İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Bir kaya mezarı

Bir kaya mezarı

Fotoğraf sanatçısı Nasrullah Müezzinoğlu, yıllar önce LEWÎN (Geçitli Bucağı Havzası) çevresinde AKKUŞ (Dêrê –Kilise) muhtarlığına bağlı Çetintaş (Hergêl) Mahallesi sınırları içinde ilkçağdan kalma bir kaya mezarının bulunduğunu söylemişti. Geçmişte yerinde görme olanağım olmadı. Nasrullah ve Arkeolog Ömer Tanyürek ile birlikte 9 Kasım 2012 Cuma günü Hergêl Köyü’nden İbrahim Kaya’nın aracıyla saat 08 sıralarında Hakkari kent merkezinden yola çıktık. Hava kapalıydı. Sılehyan Tepesi’ne (Kêrîyê Sılehyan) çıktığımızda arkamızda kalan COLEMÊRG’Î sis kaplamak üzereydi. Geçit mahiyetindeki yoldan Durankaya (Bêlan) beldesine indik. Değişen tek şey; toprak damlı evlerin yerini çatılı yapıların almasıydı.

Sılehyan havzasından yeniden batıya Rewan Geçidi’ne (Kêrîyê Rewanan) doğru tırmanışa geçtik. Rewanan Tepesi’ne çıktığımızda Lêwin Havzası’yla karşılaştık. Lêwîn Havzası’nın dört yanı zamanla kırılma geçirmiş topraklardan oluşmuş. Anlaşılıyor ki, her kayma ve çökme sonrasında yaşayanları büyük bir özveriyle topraklarını yeniden ıslah ederek işlemeye açmışlar. Adını her yıl birkaç kurbanı yutmaktan alan Lêwîn’in bağrını kuzeyden güney yararak ve taşkınlık yaparak ilerleyen katil suyu büyük Zap’ımızın önemli bir kolunu oluşturuyor. Zararlarıyla birlikte açılan kanallarıyla yöreye canlılık vermiş, stranlara, ağıtlara konu olmuş. Kuzeyden Aksu (Bileh-Binevşan) köyleri çevresinden güneydeki Kaval Vadisi’ne (Gelîyê Qevalê) uzanan havzada serpilmiş yerleşim alanlarında yaşam suskunluk içinde bir nevi sessiz direniş biçiminde devam ediyordu.

Geçmişte o yörede gördüğüm zengin sürülerde hayal dahi edilemeyecek bir azalma vardı. Yaylaların yasaklanmasıyla yörede kalan insanlar köy sınırları içinde yaşamaya mahkum edilmişler. Toprakların işlenip ağaçlandırılmasından ziyade, tarım arazilerinin bakımsızlığı dikkat çekiyordu. Bütün Hakkari coğrafyasında olduğu gibi ilkçağdan bu yana yöre doğası en sevimsiz, en verimsiz ve en yaşanmaz dönemini yaşıyordu. Zaten köylerin bir kısmı insanlardan tamamen arındırılmış, kısmen boşaltılmayan yerleşim alanlarında yaşayan halkın önemli bir bölümü de coğrafyanın dışına çıkmaya mecbur bırakılmıştır. Tarım ve hayvancılık üretimi de koruculuk göreviyle adeta sınırlandırılmıştır. Güvensizlik, tedirginlik yol güzergahında gördüğüm insanların yüzlerinden rahatlıkla okunuyordu. Yörenin merkezi konumundaki 200 haneli Geçitli (Peyanıs) geçen yıl yaşadığı minibüs katliamının şokunu yaşar gibiydi.

Peyanıs’tan sonra Işık (Nîşê) Köyü’nde bulunan Şeyh Musa’nın türbe ve camisine uğradık. Cami bahçesinin kuzey yakasında direnişlerini sürdüren 300 yıllık ikiz kavaklar; tarihi iki minarenin duruşunu sergiliyordu.

ic1.20130422150331.jpg

Kavakların üç asır boyunca kesilmemiş olmaları, hatta budanmamaları; kutsal alanlardaki ağaçlara bir saygının canlı tanıklığını yapıyordu. Şeyh Musa gömütünün yöresel mimari dokusu, yeniden yapılan cami inşaatı nedeniyle; bilerek veya bilmeyerek değişikliğe uğratılmıştı. Mezarın bulunduğu odanın mimari dokusu da değiştirilmişti. Mezar bölümü de son derece bakımsızdı. Künyesiyle ilgili çerçeveletilen kısa şeceresi bilimsel ve belgesel verilerden uzaktı ve beni tatmin etmedi. Yöresel anlatımlara göre; 12. Yy da yaşayan ve mezarı Irak’ın başkenti Bağdat’ta bulunan Kadıri Tarikatı’nın kurucusu Abdulkadir Geylani’nin dedesiymiş. Abdulkadir Geylani ailesinin bir bölümünün Hakkari coğrafyasında yaşadığı söylentileri yaygındır. Zaten 19. Yy başlarında Kürt coğrafyasına Nakşıbendilik Tarikatı girmeden önce; Kürtler içinde en yaygın olan Sünni tarikat KADİRİLİK’ti. İnanırları Abdulkdir Geylani’yi bir “milli veli” olarak algılıyorlardı.

