten sonra öğrendiğim şelalelerdi. Cahil cesareti dediklerinden mi yoksa susuzluğumun şiddetinden mi ya da şelalelerin çok yakın görünmesinden mi bilemiyorum ama dağa tırmanmaya başladık… Biz çıktıkça şelaleler gittikçe uzaklaşmaya başladı… Çölde serap görmenin ne demek olduğunu hiç bu kadar idrak etmemiştim. Öyle bir noktaya geldik ki ne dönüş var ne çıkış… Kayan taşların üzerinde durabilmeye çalışırken şaş kaza aşağıya baktığım anlarda gördüğüm uçurumun derinliği çıldırmışçasına güldürüyordu beni. Eh bu genç yaşta hafiften Psikopata da bağlamış bulundum.) o konumda yaptığım en mantıklı şeyse önce Allah"a arkasından Faranjit"in dağcılığına güvenip elimi uzatıp gözlerimi kapatıp atlamak oluyordu karşıya ve çok şükür ki Faranjit her defasında elimi tutan oluyordu… Yoksa şimdi bir başkası Cilo"lardan düşen Psikolojik Danışman"ın son sözlerini yazıyor olacaktı.) ve nihayet SU… Hayat kaynağımızın nasıl hayat verdiğini daha bir anladım o an… Doyasıya içerken o kadar hoş bir tat alıyorum ki sanki daha önce hiç su içmemişim gibi… Tabi yürümeye devam derken yeni bir susuzluk ardından yeni bir zirvenin hayali ve yeni bir şelale… Yenilenin doymadığı misali bu zirvelerin de bir tutku olduğunu fark ettim… İlginç olan şey şu ki dağın en zirvelerine geldik fakat şelalerin kaynağına ulaşmak mümkün değil… O suyu o dağın zirvesinden bize sunan Yüce Yaratıcıya da şükranlarımızı gönderirken iniş için bizi heyecanlandıracak bir hayalin de olmamasıyla birlikte biraz endişe duymaya başladım her ne hikmetse) Kültür müdürlüğü tabiî ki hayretler içinde… Hakkârili olmayan bir bayanın buzullara kadar yürümesi dahi mucizeyken benim bir de Cilo"lara çıkmam sonucu bayağı bir şaşırmışlardı… Dönüşte sırtımızda taşırız herhalde diye düşünürlerken benim dönüşte de hadi koşarak gidelim diye tutturmamla birlikte şoktaydılar… Bu Cilo maceramdan sonra adımı koptagele çıkaran ruh ikizimle güzel bir de röportaj yapmıştık Mersin seminerinde!

 

Bir ağacın altında dalı tutar da güç alırsın ya? Kimi zaman bir daldır aslında tutunamadıkların. Tüm gücünse içinde yaşattıkların.Bu hayat yolculuğunda konup göçtüğümüz hanlardan biri de diğerleri gibi tek bir şeyi fısıldıyor kulağımıza..Hiç bir şeyin bizim olmadığını ..Dünyanın ne kadar fani olduğunu…Kutlanan doğum günlerinin en coşkulu anlarının bizi sona yaklaştırdığını…tıpkı geçen yıl ki doğum günümde yanımda olan tüm dostlarımın artık başka başka şehirlere gitmesi Pinyanişinin en  sevdiğim parçayı dinletmesiyle birleşince  şu cümle tekrar ediyor beynimde…atmosferin sıcağı mıdır en yakıcı olan yoksa vurgun yemiş kalp mi? Bilmesem de bir acı düğümlenir yüreğime…

 

Öğretmen olduğumu ilk kez hissettiğim HAKKÂRİ… Girişi olup çıkışı olmayan dağların kenti… Saygıyı… Değeri… ve Psikolojik Danışmanlığı doyasıya yaşadığım şehrin insanına selam gönderirken başım gözüm üstüne diyor ve sevgilerimi yolluyorum... Kelimelerde değil gözlerde saklı olan sevgilerimi…

 

İşte SON!!! Doğuda çekilmiş bu güzel filmin son demlerinde artık hüzünle kuruyorum cümlelerimi. Duygusal olmayan müziklerde bile içimde bir sızı hissediyor, baktığım her yere son kez yeniden bakıyor ve gözyaşlarımla eyvallah diyorum. Öyle bir hal aldı ki vedalarım esprilere dahi ağlar oldum.

 

ELVEDA paylaşımlarım!!!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi