Geçenlerde iş yerinden dönerken, eve gitmek yerine bir kafede oturup çantamda taşıdığım Microsoft AI’nın CEO’su Mustafa Suleyman’ın “Yaklaşan Dalga” adlı eserini güzel bir kahve eşliğinde okumak istedim. Sonrasında başlayan hafif bir rüzgar, okuma ve kahve keyfime muhalefet etse de, kitabı okuma isteğim daha baskın geldi ve oturmaya devam ettim.
Kitabı okumak için sayfalarını karıştırırken, hemen yan masada oturan dört genç kendi aralarında sohbet ediyordu. Bir süre sonra derin bir sessizlik oldu. Masaları bana yakın olduğu için bu sessizliği elbette ben de hissettim. Ardından, masadaki gençlerden biri okumakta olduğum kitabın kapağına fark edilir şekilde bir bakış attı. Muhtemelen kitabın ismi ilgisini çekmişti; çünkü kitap yapay zekanın geleceğinden bahsediyordu. Genç, kapağı okuduktan sonra arkadaşlarına dönerek, “Ne olacak bizim halimiz? Biz boşuna okuyoruz. Zaten yapay zeka, biz okulu bitirene kadar bütün meslekleri elimizden alacak. Yani aslında bir güvencemiz yok.” dedi.
Masaları bana yakın olduğu için ve konu da ilgimi çektiğinden, istemeden de olsa sohbetlerine kulak misafiri oldum. Bir süre sonra kitabın kapağını okuyan genç, benim de fikrimi merak ederek bir soruyla beni kendi sohbetlerine dahil etti. Sohbetin içeriğinden bahsetmeyeceğim ama gerçekten çok güzel bir sohbetti. Bu vesileyle buradan o gençlere eğitim hayatlarında başarılar dilerim.
Şimdi asıl konuya dönecek olursak: Yapay zeka gerçekten de gençlerin bahsettiği kadar gelecek için tehlikeli mi?
Sizi biraz geriye götüreyim. 18. yüzyılda İngiltere’de sanayi devrimiyle birlikte makineler fabrikalara girmeye başladı. İlk başta kol emeğiyle çalışanlar bu durumu ciddiye almadılar. Ancak fabrika sahipleri, makinelerin sağladığı hızlı üretim ve düşük maliyet avantajı nedeniyle işçileri birer birer işten çıkarmaya başladılar. İşten atmadıkları işçilere ise daha önce aldıkları ücretin yarısını teklif ettiler. Çoğu işçi, hiç işi olmamasındansa yarı ücretle çalışmayı kabul etti.
Patronlar, teknolojinin faydalarını kendi lehlerine kullanırken, emekçilerin durumunu pek umursamadılar. Bu makineleşmeden en çok zarar gören sektör, şüphesiz tekstil sektörüydü. Çünkü dikiş-dokuma gibi işlerde kullanılan makineler artık hemen her fabrikada yer almıştı. Elle yapılan dikiş ve dokuma işleri artık geçersiz veya fazla maliyetli hale gelmişti. Bu da o alanda çalışan işçileri işsiz bırakmıştı.
İnsan emeği tehlikeye girince İngiltere’de işlerini makinelerin elinden almak isteyen örgütlenmeler ortaya çıktı. Bunların en meşhuru Ludditeler olarak tarihe geçti. Ludditeler, “Makineler insan emeğini yok ediyor” diyerek makineleşmeye karşı fiilen isyan eden ilk topluluktu. Ancak hükümet sert önlemler aldı, ordu bile devreye girdi. Hareket bastırıldı; bazıları idam edildi, bazıları sürgüne gönderildi. Özetle, teknolojik yeniliğin önüne geçilemedi.
Bu örneği neden verdim? Çünkü o dönemdeki “işlerimiz elimizden alınacak” korkusu, bugün yaşadığımız korkularla birebir aynı. Günümüzde de yapay zekanın geleceğimizi elimizden alacağı ve insanları anlamsız hale getireceği düşüncesi ağır basıyor.
Şunu net olarak söyleyeyim: Evet, yapay zeka önümüzdeki 5–6 yıl içinde yüz binlerce mesleği yok edecek, yani gereksiz hale getirecek. Sanayi devriminde makineler kol emeğinin yerini almıştı; yapay zeka ise zihin emeğinin yerini alıyor. Başka bir deyişle, artık bizim yerimize düşünebiliyor. Hem daha hızlı hem de daha az maliyetli olacak şekilde.
Şirketler de şimdiden yapay zekaya entegre olmaya başladılar. Üst düzey beyaz yakalılar işlerini kaybetme korkusu yaşamaya başladı bile. Hatta yapay zekaya karşı mırıldanmalar başladı. Ludditeler gibi örgütlenmeler çıkar mı bilinmez ama yapay zekaya karşı sert eylemler başlayacağı kesin.
Aslında yapay zekaya her ülkede adil ve eşit şekilde erişim sağlanabilse, durum o kadar da kötü olmayabilir. Çünkü yapay zeka sayesinde yeni meslekler ortaya çıkacak, yeni bir düzen ve yeni bir dünya şekillenecek. 2.500 yıldır incelediğimiz evrenin milyarlarca galaksisini, karanlık maddeyi, karanlık enerjiyi belki de yapay zeka sayesinde çözeceğiz. Yüzlerce hastalığa çare bulunabilir. İnsan ömrü uzayabilir. Belki de sonsuzluğa dürbünle bakan bir karınca olmaktan çıkacağız.
Bu açıdan bakınca güzel; ama benim asıl korkum, yapay zekanın kapitalist ülkelerin tekeline girmesi. Eğer böyle olursa, yukarıda bahsettiğim olumlu taraflarını kapitalistler dışında kimse göremez. Şu anki gidişat da maalesef bu yönde.
Daha önce sosyal medya hesabımda da paylaştığım üzere, ülkelerin yapay zekaya yaptığı yatırımları tablo şeklinde paylaşmıştım:
• ABD: 470 milyar dolar
• Çin: 119 milyar dolar
• İngiltere: 28 milyar dolar
• Kanada: 15 milyar dolar
• İsrail: 15 milyar dolar
• Almanya: 11 milyar dolar
• Hindistan: 11 milyar dolar
• Fransa: 9 milyar dolar
• Güney Kore: 7 milyar dolar
• Singapur: 7 milyar dolar
• Türkiye: 600 milyon dolar (İstanbul Kalkınma Ajansı raporuna göre)
Ülkelerin yapay zeka yatırımlarına bakınca endişelerimde ne kadar haklı olduğum ortaya çıkıyor. On ülke milyar dolarlık yatırım yaparken Türkiye’nin milyonla ifade edilmesi tehlikenin boyutunu açıkça gösteriyor.
Yapay zekanın kapitalist ülkelerin tekelinde olması, büyük bir tehlikenin göstergesidir. Fakir veya gelişmekte olan ülkeler pazarlarını kaybedebilir. Otomasyonda ileri ülkeler, daha az maliyetle daha kısa sürede üretim yaparken, geri kalan ülkeler bu hızla rekabet edemez. Üretim motivasyonlarını kaybederler. Üretim yoksa istihdam yok, istihdam yoksa refah yok; refah yoksa huzur da yok…
Bir diğer korkum ise yapay zekanın dil modelleri. Bu modeller, insanları giderek aptallaştırıyor. Artık insanlar bir konu hakkında kitap okumak veya araştırma yapmak yerine ChatGPT’ye sorup bilgileri kısa belleğe atıyor. Bu da uzun vadede insan yaratıcılığı için büyük bir tehlike.
Geçenlerde bir arkadaşım aradı: “Ben ChatGPT’ye göre kaldıraçlı işlem yaptım, sabah kalktım, sıfırlandım. Ne yapayım şimdi?” dedi. Ben de Git mutfağa, soğuk bir su iç. Şeklinde karşılık verdim. ChatGPT’ye yatırım tavsiyesi soran sadece sen değilsin ki. Şunu unutmamak gerekir: Herkesin ulaşabildiği bir şey ne kadar değerli olabilir ki? Yatırım için çok güçlü robotlar var ama onlar kapitalist tekellerin elinde. Senin ulaşabildiğin şey, onlar için bir tehdit değil. Belki de senin bilgilerini almak ve seni tembelleştirmek için erişimine açılmıştır bu dil modelleri (ChatGPT, GROK, Deepseek).
Elbette dil modellerinden faydalanmalıyız, ama okuma alışkanlığımızı, araştırma ve bilgi edinme yeteneğimizi kaybetmemeliyiz. Aksi halde yaratıcılığımızı yitirebiliriz.
Yazımın sonuna gelirken Türkiye’deki eğitimle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum: Yapay zekaya karşı hazırlıklı olmak zorundayız. Eğitim sistemi buna göre yeniden düzenlenmeli. Gereksiz, uzun süreli eğitim süreçleri gözden geçirilmeli. Lisede zorunlu eğitim kalkmalı ve süresi kısaltılmalı. Doktora eğitiminin dört yıl olması tamamen zaman kaybı. Üniversitelerde gelecekte hiçbir işe yaramayacak bölümler kapatılmalı. Bu şekilde bir eğitim sistemi üzerinde çalışılırsa en azından gelecek nesil yapay zeka çağına daha hazırlıklı olur.