ic2.jpg

Işık (Nîşê) Köyü’nde bulunan Şeyh Musa’nın türbesi

Öğleye doğru Çetintaş’a (Hergêl) vardık. Köyde H. Adil Kaya’nın evinde mola verdik. Cevizli-ballı bir ikramdan sonra kaya mezarının bulunduğu bölgeye geçtik.

ic3.jpg

Günümüzün yöre Kürtleri; ilkçağdan kalan bu tür kalıntılarla, kiliseleri ağırlıklı olarak “hazine-define” yerleri olarak biliyorlar. Bu tür kültürel mirasları tarihten silmek için egemenlik sistemince bilinçli olarak geliştirilen bir propaganda ve yok etme yöntemidir. Çünkü daha çok olağanüstü askeri darbeler döneminde bazı resmi görevlilerin de define çeteleriyle birlikte hareket ettiklerini, hatta sahte hayallerle onları yönlendirdiklerine tanık olmuştum. Kültür düşmanı bu karma çetelerin Hakkari coğrafyasına verdikleri yıkıntı tam bir kültür katliamına dönüştürüldü. Resmi tarihle uyuşmayan, farklı uygarlıklara ait tüm izler adeta silindi. Bu maksatlı ve yanlış bilgilendirmelerden dolayı; köy sakinlerinin ifadesiyle “hazine düzlüğü” (Deşta Xizînê) olarak adlandırılan; köy topraklarına göre teraslanmış verimli bir alanda basık küçük bir tepedeki kayalıklara adeta gizlice inşa edilen mezar üç gözden oluşuyor.   

ic4.jpg

Girişi tamamen tahrip edilmiş; daha önce gören tanıklara göre çemberli, arkadan sürgülü taş kapısı yok edilmiş. Ancak kapı yan eşiklerindeki sürgü yuvaları görünüyor. Kuzey ve güney’de bulunan iki küçük odanın kapıları hole açılıyor. Güneydeki odada yapılan kazı mezarın taş perde duvarlarında büyük bir tahribat yaratmış.

ic5.jpg

Kazı sonucu çıkarılan toprak yığını kuzeydeki odanın kapısını kısmen kapatarak odaya girişi engellenmiş. Nasrullah’ın daha özenle yapıldığını ifade ettiği bu odaya girme olanağımız olmadı.

ic6.jpg

Mütevazi mezar, URARTU kaya mezarlarının mimarisini yansıtıyordu. Daha önce birçok makalemde dile getirdiğim gibi Urartu Aşiret Konfedere Devleti’nin güney kanadını oluşturan NAİRİ ÜLKESİ’nin önemli bir bölümünü Hakkari toprakları oluşturuyordu. TUŞBA (Van) Kalesi’ndeki kral mezarlarına adeta kaynaklık yapan mezarların en önemlilerinden biri de; Hakkari-Van il sınırında bulunan KUNİN (Yamaç) Köyü’ndeki kaya mezarlarıyla ilgili bilgileri meraklılar “Hakkari Suretleri” ve “Mezopotamya Uygarlığında Hakkari” isimli kitaplarımda bulabilirler.

Dağlar ve yüksek geçitlerle çevrili havzalar; ilkçağda bölgede özerk olan ÖZGÜR AŞİRETLERİN ana yurtlarıydı. Sarp, hırçın ve aşılmaz coğrafyanın gereği her aşiret reisi dar bir bölgenin kralıydı. Bunun böyle olduğunu; Nairi Ülkesi’ne sık sık sefer düzenleyen Asur Krallarından TİGLAT PİLESER, TİKULTİ NİNURTA, III. SALMANASAR’ın savaş yıllıklarında rahatlıkla görebiliyoruz. Kimi Asur Kralının savaş yıllığında “43” kimisinin “60 Nairi Ülkesi’nin kralını tutsak aldım” anlatımı; o dönemde her özgür aşiret reisinin kral statüsünde olduklarını gösteren canlı belge niteliğindedir. Asur belgelerinde dar bölgede çok sayıda kentin ele geçirildiği iddiası da yine dar bölgelerle sınırlı yerleşim alanlarının varlığıyla birlikte; özerk dar bölge siyasetinin de bölgenin kadim kaçınılmaz yerel egemenlik biçimi olduğu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde yansıtmaktadır. İşte, Hergêl’deki (Çetintaş) kaya mezarı da ilkçağda LEWÎN havzasında egemen olan bir yönetici aileye ait olduğu söylenebilir. Ne yazıktır ki, kültür düşmanlarının yarattıkları aşırı tahribat, bu önemli belge hakkında daha verimli bulgulara ulaşmamızı engelliyor.

Hakkari Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün bir an önce yöre halkının geçmişine tanıklık etmenin dışında, bir insanlık mirası olan bu kaya mezarlarının tescillerini yapıp, koruma altına alması gerekiyor. Aksi takdirde bu kültür katliamına seyirci kalan etkili ve yetkili resmi kuruluş temsilcileri büyük bir vebal altına gireceklerdir.

ic7.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi