İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Ahmed'imi gördünüz mü?

Ahmed'imi gördünüz mü?

Türkiye Cumhuriyeti, Türk ve Kürt halklarının ortak mücadelesiyle kuruldu. Asli unsurlardan biri olarak Kürtlere verilen sözler vardı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk"ün bu konudaki söylemleri, talimatları belgelerde yer almıştır. Aslında söylenenler savaş koşullarının ürünü olan politik sözlerdi.

 

Milliyet gazetesi başyazarı ve aynı zamanda devlete teorisyenlik yapan Taha Akyol, 17 Kasım 2008 tarihli “Atatürk ve Kürtler” başlıklı makalesinde; “Mustafa Kemal Paşa"nın Amasya Protokollerinin gizli tutulan 2. kısmında, Kürtlere özerklik (muhtariyet) sözü verildiğine” dikkat çektikten sonra, şunları da ilave etmeyi ihmal etmiyordu: “Bundaki amacın, Kürtlere "Zahiri bağımsızlık" vaat eden İngiliz propagandasını etkisizleştirmek olduğu belirtilmiştir.”

 

Bu tespit o günkü siyasi koşullarda ve tamamen Kürtleri aldatmaya yönelik sözler olduğu biçimindeki tezimizi doğrular niteliktedir. Zaten uzun süren LOZAN tartışmaları incelendiğinde; Cumhuriyetin temelinin Kürtlerin inkar ve imhası üzerine atıldığı açıkça görülecektir. Cumhuriyeti kuranlar; coğrafyalarıyla birlikte parçalanmış bir Kürt halkını; Musul-Kerkük petrollerine tercih etmiş ve uzun tartışmalardan sonra kararlarını da bu yönde vermişlerdi. Bunun en canlı kanıtı ise daha önce Musul, Kerkük ve Süleymaniye"nin güneyinde geçirilmesi düşünülen Misak-ı Milli sınırlarının Şemdinli, Çukurca ve Cizre"nin kenar mahallelerine kaydırılmasıdır.

 

Bazı milletvekillerinin yoğun eleştirileri karşısında meclis kürsüsüne çıkan Mustafa Kemal"in: “Misak-ı Milli şu hat, bu hat diye hiçbir vakitte hudut çizmemiştir. O hududu çizen şey, milletin çıkarı ve Büyük Kurulun bakışıdır. Yoksa bir haritası, mevcut bir hudut yoktur.”[1] Demekle muhalif sesleri susturmuş ve milletin çıkarını sınırların Kürt coğrafyasının hayati organlarından geçirilmesinde görmüştü.

 

1926 Ankara Antlaşması"yla belirlenen Türkiye-Irak sınırlarının tespitinden sonra; Türkiye"nin sınırları içinde kalan Kürt nüfusu dünyanın hiçbir yerinde benzeri görülmemiş koyu ve baskıcı bir asimilasyon yöntemiyle eritilerek ortadan kaldırılması hedeflenmişti. Kürtler, bu inkar politikasına karşı isyanlarla tepki verdiler. Ancak feodal bölünmüşlükle birlikte, Kürtlerin aleyhine oluşan bölgesel ve uluslar arası denge; isyanların yenilgiyle sonuçlanmasına büyük zemin hazırladı.

 

Bastırılan isyanların ardında kurulan idam sehpalarının işlevi bittikten sonra yoğun olan Kürt nüfusunu bölge dışına taşımak için sürgün politikaları devreye sokuldu. Aynı zamanda Kürt kimliğini yok etmek için bölgede çalışmalar yoğunlaştırıldı. Yaklaşık 20 yıl süren sindirme ve suskunluk döneminde yapılması gerekenler rapor edilerek devletin en üst düzey yönetimine sunuldu.

 

Raporlarda akıllara durgunluk veren önlem ve öneriler vardı. Örneğin: İsmet Paşa"nın 1935 yılında hazırladığı raporda “Korkunç Kürdistan"ın” meydana gelmesinde ciddi olarak kaygılanmak yerindedir”[2] ifadesi yer almıştır.

 

Başbakan İsmet Paşa"nın 28 Ağustos 1930 yılında Sivas demiryolu hattının açılış töreninde yaptığı konuşma: Adalet Bakanı Mahmut Esad Bozkurt"un yine 1930 Eylülünde Milliyet gazetesine verdiği demeci; İsmet Paşa"nın 1935 yılında hazırladığı ünlü KÜRT RAPORU; I. Umumi Müfettiş Abidin Özmen"in Kürtlerin bölgede tamamen eritilmesini öneren kapsamlı DOĞU RAPORU; Celal Bayar"ın 1936 yılında kaleme aldığı ŞARK RAPORU; Cemal Gürsel"in Kara Kuvvetleri Komutanı iken Kürtleri yeniden sindirmek için Menderes Hükümetine sunduğu “5000 veya 2500 Kürdü imha edelim veya kamplarda alıkoyalım”[3] biçimindeki raporu; aynı Gürsel"in 27 Mayıs darbesinden sonra 16 Kasım 1960 tarihinde İsveç gazetesi Dagens Nyheter"e verdiği: “Kürtleri ülkeleriyle birlikte yoketmeyi”[4] içeren sözleri; Çalışma Bakanı Bülent Ecevit"in masasına bırakılan “Kürtlerin Karadeniz Bölgesine, Karadeniz Bölgesinde yerleşik LAZLARIN da KÜRTLERİN yaşadığı bölgelere yerleştirme projei;”[5] Ahmet Hasip Koylan"ın Burhan Ulutan"ın raporları ve buna benzer birçok belge; Kürtlerin inkar ve imhasını hedefleyen dokümanlar olarak tarihe geçmiştir.

 

Tüm bunlara rağmen Kürtler de ısrarla direnerek varlıklarını kabul ettirmeye çalıştılar. Günümüzde farklı ve üstü örtülü söylemlerle “Kürtler vardır” deniliyor. Ancak bir halkın varlığının temel şartı olan başta dili olmak üzere doğuştan var olan hakları resmen tanınmıyor. Çatışmalı ortam tüm acımasızlığıyla varlığını sürdürüyor. Yeni savaş yöntemleri devrede. Tırmandırılmak istenen savaşla birlikte ülkemizin her köşesinde gözleri yaşlı anneler yeni tabutlar bekliyor. Yükselen Kürt ve Türk annelerinin feryadını yetkililer duymak bile istemiyorlar. Annelerin bu çığlığı, arayışları bana I. Dünya Savaşına katılan oğlu AHMED"e yeniden kavuşmak için tren garına giden ve gelen geçene: “BENİM AHMED"İ Mİ GÖRDÜNÜZ MÜ?” diyen Anadolu kadınının feryadını hatırlattı. İsterseniz o hazin sahneyi de FALİH RIFKI ATAY"ın “ZEYTİNDAĞI” isimli yapıtındaki anlatımdan okuyalım:

 

“Karargahın içinde "Kudüs düştü" sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden BEYRUT"a, ŞAM"a, HALEP"e gözyaşlarımızı hazırlamak gerekir. Artık yalnız Anadolu"yu ve İstanbul"u düşünüyorduk. İmparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine, Allahaısmarladık; Zeydin Dağı"nın çamları arasında, güneşi hiç sönmeyecek, hiç akşam gölgesi görmeyecek gibi bakan LUT çukuru, şimdi bütün imparatorluğu içine çeken bir mezar gibi genişleyip derinleşiyor. Tren giderken iki tarafımızda SURİYE ve LÜBNAN"ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüs"üz, Şam"sız, Lübnan"sız, Beyrut"süz, Halep"siz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız. Kumandanım harap Anadolu topraklarını gördükçe: "Keşke vazifem buralarda olsaydı" diyor. Keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terk edilmiş vatan parçası üstünde geçseydi…" Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüzbinlerce çocuğun memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene: "BENİM AHMED"İ Mİ GÖRDÜNÜZ MÜ?" diyor. Hangi Ahmet? Yüzbin Ahmet"in hangisini? Yırtık basmasının altında kolunu çıkararak trenin gideceği İstanbul yolunun aksini gösteriyor: "Bu tarafa gitmişti" diyor. O tarafa? Aden"e mi? Medine"ye mi Kanal"a mı, Sarıkamış"a mı, Bağdat"a mı? Ahmed"ini buz mu, kum mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed"ini görsen ona da soracaksın: "AHMED"İ Mİ GÖRDÜN MÜ?" Hayır… hiç birimiz Ahmed"i görmedik. Fakat Ahmed"in her şeyi gördü. Allah"ın Muhammed"e bile anlatamadığı cehennemi gördü. Şimdi Anadolu"ya batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgarlar bozgun haykırarak esiyor. Anadolu: Demir yoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar kamyonlar hepsi; ondan, Anadolu"dan utanır gibi hepsi İstanbul"a doğru, perdelerini kapamış, ışıklarını söndürmüş gizli ve çabuk geçiyor. Anadolu Ahmed"ini soruyor, o da daha dün bir kurşun istifinden daha uzaklaşan Ahmed, şimdi onun pahasına kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz. Ahmed"i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bu anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz AHMED"İ KUMARDA KAYBETTİK.”[6]  

 

Evet, Kürtlere karşı İttihat ve Terakki Cemiyetinin mantığıyla yeniden bütünleşen iktidardaki sivil ve askeri kanatlar; kumar oynamaya devam kararını aldılar. Tarih dersini iyi çalışmayan Başbakan Sayın Recep Tayip ERDOĞAN 2 Kasımda Hakkari"de yaptığı konuşmada, ırkçı çevrelerin yıllardır Kürt halkına karşı geliştirdiği “YA SEV, YA TERK ET” sloganını tehditkar bir ifadeyle yeniden seslendirdi. Aslında bu ırkçı söylemi “YA TÜRKLEŞ YA DA BU COĞRAFYADAN ÇIK” biçiminde okumak daha gerçekçi olur. Son yılların büyük göç dalgalarına rağmen bölgede kalan Kürt nüfusu iktidar çevrelerini endişelendiriyor. Nüfus artışını engellemek, bölge halkının entegrasyonunu hızlandırmak için adeta bir seferberlik ilan edilmiş ve tüm araçlar devreye sokulmuştur. Ancak evde yapılan bu hesap 21. yy.daki bölge ve dünya pazarına uymaz. Kürtlerin demokratik taleplerini dikkate almadan oynanacak tüm oyunlar, kaybedilen bir kumardan öteye geçmeyecektir. Bir kardeş halkın postu üzerinde kumar oynamaya devam etmek ülkemizin birliğine yarar sağlamaz. Kürt ve Türk Ahmed"lerin hayatlarını yitirdikleri kumar yerine; dostluk, kardeşlik ve demokrasi oyununu oynamak tüm Anadolu ve bölge insanlarının yararınadır.

 

“Yırtık basmalı,” ürkek ve oğlunun hangi tarafa gittiğini bilmeyen annelerin devri kapanmak üzeredir. Çok yakın gelecekte Kürt ve Türk anneler Ahmed"lerini kumarda kayıp edenlerin karşısına geçecek ve gür bir sesle hesap soracaklardır. 90 yıllık suskunluk dönemi sona eriyor. Hem ne Kürtler eski Kürtler, ne de dünya eski dünyadır. Irak diktatörü Saddam Hüseyin de Kürtleri tarihten silmek için büyük bir kumar oynadı. Bu kumarın sonunda yalnız hayatını değil, ülkesini de kaybetti. Kürtlerin uzattığı barış elini tutmak, akan kanı durdurmak,  kumar oynamaktan daha iyidir.

 

 


1 İsmail Göldaş, Lozan,s:159

2 Saygı Öztürk,İsmet Paşa"nın Kürt Raporu,s:51

3 Ayşe Hür,Taraf Gazetesi,Osmanlıdan Bugüne Kürtler ve Devlet Yazı Dizisi

4 Ayşe Hür,Taraf Gazetesi,Osmanlıdan Bugüne Kürtler ve Devlet Yazı Dizisi

5 Can Dündar, Ecevit Arşivinden Çıkan Belge

6 Çağdaş Türk Edebiyatı, s:172

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
17 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi