M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Barış konferansı ve keskin nişancı

Barış konferansı ve keskin nişancı

Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümünde 12 Eylül 2015 Cumartesi İstanbul’da Beşiktaş’ta 3. Barış ve Demokrasi Konferansı yapıldı. 2013 yılından beri konferansın delegasyonuyum. Ne yapıyorsunuz ya da ne yaptınız diye sorarsanız cevabım yok. Konuşmacı olarak kürsüye çıkıp “havanda su dövüyoruz” deyip HDP Milletvekili İdris Baluken’i sorgulayınca bizim siyasilerin de eleştiri kaldırmadığını anladım.

47 yıl hiçbir partinin ve siyasetçinin “havuz medyası” olmadığım için birileri yapılan haklı eleştiriyi kaldırmasa da, gönül koysa da doğru bildiğimi söylemekten ve yazmaktan vaz geçmeyeceğim. Allah’ın bildiğini kuldan saklamak gibi bir niyetim olmadı, olmayacak ta.

Konferansı analiz edecek olursam:

Samimi olarak bazı delegeler uzaklardan ( Diyarbakır, Konya, Ankara, İzmir, Mardin, Kars, Mersin, Adana, Van vb.) gelmemize rağmen İstanbul delegasyonunun çoğu Konferansta yoktu. İlk konferansta oturacak yer değil, salonda ayakta duracak yer bulunmazken (her halde o zaman savaş yoktu) İstanbul Konferansında salonun 3 te bir ancak dolmamıştı.

Sabah ondan, saat 18 sularına kadar devam eden Konferansın bütünlüğü içinden ister inanın, ister inanmayın 1998 – 2008 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıcı,  CHP eski Milletvekili Rıza Türmen dışında ben dâhil her kes çok konuştu boş konuştu.

Neden mi? 8 Haziran başlayan; 22 Temmuz Suruç katliamı ile savaş konseptine dönen Kürd halkına neler yapılmadı ki! Komşuları tarafından öldüresiye dövülerek kan revan içinde “ulu önderleri Atatürk!” büstü öptürüldü. Küçük çocuğun ağzı burnu kan revan içinde kalana dek tartaklandıktan sonra Türk bayraklı başörtülü resmi face ve twitter de paylaşıldı. Yapılanlar bir dramdan çok bir trajedi, bir millet için aslında yüz karası tabloydu.

Çeşitli batı şehirlerinde 400 ü aşkın HDP binaları ve de Başkentteki Genel Merkez binası yaktılar, yıktılar, döktüler. Hızını alamayan faşist güruh Kürdçe konuştuğu için sokak ortasında Kürd genci bıçaklayıp öldürüldü. Doğu, Güneydoğu’dan Batıya giden firmalara ait otobüsler, bölge plakalı araçlar taşlandı, yolcular barbarca linç edilmek istendi.

Aylardır savaş uçakları kendi topraklarını bombalıyordu. Kürdlerin başkent bildikleri Diyarbakır Sur içinde, Tarihi kentler Silvan, Cizre, Yüksekova, Silopi ve daha birçok şehirde 1990’lı yıllara rahmet okutan; 12 Eylül’de olmayan sokağa çıkma yasakları; Olağanüstü Hal ilan edilerek haftalarca çocuklar, ihtiyarlar, siviller faili belli “keskin nişancılar” tarafından katledildi. İktidarlarını güçlendirmek, 1 Kasım’da yeniden iktidar olmak için Kürd coğrafyası tamamen terörize edilerek kaos, korku, sindirme plan ve projesi devreye kondu.

Devleti ele geçiren “tek adam”, kendisine biat etmiş parti ve hükümet üzerinden savaş başlatmıştı. Sırf Kürdler dünyanın birçok demokratik ülkelerinde var olan federe, özerk yönetimin adını seslendirdikleri için 4 bine yakın siyasi, partili, partisiz Kürd ve de yüzde 90 oy alarak seçilmiş Belediye Başkanları yasal, anayasal dayanak olmadan tutuklanıyordu.

Bütün bu kötülüklerin tamamının sorumlusu iktidar, güç sahibi hükümet ve “tek” adam iken; sorumlu olarak HDP’yi gösteriliyorlardı. Kitleleri inandırmak için havuz medyası devreye konuyor; kitle terörüyle Kürdler susturularak hedefe ulaşma projesi sürdürülüyordu.

Olup bitenlerin ışığında İstanbul’da 3. Konferans toplanıyordu. Bu sefer olsun mutlak bir şeyler yapılacak diye büyük bir hevesle Konferansa gittim. Konuşmacılardan biri HDP’nin 24. Dönem Bingöl, 25. Dönem Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’di. Ve saatlerce Kürd hareketinin tarihçesini anlatmaya başladı. Evet, egemenler strateji, plan, projeleri ile Kürd halkını yok etmekle tehdit edip sindirirken Kürdleri temsilen seçilen vekil Baluken salonda herkesin sular seller gibi bildiği Türkiye’deki mücadele tarihini bizlere anlatıyordu.

Konferansın adı ve amacı başlığında o kadar açık bir şekilde ifade edilmişti ki; “Kürd sorununun çözümü için Müzakere ve Barış İçinde Yaşama Hakkı Konferansıydı.” Durum bu olunca haklı olarak Konferansta Sayın Bluken’e verilen arada bunu hatırlattım, “parti olarak işlenen cinayetler, yakılan yıkılan, yüz binlerin hapsedildiği şehirler, batıdaki saldırılara karşı stratejiniz nedir? Plan ve projeleriniz parti olarak neler yapılacak? Bizlerden talebiniz var mı? Bu kanlı, vahşi, kirli süreci atlatmak için neler yapılacak, yapılmalı söyleyin” dedim.

Son derece soğuk, isteksiz, beklentilerimden çok uzak bir anlam ifade etmeyen bir karşılık verince mesajımı almıştım. Zaten Oturumda Sayın Baluken ikazımı hiç dikkate almadan tarihçe konusuna girince Konferans konuşmamın konusunu belirledim.

Ne mi dedim? 2013, 2014 Konferanslarında söylediklerimi tekrarını güncelleştirerek düzenlenen Konferansların Kürd meselesine hiçbir katkı sunmadığımızı, kendimiz söyleyip, kendimiz dinlediğimizi ifade ettim. “Tek Adam” Sarayında danışmanları ile 7 Haziran gece yarısından başlayarak stratejisini, plan ve projesini devreye koyduğunu; Selahattin Demirtaş ve 2-3 HDP vekili ile bazı yöneticilerin bireysel gayretleri dışında 80 HDP’li vekilin hiçbir şey yapmadığını, toplu bir strateji, plan ve projesinin olmadığını söyledim.

Tek adamın “şehitlerin tabutları” üzerinden safını güçlendirme gayreti içindedir. Son derece kirli bir siyaset sürdürülüyor. O kadar ki AKP kongresinde (aynı gün kongreleri vardı) Başbakan Davutoğlu işlenen onca cinayet, baskı, zulüm yapılıp, şehirlerin yakılırken kongre salonunda: “Demokratik sürecin geriye doğru işlemesine izin vermeyiz” diyebiliyordu.

Cizre’de 150 bin insanın hapsedildiği çocuk ve yaşlıların keskin nişancılar tarafından kafalarından tek kurşun ile öldürüldüklerinde bunları söyleyerek toplumu manipüle ediyordu.

Sayın Rıza Türmen’in; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 15 Aralık 1978’de oybirliği ile kabul edilen bildiride “Her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkına sahiptir” hatırlatmasını yaptıktan sonra:

“1984 Birleşmiş Milletler ve 2010 Santiago bildirisi ile barışın insan haklarına içerik kazandırılmış. Barışın insan hakkı olarak korunması için devletlere yükümlülük getirilmiş. Devlet barışı sağlamaya mecbur edilmiştir. Bu bildiriye imza koyan Türkiye’de halkını düşman olarak göremez. Dağlarını bombalayamaz. 150 - 200 bin insanın yaşadığı şehirleri esir alıp sokağa çıkma yasağı ile cezalandırama gibi bir eylemde bulunamaz. Devlet kendi vatandaşına dağda son insan kalana kadar öldüreceğim diyemez. O halkı ya da çocuklarını peşin suçlu gösterip sivilleri öldüremez” dedi. (Zaten sonuç bildirgesi de Türmen’in ifadeleri ve HDP’ye yapılan saldırılar dile getirmek, ‘silahlar sussun” demekten başka bir şey yoktu.)

Sayın Türmen’in bu vahşeti yapan devleti bireysel değil ama siyasi olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Birleşmiş Milletlere başvuru hakkı olduğunu ifade ettiği için Baluken şahsında HDP, Birleşmiş Milletler, Avrupa Topluluğu, Dünyanın önemli Başkent, Meclis ve Parlamentolarında ne yaptınız, ne yapacaksınız sorusunu yönelttim.

Demek istedim ki; 80 Milletvekili, 2 Bakan ne yapıyorsunuz? Avrupa’dan sorumlu olan Bakan var, “boru” değil “bakan” bu demek istedim. Dağlara vurup Cizre’ye gideceğine, Demirtaş’ı Avrupa yollarına düşürtüp her şeyi ona yükleyeceğine Avrupa Parlamentosunun kapısına “çadır” kurup Türkiye’de Kürd coğrafyasında neler olduğu resim, video, pankartlar ile duyurun demek istedim. Ses çıkartmayan AB, ABD şahsında dünya kamuoyuna Kürdlerin sesini duyurun dedim. Cizre’de sokağa çıkılmayan on günde 23 sivil katledilirken, çocuk ve yaşlılar keskin nişancılar tarafından alınlarından vurulurken 4 bin polisten birinin burnunun bile nasıl kanamadığını kulak tıkayan AB, ABD kamuoyuna duyurun istedim.    

Bunu istedim diye bana gönül koydular. Allaha ısmarladık derken elimi kerhen sıkıp surat astılar. Diyeceğim o ki, vekillerimiz eğer bizler ölürken, şehirlerimiz yakılıp yıkılırken stratejiniz ne, projeleriniz ne, keskin nişancılar acımasız 7 yaşındaki çocuğu, 75 yaşındaki ihtiyarı alınlarından vururken ne yapıyorsunuz soru ve eleştirilerine gönül koyuyorlarsa Kürd halkının işi hiç mi hiç kolay değil. Allah yardımcımız olsun. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Latif Yıldız Arşivi