Lokman Ergün

Lokman Ergün

'Bir ada hikayesi'

'Bir ada hikayesi'

100 yıl önceki bir dünya siyasi haritasına bakarsanız, kâlû-bela’dan beridir var olduklarını sandığımız bir çok devletin var olmadığını göreceksiniz. Ki 100 yıl, tarih için bir solukluk zamandır.

Bugün, Ortadoğu’da olanca kutsallığı! ile var olan sınırlar, birkaç Fransız ve İngiliz subay tarafından,1916’da, Skyes-Picot anlaşması ile çizilen sınırlardır. Ve o sınırlar çizilirken, etnik, dinsel, kültürel hassasiyetler değil, sadece Fransız ve İngiliz çıkarları dikkate alınmıştır. İşte 100 yıldır, o anlaşmanın tarumar ettiği halkların ve sınırların kaosunu yaşıyoruz. Belki de, amaç zaten bu kaosun yaşanmasıydı.

Tarihin trajikomik bir tarafı vardır. Tarihin akışını, stratejik hamleler, uzun süreli planlar, toplumsal ve siyasi mühendislik çabalarından öte, çoğunlukla, kişisel çıkışlar, yanlış okumalar, bireysel hırs ve ikbal hesapları belirler. Bunlara illa ki negatif bir anlam yüklemek gerekmiyor. Bazen çok hayırlı sonuçlar verdiği de görülmüştür.

Öyle olmasa, Ortadoğu’nun içinden geçtiği şu süreçte, Maliki’nin Güney Kürdistan’a saldırı iştahını hangi stratejik akılla okumak mümkün olabilir ki? Bu hamleyle ortaya çıkacak gerilimin sıcak çatışma yaratıp yaratmayacağı, bu çatışmaya kimlerin müdahil olacağını şimdiden kestirmek zor. Ama bu hamlenin sonucunun, bağımsız Kürdistan olacağını bilmek için stratejik dehaya sahip olmak gerekmiyor.

Kahire’de bir masada,  cetvelle çizilmiş Skyes-Picot haritasının içinden, daha 100 yıl dolmadan, 45 milyar varillik petrol ve bir o kadar da doğalgaz rezervine sahip bir Kürdistan kuruluyor. Şimdi, bütün hesaplarını, Kürt’lerin masada olmadığı bir Ortadoğu üzerine kuranların, yeni dahiyane stratejik planlar yapması gerekiyor.

Sınırın! öte tarafındaki manzaranın resmi bu. Beride ise, tarihe trajikomik müdahale hamlelerinin en nadide örnekleri yaşanıyor. İmtiyazsız ve kaynaşmış Türkiye halkları! olarak, kendi elimizle kaybettiğimizi bulmanın sevincini yaşıyoruz bu aralar. Koster bozuktu, deniz bulanıktı, elektrikler kesikti falan derken, ardımızda yüzlerce ölü, binlerce dram bırakarak ve neredeyse cezaevlerinde yüzlerce can daha yitirecekken, başımıza birkaç gram akıl devşirebildik.

Oysa, akıl o kadar da bulunması zor bir şey değil. Nasihate meyleden için, musibetten bol bir şey yok şu dünyada. Sınırın öte yanında, Haşimi için elinde yağlı urgan gezdiren Maliki, Kürdistan’ı kurdu kuracakken, sınırın berisinde elinde yağlı urganla dolaşırsan, akıbeti çok mu meçhul sanırsın? 

Ama ben yine de tarih bu kadar musibeti üstümüze boca etmişken, kimsenin buna kayıtsız kalamayacağına inanıyorum. Yeni masalarda, yeni cetvellerle, yeni haritalar çizilirken, elinizdeki yağlı urgan ayağınıza dolanır.

Dostlarınızı siz seçersiniz ama düşmanlarınız sizi seçer, denir. Yanlış değilse bile, tam olarak doğru değildir. Savaşın ve düşmanlıkların kaçınılmazlığını ima eder. Oysa savaşmak kolay ama kaçınılmaz değildir.  Barışı tesis etmek ise, evet zor ama mümkündür. Yeter ki barışın gerekliliğini idrak edecek ferasetiniz ve bunu sağlayacak gücünüz olsun.

Bugün, bu coğrafyada barışı tesis etmek için, yine kişisel müdahalelere ihtiyacın duyulduğu bir tarihi süreci yaşıyoruz. Bir tarafta, barışı ihsas etmek için gerekli güce sahip, ama nicedir ferasetini yitirmiş görünen Erdoğan var. Diğer tarafta, imkan tanındığında bu gücü ve feraseti ortaya koyan Öcalan var. Hoşumuza gitsin, gitmesin, bu barışı görünen gelecekte kurabilecek başka şahsiyetler ortada görünmüyor. Dolayısıyla, Erdoğan’ın gerekli ferasete, Öcalan’ın da gerekli koşullara ihtiyacı var.

Tarihin sunduğu musibetlerden nasihat çıkarmaktan Kürt’ler de muaf değildir elbet. Barışın diline sadık kalmak, barışın savaştan daha güçlü bir disiplin gerektirdiğini bilmek, “anlaşmanın” karşılıklı bir eylemi içerdiğini anlamak gerekiyor. Bir masada taraf olarak oturmak, o masada başka bir tarafın varlığına işaret eder. Ve masadaki başka taraf; aynı zamanda başka beklentileri, başka korkuları, başka istekleri, başka tarihi önyargıları da içerir. Masaya bütün bunlarla oturursunuz. Barış, bunları var sayarak ve “anlaşarak” olur.

Tarihin ilginç mizah anlayışı, aslında bir yalıtılmışlığa işaret eden ada kavramını, barışın tesisi ile bütünleştiriyor işte. Mücbir sebepler, adayla anakara arasındaki denizi dolduruyor. Aynı coğrafyada yaşamanın da bir “mücbir sebep” olduğunu ve bunu değiştirmenin ne Kürt’ler için, ne de Türk’ler için mümkün olmadığını bildiğimize göre, herkesin hesaplarını buna göre yapması, yanlışsa revize etmesi gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Lokman Ergün Arşivi