İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Barış savaştan daha pahalı

Barış savaştan daha pahalı

Filozof KANT, Konisgberg Üniversitesinin yaşlı profesörlerinden JOHANN GOTTFRİED HARRE ve Prusya Generali Guenther’in yaveri Teğmen BOYEN; bilgenin Prensler Caddesi üzerinde kilise meydanına yakın üç katlı mütevazi evinin ikinci katında bir araya gelerek toplum, siyaset, devlet, savaş ve barış kavramları üzerine bilgi alışverişinde bulunurlar. Odada en dikkat çekici olan camlı bir çerçeve içindeki 10 mısralık bir kutlama şiiridir. Kant’ın Ordinarius olması üzerine öğrencileri tarafından hazırlanıp kendisine sunulan bir armağandır. Şiirin bir bölümü şu dizelerden oluşuyordu:

            Ün ve şan tasası da olmayan
            Boş gurura boşveren
            Kendi erdem öğretisine tıpatıp uygun
            Bir hayat süren hocaya SAYGI!

Kant, “salt aklın eleştirisi,” “pratik aklın eleştirisi,” “salt aklın sınırları içinde din” isimli kitaplarıyla bilgi, moral, davranış alanında topluma ışık tutan verimli hizmetlerde bulunmuştur. O günün Avrupa’sında uluslar nasıl ki özgür yurttaşlar olmayı savunmuşlarsa; o da “ahlak ve vicdan hürriyetini” savunuyordu. Sohbetin gündemini Polonya’daki karışıklıklar oluşturur. Prof. Harre; Voltaire’nin “savaşmak hakkı üzerine” isimli konuşmasından şu alıntıyı aktararak Avrupa’da devlet yapılanmasındaki bulaşıcılığa dönüşen saldırganlığa dikkat çekmek ister:

“Avrupa yalnız deliliğin ya da bulaşıcı hastalıkların saldırısına uğramaz ki! Kuduran devlet bakanı’nın yabancı bir devlet bakanını ısırması da birkaç ayda 400 bin – 500 bin genç insanın kuduza tutulup telef olmasına yeter.”

Barışa karşı olan Teğmen Boyer söz alır:

“Bu hastalık dünya durdukça ortadan kalkmaz sanırım profesör; biz insanlar sürekli barışı asla gerçekleştiremeyiz. Hamurumuz kavgadan yoğulmuş ne fayda.”

Devreye giren düşünür; “devletlerarasındaki sonsuz barış” için yaptığı çalışmaları sıraladıktan sonra:

“Ordunun görevi sürekli savaş hazırlığı yapmak ve bu suretle öteki devletleri korku ve kuşku içinde tutmaktır. Asker sayısı ve donatım bakımından devletleri sınırsız ve sonuçsuz bir yarışmaya zorlayarak masrafları öyle dayanılmaz hale getirirler ki; BARIŞ SONUNDA SAVAŞTAN DAHA PAHALIYA OTURUR ve onun için de ister istemez patlak verir. Böylece ordu donatım yarışından sakınılmaz bir şekilde saldırganlık savaşları doğar.”

Kalıcı barışın sağlanması için de düşüncelerinin derinliğinden gelen görüşünü şu tümce ile özetler:

“Hiçbir barış anlaşmasında gelecekte yeni çatışmalara sebep olacak kayıplar bulunmamalıdır.”

Yeniden söz alan Teğmen Boyner:

“Peki ama sayın hocam, bu dedikleriniz yerine gelse bile sonsuz bir barış sonsuz bir barış düzeni kurulabileceğine gerçekten inanıyor musunuz? Böyle bir dünya anayasasının garantisi ne olacaktır?

Kant:

“Bu kurucu anayasalar, uluslar üstü hukuk ve bireye dünya yurttaşlığı hakkının tanınmasıyla mümkün olacaktır” der.

Prof. Harre:

“Fakat İngiliz Pope demiyor mu ki, en iyi hükümet en iyi yönetilendir ve dünyayı sistemler değil, insanlar da kötüdür.”

Kant:

“İnsan türünün tarihi tabiatın gizli bir planının uygulanması gibi gözükür. Bu planın amacı iç ve yine aynı amaca hizmet etmek üzere dış yetkinlikte bir devlet düzeni (yasası) meydana getirmektir, öyle toplumsal bir durum yaratmak ki, tabiat ancak o koşullar altında insanoğlunun bütün yetkilerini genişletebilir.”

Tarihin bütün dönemlerinde toplumu değiştirmeden sistemi değiştirmenin sakıncaları görülmüştür. Ortadoğu’da Prof. Harre’nin dile getirdiği gibi “dünyayı sistemler değil insanlar yönetiyor, insanlar da kötüdür.” Ne yazık ki milliyetçi, militarist, muhafazakar bir çizgide yetiştirilen Ortadoğu toplumları; mazlumlara karşı daha acımasız oluyorlar. Teğmen Boyen’in “hamurumuz kavgadan yoğrulmuş” sözü halen toplumların önemli bir gerçeği. Tüm Ortadoğu’da güvenlik güçlerini yetiştiren kurumlar kavgayla yoğrulmuş bir hamur üretiyorlar. 30-40 yıldır zorla iktidarı ele geçiren diktatörlerin iktidarları sarsılırken; yerine geçen milliyetçi, muhafazakar kesimler içinde eşitlik ve adaletin olduğu bir demokratik düzeni hayata geçiremiyorlar. Bırakın çağdaş bir demokrasiyi; Muaviye ile H. Ali arasındaki iktidar kavgasını; derinden gelen bir dalga gibi yeniden Müslüman toplumların gündemine taşıyorlar. Birer bölge devleti konumuna sahip İran ile Türkiye’de Şİİ-SUNNİ çatışmasında gizliden gizliye aktif rol alıyorlar. Devlet kurumları bu mezhepsel kavgalara göre oluşturulup yönlendiriliyor. Çünkü Türk ve Fars milliyetçilerini iktidara taşıyan, iktidarda tutan faktörlerin en önemlisi bu mezhepsel mayadır. İnsanları yakıt olarak savaşa sürükleyen duygular da son derece yüzeysel ve geçicidir. Kant’ın dediği gibi “yönetimler birbirlerine sürekli korku içinde” bakıyorlar. Silahlanma yarışı tüm hızıyla devam ediyor. Halktan alınan vergilerden aslan payı silahlanmaya yatırılıyor. Aşırı silahlanma orduları sürekli saldırgan bir pozisyonda tutuyor. Evrensel yasalar, insan haklarıyla ilgili uluslar arası sözleşmeler bölgede uygulama alanı bulamıyor. Hukukta daha ziyade keyfiyete dayalı bir uygulama yürürlüktedir. Öyle bir hukuk ki; ezilenin, mazlumun kendi kimliğinden bahsetmesini mahkeme tutanaklarına geçmesini kabullenemiyor.

Kant’ın tüm iyimserliğine rağmen; Teğmen Boyer’in barış konusundaki endişeleri aradan 230 yıl geçmesine rağmen devam ediyor. Yaşadığımız coğrafyada Teğmen Boyer’in yandaşlarının sayısı; filozof Kant gibi düşünenlerden kat kat fazla. Barış ufukta gözükmezken, savaşlar bölgedeki tüm ülkelerin kapılarına gelmiş dayanmış. Türkiye’de savaş çığırtkanlığını yapanlar “yurtsever,” “kahraman” ilan edilirken; barışı seslendirenler “hain,” “bölücü” ilan edilip zindanlara gönderiliyor. Sanki filozoflarında yanılgıya düştüğü bir dünyayı yaşıyoruz. Türkiye, İran, Irak, Suriye’deki milliyetçi, muhafazakar gelişmeler insanı ürkütüyor. Sanki insanlar yeniden bir etnik ve mezhepsel savaşa hazırlanıyor. “Demokratik cumhuriyet,” “özgürlükçü demokrasi,” “inanç özgürlüğü,” evrensel hukuk normları; Tanrının çadırını kurduğu Ortadoğu coğrafyasında her ne hikmetse aşı tutmuyor. Yeniden bir eskiye dönüş yolculuğu başlatıldı. Bu karanlık yolculukta Sümer Rahiplerinin devlet geleneğini sürdürmek isteyenler; daha önce karşı çıktıkları teknolojik gelişmelere sahip çıkarak iktidarlarını pekiştirmeye çalışıyorlar.

Bu yeni gelişmeler karşısında bölge insanlarının Kant’ın öngördüğü ve gücün evrensel yasalardan alan bir devlet düzenine kavuşmaları mümkün değildir. Doğrusu, coğrafyamızda filozofların istek ve özlemlerinin yanıt bulması için koşullar hiç de elverişli değildir. İpleri geriye doğru çekenlerin hızla artışı endişe vericidir. Henüz farklı etnik ve mezhep kimliklerini içine sindiremeyen egemenlik sistemleriyle karşı karşıyayız. Uygarlık arabasının tekerlekleri eski duraklara çevrilmiş. Tarih boyunca bölge halklarına yaşatılan acılar yeniden yaşatılacak. Kısacası 2012 yılında ileri-geri kavgasını sürdürenlerden; ipleri geriye doğru çekenler kazandı. Barışı savunmak her gün biraz daha zorlaşıyor. Devletler; Sümer’den bu yana birbirlerinin alternatifleri olan iki elit grup arasında sadece el değiştiriyor. Son yüzyılda darbelerle iktidarı ele geçiren Sümerlerdeki “lugal” geleneğinden gelen savaşın şahinler; iktidarı tarihi hasımları olan rahip geleneğini sürdürenlere kaptırıyor. Halkın, geniş yığınların, ezilen sınıf ve tabakaların iradesini temsil eden üçüncü alternatif ne yazık ki ufukta bile gözükmüyor. Kamuoyuna “halk devrimleri” “Arap baharı” gibi yutturulan sadece bir aldatmaca. O bahaın birkaç yıl içinde sert esintili bir kışa dönüşeceği görülecektir. Çünkü iktidarı ele geçirenler milliyetçi, muhafazakar düşüncenin temsilcileridir. Düşünceleri birçok alanda reform geçirmediği için eşitlik ve adalet duygusundan yoksundur. Uygulamada Ortadoğu halklarından esirgenen eşitlik ve adalet duygusudur. Bölgeye barışı getirecek olgu da yine eşitlik ve adalet anlayışı ve bunun anayasal güvenceye bağlanmasıdır. Yeni Irak anayasasının 140. Maddesi 10 yıldır uygulamaya konulmuyor. Hatta kendi aralarında mezhep kavgasına tutuşan milliyetçi, muhafazakar Araplar; adı geçen maddeyi anayasadan çıkarmak istiyorlar. Diğer komşu ülkelerde de durum pek farklı değil. Türkiye’de başlatılan yeni anayasa çalışmaları; tam bir uygulama taktiği ile sürdürülüyor. Bu koşullarda bölgede barışın egemen olması çok zor görünüyor. Bilge Kant’ın vurguladığı gibi “BARIŞ SONUNDDA SAVAŞTAN DAHA PAHALIYA OTURUYOR.” 250 yıl önce Avrupa devletlerinin yaşadığı süreci yaşıyor, 90 yılda anayasalar; üç kez gerçekleşen askeri darbe yönetimleri tarafından Kütlerin inkarı esas alınarak yapıldı. Günümüzde sivil iradenin yapması beklenen yeni anayasayı hazırlayan kadroların her gün biraz daha milliyetçi ve muhafazakar bir çizgiye kaymaları; Kürtler ve özgürlükler konusunda beklentisi olan çevrelerde kaygı uyandırıyor.

ALINTILAR; Emin Türk Eliçin’in Tarih Boyunca İleri-Geri Kavgası isimli eserinin 355. Sayfasından alınmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi