Akşama doğru yüklü bulutlar tutmuştu gökyüzünü. Mevsim normallerin üstünde sıcak. Bir yaz yağmuru iyi gelecek diyordum içimden. Balkondayım evin.
Biraz gürledi gök. Bulutların karnı iyice grileşti. Rüzgar esti bir ara, tozlar rüzgarın cazibesine kapılıp havalandı. Halbuki bu şehir de toz-toprak görmemişti kimse. Haşa!
Malüm akşamları araç trafiğine tanıklık etmişizdir öteden beri. Eve dönme telaşıda alır belli belirsiz. Balkondan bu telaş gözle görülür derecede yansıyor.
Acelesi olanlar basıyor kornaya. Sesler akşamın kulağını tırmalıyor. Açık ara ambulans, itfaiye sirenleri önde. Uluslar arası tır geçiş güzergahının Gever'den geçen yol kısmına birde TIR eşlik ediyor... Türürürü...
Eskiden kıyamet koparan polis araçları geçti ancak ne hikmetse sirenleri çalmadı. Kimbilir belki de TBMM'de göreve başlayan "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" hatırınadır.
Yağmur yağacağa benziyor ama daha yağmadı.
Ahmaklığım tuttu o ara ve evden gömlek katına dışarı çıktım. Belki de günlük altı bin adım standardını tamamlarım diye. Aslında kaldırımlarda "bir tur" yürümek hiç fena fikir sayılmazdı.
Yazmaya kıyamıyorum ama dışarısı rutin toz-toprak cehennemi. Rüzgarın kollarında evlerin, araçların, esnafın dükkanlarındaki eşyaların üstüne boca oluyor.
Trafik Işıklarını geçmek büyük zahmet yayalar için. Araç sürücülerinin adaleti acelelerine yenilmiş. Öyle ya! Aracı olan yaya adeletini sağlar.
Karayolları kuralları araç sahipleri tarafından konulur. Yayalar buna uymak zorunda.
Tıpkı meşhur orta refüje dikilen çam fidanları gibi. Karayolları kuruması için diker fidanları Belediye de "yetki anlaşmazlığı" ile bakar. Bakıyorum ben de gelip geçen araçlara ve direksiyondaki insan şoförlere...
Diktiler fidanları ve baltayla kestiler üstelik.
Kurallara uymak zorunda velhasıl yayalar.
Yüzde seksen yetki alan zavallı belediye ne yapsın?!
Müdürü, amiri olan şirketler düşünsün memleketi!
Kimin ayrıcalıklı, kayırılmış yüksek diplomalı 300 çalışanı varsa o düşünsün!
Zorba kanunları. Padişah fermanı. Ne derseniz deyin.
Neyse ki geçtim öte taraftaki kaldırıma.
Ahmak ıslatan yaz yağmuru da başladı. Üstümde kısa kollu likralı gömlek. %700 esneyebilen bu likra iplikten yapılmış gömlek ne yazıkki yağmura ilk dakka teslim oldu. Olsun tenimde bir ıslaklıkla birlikte serinlikte oluştu.
Az ötede kaldırım üzerindeki iskemlelerde oturanlar bol tozlu, mikro organizmalı ve yağmur taneciklerinden oluşan çaylarını içiyorlardı. Yüksek binaları siper etseler de kendilerine yine yağmurun rahmetinden kurtulamıyorlardı.
Umurlarında mıydı bilinmez!
Kaldırımlar izmarit doluydu. Kim atmış olabilir? Bilinmez!
Yediği kekin ambalajını yere atanlar, kullandığı peçeteyi/selpağı uluorta atanlar kimdi? Bilinmez!
Bir değil, birçok hem de...
Çöp kutularının dibine atılan ya da bırakılan çöpler kime aitti? Bilinmez!
Evsel atıklar çöpten sayılıyor muydu? Bilinmez!
Gerçi yağmur sürüklüyor ama kaldırım eğiminin bittiği yolla doğru.
Biri yağmurdan kaçıyor belli. Ama yeni dikilen ağacın kök havuzuna hızlıca balgamını tükürüyor. Koşar adımlarla hem de.
Kimdi? Nereden gelmişti? Nereye gidiyordu? Bilinmez!
Belli olan bişey vardı "görgü" bu kaldırımlarda kuralsızdı...
Kuralsızlık kuralları burada!!
Hala yağıyordu yağmur. Öyle aman aman bir yağmur değil, yağıyordu ama.
Yağmur tozları kaldırımdan taşımıştı eğim noktasındaki logar kapaklarına doğru. Beraberinde kağıt-karton da sürüklemiş ve it gibi ıslanmış çöpleri de taşımıştı...
Yağmur suyu bir yerde kocaman sümkürğün etrafından dolaşıyordu. Belli ki alıp götürecek kaldırma kuvveti bulamayınca etrafından dolanmış. Yolunu buluyordu yani.
Bir insan mı sümkürmüş? Bilinmez!
Öte de orta refüjün yaya geçidine kartondan, naylon poşetlerden çöpler atılmış dağ dağ...
Kim atmış? Niye atmış? Ya da niye bırakmış oraya? Bilinmez!
Ya da niye kaldırılmaz? Bilinmiyor!
İlginç bir şekilde sokak köpekleri yoktu kaldırımlarda. Belki kaçıp saklanmşlardır yağmurdan. Depremleri ve diğer doğal afetleri önceden seziyor ya hayvanlar ona yoruyorum.
Yine de merak ediyor insan. Neredeler? Ölüler mi? Sağlar mı?
Bilinmez!
Biraz sonra bir mısır koçanı gördüm kaldırımda ve yağmur yağıyordu üstüne! Sıyırılmıştı.
Ötesinde mısır koçanının, kabukları duruyordu ve hayret verici bir şekilde kaldırımdaydılar.! Normalde Çöp tenekesinde olmaları lazımdı!
Görgü kuralları ve çevre duyarlılığı konuları bir eğitim meselesi de olabilir!
Adalet konusu mudur acaba?
Yoksa yerel yönetimlerin görev alanı mıdır?
Belki de "Cilo Doğa Derneğinin" işidir.
Ya da "Yüksekova Yeşillendirme ve Güzelleştirme Derneğinin" sorumluluğundadır.
Ha! Mısır satıcısına tevdi edilmişse görev...
Bilinmez!
Çarşının ortasına varana kadar ıpıslak olmuştum. Bereket versin ki kaldırımlara bırakılan meyve/sebze reyonları vardı yoksa tepeden tırnağa sırılsıklam olacaktım.!
Kaldırımların ucuna doğru terkedilen ve farklı bölgelerdeki yığınla çöpler olmasaydı belki de yağmur alıp beni de götürecekti.
Çöp meselesi bir halk sağlığı meselesidir.
Pek tabi ki sağlık bakanlığının görev alanıdır!! Derhal bu mesele hemşireler tarafından pansuman edilmelidir!
Kim karışır? Kim karışmaz? Bilinmez!
Yağmur ve rüzgarla birlikte etrafa saçılmış çöplerin arasındaki yürüyüş ahmaklığım çok fazla devam etmeden döndüm geriye...
Son 2 seneden beridir kullandığım marka ayakkabım da su çekmişti. Evde yiyeceğim fırçalardan çok ayakkabıma üzülmek istiyorum!
Kim bilir ayakkabılara Kürtçe isim koyan esnafımızdan alsaydım o ayakkabıyı, ismi "Bêmal" olurdu.
Bilinmez!
Nihayet o meşhur orta refüje yeniden vardığım da, kenar taşlarının alt kıyısına kahverengi bir çamur tabakası oluşmuştu. Yağmur suları refüjden taşınca toz-toprağı sürüklemiş haliyle çamura evirmişti.
Bakalım daha ne gelecek başımıza bu refüjden dolayı...
2 gün 2 gece süren şaşalı düğün alayları buradan geçiyor mesela. Gelinliğe, damatlığa, altın setlere, altın kemere, altın taca konar mı bu tozlar? Konmaz mı? Bilinmez!
Ya da! Vali'nin konvoyundaki makam aracına konar mı?
Canları sıkıldıkça Hakkari'ye gelen Bakanların makam araçlarına? Ya da takım elbiselerine?
İş adamlarının marka araçlarına düşer mi bu orta refüj tozları? Düşmez mi ? Bilinmez!
Evet, ben eve vardığımda yağmur dinmiş, Yaz yağmuru deliliğini yapmamıştı. Ne bileyim işte sel olup taşkın olmamıştı.
Ama zırtpırt giden elektrik gitmişti. Ya da bahaneden şartel inmişti.
Bir gerçek ki hava mis gibi toprak kokmuştu. Bu plansız, orantısız beton yığınlarının arasından mis gibi toprak kokusunu almak az bişey değil.
Haliyle bu güzel kokunun ardından telefon ışıldağı ile yüz yirmi basamak çıkmakta ekstra ceza oldu. Diğer cezalar gibi. Asansör cereyansız çalışmıyor tahmin ettiğiniz gibi!
Bu beşeri ceza mıdır? Değil midir?
Biter mi? Bitmez mi bu cezalar? Bilinmez!
Fakat arada bir yaz yağmuru yağsa böyle iyi olurdu. Solunum yollarıyla ciğerlerimize giden mikroplarda az bir azalma olur belki...