Yitirdik bizimkini ve bizden alınanı...

Şeyhmus Diken

Deniz Yıldızı’nın hikâyesi misalidir hayat dediğin. Gücün yettiğince yani! Kaçına dokunabildiysen o kadardır. Hepsi bu... Dokunamadıkların yitirdiklerindir.

Dokunamadık ve yitirdik dün bizim olanı, bugün bizden alınanı. 

Mecbur mudur şehir, ülkenin dünyanın onca yükünü sırtında taşımaya. Yoruldu şehir. Bitap düştü. Bırakın biraz kendine gelsin şehir.

Geniş geniş caddeler bulvarlar yapılmış, açılmış. Bir yanı yıkılmış. Bir yanı bahar, bahçe. Öbür yanı kıtlık kıran mevsimi sanki. İki yan tezat; birbirine bakadurur. Üstelik her daim...

Geçiyorsunuz eski kadim şehrin böğrünü ortadan, bir baştan bir başa yaran caddeden. Yürüyorsunuz ve yürürayak sadece kendinizle konuşuyorsunuz. 

Söz büyücüsü Eduardo Galeano der ki; “Ben yürürken sözcükler de içimde yürür ve büyür”. Yürürken kelimeleriniz sadece size ait olur. Bir başkasına değil!  Bir başınıza yürürken kendinizle konuşursunuz.

Fark edersiniz belki de tuhaf gelir size! Sol yanınız size ait değildir artık. Sökülüp alınmış sanki sizden. Oysa sol yan, cevahir çıkını misali size hayat veren. Ana kucağı misali, daraldığınızda her daim sığınağınız. İç ferahlama mekânınız. Şimdi sizin değil! Alınmış, sökülüp atılmış bir kenara. 

Ana kucağı, taammüden cinayete kurban gitmiş. Yatıyor, oracıkta, boylu boyunca.

Yürüyorsunuz yol boyunca, sol yanınıza hiç mi hiç dönüp bakmadan. 

Sanki o yanda daha önce hayat yoktu, hiç yaşanmadı. 

Birileri  komşusunun tavuğuna “kış” demedi. 

Sabahın erinde kapının sokakla buluşan taşları çivit mavisine döndürülene kadar pir û pak yıkanmadı. 

Sokaktan geçene “sabahın hayrola” derken, “her vakit hayrola” karşılığı alınmadı.

Yaz gecelerinde testideki su bir köşede soğumaya bırakılmışken, damda tahtın içinde uzanmış halde yıldızları seyre durmuşken uzaklardan gelen radyonun sesi cızırdayarak yasak kelimelerin melodisini hiç mi hiç ulaştırmadı size.

Uzun kış gecelerinde evin pir î fanisi hikâye anlatıcı kimliğiyle odanın başköşesine kurulup ruhunda demlediği kelimeleriyle dilin kabuğunu zarif bir eda ile söküp alarak orta yere sererdi eski zaman hikâyelerini anlatırken...

Siz, o kal û beladan kalma hikayeleri dinlerken o kadim mekanlarda bir köşecikte kıvrılıp düşeyazmadınız sanki!

Vardı ve yoktu...

Şair demişti ya;

“Gitti gelmez bahar yeli

Şarkılar yarıda kaldı...” misali dizelerde mahsur kalan çıplak gerçeklik.

Şimdi, “Geldi, geçti ömrüm, yalana benzer” şarkısını söylüyor sanki, uzaktan biri ezgili sesiyle.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.