İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Adalet devletten gelmeli

Adalet devletten gelmeli

Ülkemizde 2013 Newroz’u ile başlatılan barış sürecinde devreye akil adamların girmesi yeniden gündeme taşındı. Demokratik hukuk devletlerinde sorunların çözümü için akil adamların öne çıkarılarak görev verilmesi takdir edilecek bir durumdur. Bu yöntemin; hukukun üstünlüğü ilkesini pratikte hayata geçiremeyen, yargının, yürütmenin emrinde olduğu Ortadoğu’nun geleneksel devlet yapıları için geçerliliği yoktur. Rousseau; “ yasama, yürütme, yargı içice geçmişse, anayasa yok demektir”der. Ne yazıkki bölge devletlerinin anayasal işlevleri, bu paha biçilmez sözün içeriğine çok yakın bir konumdadır. Bu coğrafyada hukuk her zaman egemenlik sistemlerinin doğrultusunda karar vermiştir. Hukuk’un üstünlüğünün bulunmadığı ülkelerde akil adamların tarafsızlığından da söz edilemez. Varsa bile sayıları oldukça az olmuştur ve sistem tarafından ya dışlanmış ya da etkisizleştirilmişlerdir. Acımasız coğrafyada tarihte gördüğümüz devlet egemenlerinin ruhlarında da adalet duygusu ya hiç olmamış ya da çok zayıf olmuştur. Adaletsizlik, akil adamlarında çemberini daraltmış ve onları yönetime bağımlı kalmaya adeta mahkum etmiştir.

Bilindiği gibi İslam aleminde Hz. Ali ile Muaviye arasındaki iktidar kavgasında, tarihe HAKEM OLAYI olarak geçen, günümüzde seslendirilen akil adamlar arabuluculuğuna benzer bir olay yaşanmıştır. Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkilerin henüz çok canlı olduğu bir dönemde kutsal inançları kullanarak devletleşen Arap ileri gelenleri insanlık tarihinde emsali görülmemiş bir iktidar savaşına girişmişlerdi.   İslam’ın zarar görmesinden, arapların fazla kan kaybından endişelenenler, dökülen kanı durdurmak için taraflarca akil adam sıfatına sahip iki vekilin tayin edilmesi kararlaştırılır. Gerek Hz. Ali’nin gerekse Muaviye’nin azil yetkisi dahil, tüm yetkilerini vekillere devretmesi önerisi kabul görmüştü. Hz. Ali, Basra valisi Musa el Aşari’yi vekil tayin ederken Muaviye de entrikaları ile ünlü Mısır valisi Amr bin As’ı vekil olarak görevlendirmişti. Kılıç şakırtılarının susmadığı savaş meydanında, uzlaşmak için bir çadıra kapanan hakemler vekaletini üstlendikleri Hz. Ali ile Muaviye’yi  azletme kararını alırlar. Doğruluğu temsil eden ve alınan kararların eksiksiz bir biçimde taraftarlara aktarma prensibine bağlı kalan Musa el Aşari azil konusunda alınan kararı açıklamasının ardından aynı kürsüye çıkan Amr bin As, Musa el Aşari’nin azlettiği halife Hz. Ali’nin yerine, kendisine verilen vekalet yetkisini kullanarak Muaviye’ye hilafet makamına oturttuğunu ilan etmişti. Böylece bölge egemenlerinin genetik yapısında var olan hile yeniden hem de kutsanarak saltanatını yenilemiş ve günümüze kadar sürdürmüştür. Hile, Muaviye’yi iktidara taşımakla kalmamış kutsal inanca da bir balans ayarı vererek dini inancı egemenlik sisteminin emrine koyan bir kuruma dönüştürmüştür. Bölgede önceden var olan hileye Muaviye tarafından resmiyet ve kutsiyet kazandırılmıştır. O resmiyet, Emevi’nin 89 yıllık iktidarından sonra Abbasi, Selçuklu, Osmanlı, İran sarayları hukukunun gizli ama sık sık uygulanan en önemli maddesi olacaktı. Anadolu halkı da Osmanlı’nın adaletsiz, baskıcı, katliamcı, aldatıcı politikasını “Osmanlıda oyun bitmez” sözleri ile özetlemişti.

Kürt halkının gasp edilen haklarının iadesi ve özgürlüklerinin tanınması yeni hukuki düzenlemelere bağlıdır. Çünkü devlet bu özgürlükleri, adına hukuk dediği bazı uygulamaları da yasaklamıştı. Çiçero : “ özgürlüğün tek yolu hukuktur ” der. Hukuki düzenlemeler yapılmadan akil adamların da fazla bir işleri yoktur. Akil adamların tarafsızlığı da yapılacak hukuki değişikliklere bağlıdır. William Godwin “ Adalet bütün ahlaki görevlerin toplamıdır ” uyarısında bulunmuştur. Kürt sorunu her şeyden önce ahlaki bir sorundur. Dünyanın küçüldüğü, evrensel hukuk normlarının öne çıktığı bir dönemde hiçbir güç Kürtleri yok sayan, inkar eden yasalarla yanında tutamaz. Irkçılığı, muhafazakarlığı, ilkel milliyetçiliği koruma altına alan adalet sistemi Ortadoğu’ya sadece kan ve gözyaşı hediye etmiştir. Yeni bir barış ve kardeşlik düzeni, yeni bir adalet sistemi ile kurulabilir. Günümüzden yaklaşık  2300 yıl önce yaşayan bilge Aristo’ya göre “ adalet devletten gelmeli. ” Devletin açtığı adil kanalla da yürüyemeyen akil adamların manevra alanları oldukça sınırlıdır. Bilge Konfüçyus’a göre de “ adalet, kutupyıldızı gibi yerinde durur. Geriye kalan her şey onun etrafında döner. ” Türk’lerle  Kürt’ler arasında oluşturulan adaletsiz, karanlık tünele eşitlik getiren bir ışık verilmeden mumun etrafında dönen akil adamlar pervanesi ışıktan nasibini alamaz, gözleri kamaşır ve birbirlerine çarparak tek tek mumun dibindeki karanlık zemine düşerler. Onun için önce yüksek frekanslı bir adalet ışık kaynağını Ankara’da hayata geçirmek gerekir. Magna Carta’da “ adaleti geçiktirmeyin ” demiştir.  Zaten, ülkemizde yaşanan tüm acıların temel nedeni adaletin geciktirilmesidir. Adalet geciktikçe, sorunlarda çığ gibi büyüdü. Topluma askeri darbelerle giydirilen hukuk kaftanı dar gelmeye başladı. Sivil iktidarlar köklü bir değişiklik yerine kendi çıkarlarına uygun değişiklikler yapmayı tercih ettiler. Bu da toplumu rahatlatmadığı gibi zamanla yönetimi de zorladı. Darbe anayasaları güçlüyü ve zalimi koruyacak biçimde hazırlandı. Asimilasyona karşı direnen Kürtleri eritmeye, sindirmeye, yok etmeye yönelikti. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ifade ettiği gibi “dikene su veriliyordu.” Mevlana: “ adalet ağaçları sulamaktır, zulüm ise dikene su vermektir” diyordu. 90 yıllık cumhuriyet yönetimi sırasında, Kürt coğrafyasında dikenlere bol bol su verilirken ormanlar kurumaya terk edildi. Bölgede içinde adaletin mayası bulunmayan bir güç kullanıldı. Bu da Kürt halkının direnişini örgütleyerek yaygınlaştırdı.

Biz, yine yazının başında ifade edildiği gibi akil adamlar meselesine dönelim. Oluşturulacak havuza bırakılan balıklar belli oldu. Ali el Aşari’nin mi, yoksa Amr bin As’ın rolünü oynayanlar mı öne çıkacak hep birlikte göreceğiz.  Kürt sorunu gibi ciddi bir toplumsal olayın çözümünde görev alacak insanların siyasal iktidarların insiyatifi dışında görevlendirilmeleri, bölgenin geleneksel devlet yapısına aykırıdır. Ortadoğu egemenlik yasası gereği iktidarlar kendilerine açık veya gizli biat etmeyen şahsiyetlerin yer almadığı bir uzlaşmaya evet demez. Oluşturulan akil adamlar listesinin tabandan değil, tavandan, hatta iktidar piramidinin zirvesi tarafından belirlenmiştir. Bu da geleneksel Ortadoğu devlet yapılanmasına uygun Muaviye’vari bir taktiktir. Kürt’lerin önemli bir bölümünün buna kuşkuyla baktıklarını düşünüyorum.  Maşallah; Tahran, Ankara, Bağdat ve Şam sarayları Kürtlere oyun oynayacak, kendini kamufle etmiş  Amr bin As’lar la doldurulmuş. Gerçek anlamdaki akil adamların görevi; haklı ile haksızı, mazlum ile zalimi birbirinden ayırmaktır. Uzlaşma masasında tarafsızlığını sergileyemeyen ezilenden yana tavır koymayanların akil adamlığından kuşku duyulur ve başarı şansları da yoktur. Temennimiz doğruluğun açık sözlülüğün dürüstlüğün sembolü olan Musa el Aşari gibilerinin havuzda çoğunlukta olmaları ve alınacak kararlarda etkili olmalarıdır. Böyle olursa barış iyi mecra da ilerlemeye devam eder. Biz Kürt’ler adil bir hukuk sistemi ile karşılaşmadığımız için ruh sağlığımızda bozulmuştur ve güvensizlik içindeyiz. Ruhsal yapımızı dinamitleyen içinde yaşadığımız siyasi statü idi. Onu ayakta tutmak için çok acımasız bir hukuk düzeniyle karşı karşıya bırakılmıştık. Gerçi bilge Eflatun “ adaletsizliği işleyen, çekenden sefildir ” demişti. Ancak, bilgenin bu sözünün Ortadoğu’da kıymet-i harbiyesi yoktu. Çünkü devlet kutsaldı ve yönetenler zorlandıklarında adaletsizliği semanın buyruklarına dayandırıyorlardı; Hallac-ı Mansur’un infazında olduğu gibi. Tüm hukuksuzluklarına rağmen yönetenler sefilliği kabullenemiyorlardı. Sözde hukukla sağlanan tüm inkar ve imhaya rağmen onu işleyenler efendi, yok sayılanlar sefildi.

Akil adamların ilk işi adil davranmaktır. Çoğunluktan yana olma korkusu yaşanmamalı. Hindistan ulusal kurtuluş hareketi lideri GANDHİ : “ haksızlık yapıp herkesle birlikte olmaktansa, adaletli davranıp tek başına kalmak daha iyidir ” sözü, toplumda akil adam tanımına giren her aydının, sanatçının, yazarın değişmez, vazgeçilmez şiarı olmalıdır. Tecrit olma, tek başına kalma endişesi yaşanmamalıdır. Adalet duygusu gıdaların en önemlisidir. İnsanı yalnızlığa itse bile rahatsızlık yapmaz. Yaşam boyu insanı mutlu kılar. Vicdan azabı çektirmez. Dik durmayı, dik yürümeyi sağlar. Akil adamların her olumlu adımı Kürt ve Türk halkını eşitlik temelinde yakınlaştırır. Açılan yaraların hızla sarılmasına katkı sunar. Kutsal bir görev olarak tarihe geçer. Umarım bu kez doğruluk, entrikanın önüne geçer. Yalanın, hilenin yüzyılları aşan saltanatı son bulur. Özlemimiz olan daha adil, daha demokratik bir ülkeye kavuşmaktır. Barış içinde ve bir arada özgürce yaşamaya kavuşuruz. 1930 ‘lu yılların adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un hukuk anlayışı tarihe karışır. Efendi ile köleler kardeş olur. Akil adamların atacakları her eşitlikçi adımı saygıyla karşılamak gerekir. Ancak unutmamak gerekir ki eşitlik adalet ile sağlanır. Kürtlere önce adaletin kapısı aralanmalıdır. Dilleri, kültürleri ve yok sayılan etnik değerleri güvence altına alacak hukuki düzenlemeler yapılmalı. Kısacası Kürt’ler her şeyden önce kendilerinden bahseden bir adalet istiyorlar.

Korkarım tasarlanan barışı kutlamak ve yaşatmak için Türk aktörlerin boynuna takılacak madalya som altından, Kürt aktörlerin boynuna takılacak olanın ise hafifçe altın rengi verilmiş erken paslanmaya elverişli tenekeden yaptırılsın. Oysa kalıcı barış ve onurlu bir beraberlik için hazırlanacak madalyaların ayarı aynı olmalı; hatta mazlum ve ezilen tarafı onure etmek için , onun boynuna takılan barış nişanının ayarı daha fazla olmalıdır. Barış pazarlığında Kürtleri küçümseme mantığı; uzun vadeli bir kardeşliğe, bir arada yaşamaya katkı sunmaz ve açılan yara istenilen sürede kapanmaz.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi