İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Alamut kalesinde barış görüşmeleri

Alamut kalesinde barış görüşmeleri

Hz. Ali ve Muaviye arasındaki iktidar kavgası Müslümanları düşman iki kampa ayırmıştı. Halifeliği saltanata dönüştüren Emevi ve Abbasiler Sünniliği kutsal kitaba dayanan, onu en iyi tanımlayan yol olarak benimsemişlerdir. Oysa tarihte kendi başlarına güçlü yönetimler kurmuş Farslarla Mısırlılar; Arap yönetimlerinin kavmiyetçilik potalarında erimemek için Hz. Ali ve çocuklarının sevgisini ve uğradıkları haksızlığı öne çıkararak, Bağdat’taki merkezi Arap yönetimiyle iktidar yarışına girmişlerdir. Şiiler olarak da bilinen bu ekolün temsilcileri “Alevi” ve “Fatımi” örgütlenmeleriyle sahneye çıkarak İran ve Mısır’da zamanla devletleştiler. İktidar yarışına katılanlar mezhep sayısında artış meydana getirmişlerdir. Döneminde en fazla öne çıkanlardan biri de HASAN SABAH’tır. Fanatik bir Şii ailenin oğluydu. “Nişabur şehrinde KUR’AN okulunu ziyaret ederken, sonradan İran Selçukilerinin baş vezirliğini yapan NİZAM-ÜL MÜLK ile dost ve kan kardeşi olmuştu.” Hırslı, iktidara düşkün, İran’daki Selçuklu varlığına karşı ve son derece cesur bir kişiliğe sahipti. Hayal ettiği iktidar şatosunu kurmak için yetiştirdiği fedailerle hasımlarını ortadan kaldırmayı yöntem olarak benimsedi. İran’da Kazvin kenti yakınlarındaki “kartal yuvası” olarak adlandırılan ALAMUT KALESİ’ni ele geçirerek “ŞEYHÜLCEBEZ” yani “Dağdaki Koca” lakabını aldı. Fedailerin yaptırdığı suikastlarla İran Selçuklu yönetimi ile diğer hasımlarına korkulu yıllar yaşattı. Eski dostu baş vezir Nizam-ül Mülk’ü askeri karargâhında bir fedaisine öldürtmeyi başardı.

Eylemlerin artması ve korkunun Tahran’daki Selçuklu Sultanlarının sarayında hissedilmesi üzerine; 100 bin kişilik bir orduyla Alamut Kalesi’nin üstüne yürüme kararı alındı. Tahran ile İsfahan arasındaki yolları kontrol altına alan Selçuk yönetimi; saldırıyı gerçekleştirmeden önce Alamut Seyduna’sına bir barış heyeti göndermeyi uygun görür. Hasan Sabah’ın siyasi ve askeri gücünü de yerinde görmek isteyen barış heyeti Alamut’a doğru yola çıkar. Aynı zamanda kendisiyle dostluk arayışına girmek isteyen Selçuklu Sultanı CELALÜDDEVLE; himayesinde bulunan Arap emirlerinden Ali Tayfur’u Hasan Sabah’la görüşmek üzere Alamut kalesine gönderir. Ali Tayfur’un başkanlığındaki Selçuk elçilik heyeti Alamut kalesine yaklaştıkça; Şeyhülcebel’in yöre halkı üzerindeki etkin otoritesine daha yakından tanık olur. Konakladığı bir köyde bir kadının giysilerini parçalayıp külleri başına serptiğini görünce nedenini sorar: “Meğer oğlu Şeyhülcebel’den aldığı bir katil emrini yerine getirdikten sonra sağ salim geri dönmüş, oysaki mukaddes iman uğruna canını da vermesi gerekiyormuş” yanıtını alır. Alamut surlarının yakınına gelen Ali Tayfur’un gözleri bağlanarak “dik ve baş döndürücü uçurumlar”dan geçirilerek kaleye alınır. “Esrarlı mezhebin esrarlı önderiyle buluşan Selçuklu elçisi Ali Tayfur; tarikatın yarattığı sistemi “dâhiyane” ve “mantıklı” bulur. Aynı zamanda bir bilge olan Ali Tayfur; Hasan Sabah’ın huzuruna çıkarılmadan önce iki gün fedailerin başı olan KAH BUZUR UMAYD sorgulanır. Zaman zaman aralarında sert tartışmalar olur. Selçuklu elçisi kadar bilge ve güngörmüş “ak sakallı, alev bakışlı” fedailerin önderi Kâh Buzur Umayd: “Sultanın sizi maksadımızın ne olduğunu, bir barış anlaşması için ne şartlar ileri sürdüğümüzü öğrenmeye gönderdi. Bizim istediğimiz irademize boyun eğilmesi, insanların ruh ve düşüncelerine hükmetme yetkimizin tanınmasıdır. Şeyhülcebel’in hikmet ve kudreti karşısında Sultan da boyun eğmek zorunda kalacaktır, ey emir!” der. Alamut temsilcisinin bu tehditkar sözleri karşısında sertleşen Selçukluların elçisi “Ne diyorsunuz siz Allah aşkına! İnsan aklını kaçırmadan düşünebilir isteyebilir mi ki, büyük bir devletin kudretli hükümdarı yüz bin kişilik bir ordunun başbuğu, bir dini cemaatin lideri karşısında boyun eğsin ve iktidarın en önemli kısmını onun eline bırakmaya razı olsun? Geri adım atmayan ihtiyar kurt Kâh Buzur Umayd: “İmamlığın ruhani kudretini tanısa ve İsmailiye mezhebinin yayılmasına engel olmaya kalkmazsa efendimiz herhalde daha akıllıca davranmış olurdu!” Söz alan Ali Tayfur: “Ya kuvvete kuvvetle karşı koymak, ordusunu üstünüze gönderseydi ne olurdu?” Fedailerin başı Kâh Buzur “Budalalık etmiş olurdu! Biz haşhaşinlerin denenmiş başlıca hikmetlerimizden biri de basit asker yığınlarıyla açık bir savaşa girmemektir. Biz onların başlarını, komutanlarını ortadan kaldırmakla yetiniriz. Biz halkları, ulusları katletmeyiz, tek tek devlet adamlarını, vezirleri ve sultanları gizli ajanlarımızın eliyle öbür dünyaya yollamayı amacımıza daha elverişli sayarız!”

Ali Tayfur ile Kâh Buzur arasındaki ön görüşmeler sonuç vermemiş, Selçuklu temsilcisi iki gün sonra Alamut Seyduna’sının karşısına çıkarılmış, gözleri önünde fedailerine gerçekleştirdiği intihar eylemleriyle; Tahran’daki Selçuk Sultanı Celalüddeule’ye mesaj yollamıştı. Hasan Sabah’ın makam odasında gerçekleşen iki intihar eylemini de; ilgili kaynaklardan derleyen araştırmacı yazar Emin Türk Elçin’in kaleminden okuyalım:

“Yastıklardan bir tepe üstünde bağdaş oturan Hasan Sabah 80’lik bir ihtiyardır. Açık duran bir kemer pencereden engin bir uçurumun koyu gölgesine bakmaktadır. Refiklerden en iyileri, en denenmişleri koca şefin kapısı önünde nöbet tutmakta ise de onlar dahi asla içeri girmeye yetkili değildirler. Üstat tam 15 yıldan beri adımını bu odadan dışarı atmamıştır. Büyük kudretinin bir kısmını bu perde arkası varlığına borçludur. Sultanın arzusunu ve teklifini elçinin ağzından bir kere daha dinleyen Hasan cevap vermeden önce ellerini birbirine vurur ve içeri girip huzurda yere kapanan yiğit bir gence, sanki bir bardak su istercesine bir soğukkanlılıkla, “pencereden aşağı atla!” diye emreder. Ok gibi doğrulan genç çifte kemerli pencereye doğru hızla koşar ve Ali daha ne olduğunu kavrayamadan uçuruma atlayıp gözden kaybolur. Hasan bir kere daha elini şaklatır ve içeri gelen yeni bir nöbetçiye “öldür kendini” der. Adam göz açıp kapayıncaya kadar hançerini kalbine saplamış ve üstadın ayağına kapanır gibi yere yıkılmıştı. Şimdi elçiye dönerek şu korkunç haberi verir: “Her iki öz oğlumu, kendilerine verilen emri yerine getirmekte tereddüt ettikleri için öldürttüm. Bunlardan (böyle derken yerde yatanla pencereden atlayanı işaret eder) memleketin her tarafına dağılmış 70 bin fedaim vardır!” Ve bu işaretle görüşmenin bittiğini bildirir. İşte hepsi bu kadar! Emir Ali’nin elçiliği Alamut sarayında haftalarca süren bir zoraki konukluktan sonra, bu iki kısa görüşme ile ve tam bir fiyasko ile bitmiştir. Elçi Sultanın sarayına dönüp rapor verdiğinde Celalüddevle ordunun hemen geri çekilmesini emreder. O veziri Nizamülmülk gibi hançer veya zehirle ahirete yollanmak istememektedir.[1]

Tarihin bütün dönemlerinde barışı; güçlü hükümdarlar, kendine güvenen yönetimler gerçekleştirmiştir. Güçsüz iktidarların insanlık tarihinde barışa imza attıkları görülmemiştir. Barış; erdem, bilgi, cesaret ve kendine güven işidir. Selçuklu Sultanı Celaluddevle birçok İran, Anadolu, Mezopotamya yöneticisinden farklı bir dirayet ve kendisine güven duygusunu sergilemiştir. Bölgemiz egemenlik tarihinde bu tür erdemli davranışı sergileyenlerin sayısı oldukça azdır. Onun içindir ki coğrafyamız halen de çatışma ve savaş alanı olmaktan kurtulamamıştır. Büyük, küçüğe karşı hep güçlü olduğunu ispatlamak için savaşmayı yöntem olarak benimsemiştir. 100 bin kişilik ordusuna güvenerek, Alamut’un gücünü küçümsemeyi dirayetli Selçuklu Sultanı ret etmiştir. İnsanların kitleler halinde ölüme gitmesine gönlü razı olmamıştır. Selçuk hükümdarı Alamut gerçeğini yakından rapor eden danışmanlarına inanarak ve güvenerek; büyük katliamların önüne geçmiştir. Düzenli ordu olmazsa bile 70 bin fedainin gücünü ciddiye almış, doğru olanı yapmış kolaya karşı zor olanı başarmıştır.

Ülkemizde üç dönemdir iktidarda bulunan AKP hükümetinin Kürtlerle barışı seslendirmesinin de gücünden kaynaklandığı söylenebilir. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Orta Doğu egemenlik sistemlerinde pek alışık olmayan davranışını onurlu ve övgüye değer buluyorum. Bölge egemenlerinden farklı olarak barış dilini kullanması güçlü olmasının kanıtıdır. Umarım geri adım atmaz, kendisini sağlıklı bilgilendirin günümüz Ali Tayfurlara itibar eder ve günümüzden yaklaşık 900 yıl önce İran’da iktidarda bulunan Selçuk Sultanı Celalüddevle’nin gösterdiği barış tercihiyle tarihe geçer. AKP’den önceki tüm hükümetler; Kürt Alamut’unun gücünü küçümseyerek savaşı tırmandırdılar. Bu da binlerce Türk ve Kürt gencinin yaşamına mal oldu. Bir 21. yüzyıl iktidarının barış alanında 900 yıl önce yaşayan bir Selçuk Sultanının gerisinde kalması; çağımızın gerçeklerine, gelişen evrensel hukuk anlayışına, insan hakları hukukuna ve ulusların kendi kaderlerini belirleme ilkesine de aykırıdır. Temennimiz Sayın Başbakan geri adım atmaz, barış alanında umut ve kardeşlik vaat eden ısrarını sürdürür.



[1] Emin Türk Eliçin,Tarih Boyunca İleri-Geri Kavgası,s:136-137

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi