Sürgün için zamanın değeri

Şeyhmus Diken

“Mutluluğu, ardında bırakıp gidenlerin,
  hüzün yaşattıklarına ya da,
  yaşatamadıklarına adanan kitap!”

Bu yazıyı iki nedenle yazma ihtiyacı bende yer etti ve tetikledi…

Birincisi; sürgünlük üzerine yapılan bir edebi çalışma üzerine daha önce yaptığım gibi bu kez de birkaç kelam etme fırsatımın doğması üzerineydi.

İkincisi de; Kürtçe edebiyat örneklerinin Türkçe çevirileri konusunda, Türk (Yoksa Türkiye mi demeliydim!) Yayınevlerinin nedense! “tanınmış” olmak, belki de ısrarla “popülarite” aramalarının garip tezahürü.

Hatta belki de Kürt Meselesinin resmi olarak çözümü konusunda mesafe kat edilmesini beklemelerinin garip ve görünür hâli!

Belki ikincisinden başlamak birinciye yol açıcılık anlamında etkili olabilir, ne dersiniz?

Geç Bir Sonbahardı

Son okuduğum kitap bir çeviri; birkaç yıl evvel Kürtçesi yayınlanan Firat Cewerî'nin “Payiza Dereng” kitabının Muhsin Kızılkaya tarafından Türkçeye “Geç Bir Sonbahardı” ismiyle çevrilip İthaki Yayınları arasında yakın zamanda çıkan kitabıyla ilgili.

Her, bir araya gelindiğinde, konu siyaset olsun olmasın, sıradan bir kahve, ya da ayaküstü muhabbet de olsa “Bin yıldır bir arada yaşayan ve etle tırnak gibi iç içe geçmiş, adeta tek vücut olmuş bir halktan (Türkiye Halkı!)” söz edilerek kelama yol verilir.

Bu durum entelektüel camia için dahi, daha da derinleştirilerek böyledir.

Peki, böyledir de, yanı başınızdaki bir halkın kendi diliyle (Kürtçe) yapılan edebiyatı, neden sizin dilinizde de (Türkçe) çevirisiyle varlık bulmaz ve potansiyel Türkçe okuru ile buluşmaz. Dünyanın bir dolu uzak-yakın diyarındaki başka dillerden çeviriler yapılır.

Kürtçeye üvey evlatlık muamelesi 

“Filanca ülkenin önemli bir yazarının kitabı, Türkçenin seçkin okurlarıyla buluşturuldu” diye övünülür de, Kürtçeye “üveylik” muamelesi, neden reva görülür?

İşte kanımca Türkiye'deki yayın dünyasına bir de bu pencereden baktığımızda, yanıtı kaba haliyle orta yerde duran soru tam da burada gizlidir.

Mehmed Uzun'un, Türkçenin okurlarıyla buluşma serüveni, 1990'lı yılların başından itibaren şimdilerde Uzun'un kitaplarının çevirilerini yapan iki çevirmen-yazardan biri olan Muhsin Kızılkaya'nın -diğeri Selim Temo- çevirdiği kitaplarla varlık buldu.

Epey bir süre, en az beş yıl, bir yandan dağıtım ağının yetersizliği, diğer yandan İstanbul merkezli edebiyat çevrelerinin “önyargılı ambargoları” ve “görmezlikten gelmeleri”ne rağmen; Mehmed Uzun'un kendi özgün edebiyatındaki ısrarı, çağdaş Kürt Edebiyatındaki yeni dil ve yöntem arayışları, “tanınmayı ve kabulü” öyle bir noktaya getirdi ki; anlaşıldı artık, uluslararası manada “görücüye” çıkabilecek boyutta bir modern Kürt Edebiyatının ayak sesleri büyük ölçüde Avrupa'daki Kürt diasporasından güç kazanarak da olsa hızla “ülkeye” doğru yelken açmış geliyor…

Mehmed Uzun bunu adeta tek başına bir cangılda savaşan, Gılgamış misali yaptı. Dişiyle, tırnağıyla, en sonunda da bedeni ve ruhuyla becerdi.

Bugün gün geçmiyor ki; Dostoyevski, Balzac, Proust gibi yazarları kendi anadilleri olan Rusça, Fransızca, ya da İngilizceden değil de, çeviri olarak Türkçeden okuyup beğenisini dile getiren sayıları bir hayli fazla Türkçenin okurlarıyla karşılaşmayalım.

İşte şimdilerde Mehmed Uzun'u, anadili Kürtçeden değil de, çeviri olarak Türkçeden okuyup, takdirini ve hayranlığını her fırsatta dile getiren Türk(çe) okurları için de bu durum bir başka edebiyat gerçekliği.

Bu gerçeklikten yola çıkarak bugün şunu demek sanırım doğru olacak: Hiçbir yayınevi işte “Kürtçe yazılmış kitapların çevirilerini de basıyoruz” demek “minnettarlığını” kendilerinde gösterme hakkına sahip olmamalı.

(Bu sözümü Kürtçe kitapların çevirilerini yayınlayan yayınevleri, başta da İthaki Yayınevi üzerine almamalı. Bu sadece bir realiteye parmak basmak adınadır.)

Bu, en sıradan tabiriyle gecikmiş bir “ortak kaderin paylaşıldığı” ifadesine her daim gömülen egemen halkın kurumsal manada özürlerinden biri olarak kabul edilmeli…

Bu yazıyı yazma gerekçemden ilkine gelirsek: Firat Cewerî'nin daha önce Kürtçesi, okurlarıyla buluşan “Gecikmiş Bir Sonbahardı” romanı, küllerinden doğan bir dilin (Kürtçenin), sürgünlükte boy veren edebiyatının, “kardeş” olduğu bizatihi “egemen kardeş” tarafından sıkça telaffuz edilen egemen dile (Türkçeye) edebi bir armağanı gibi duruyor.

Cewerî'den sürgün ve ülke

Firat Cewerî kitabında, 12 Eylül askeri darbesinden sonra ülkesinden, kuzeyin soğuk ve uzak ülkesine sürgüne gitmiş ve 28 yıl sonra, giderken elindeki küçük çantası gibi küçük bir çantayla ülkesine dönmeye karar vermiş ve de dönmüş bir Kürt entelektüel sürgününün; kendiyle, ailesiyle, arkadaşlarıyla, aşklarıyla, karısı ve çocuğuyla, ülkesiyle, toprağıyla yüzleşmesini anlatıyor.

İki temaya oturtmuş Cewerî sürgünlük romanı Geç Bir Sonbahardı'yı.

İlki, dönüşe karar verildikten sonra, dönüşün önündeki engeller, dönüş konusunda araya giren uzun sürgünlüklerden sonra inandırıcı ve gerçekçi olamamak, sürgünlüğün artık bir realite olarak yeni ve yerleşik bir yaşam biçimi hâline dönüşmesi ve sürgünün artık “iki parçalı” adeta “iki vatanlı” olması gerçekliği.

Bir yanda artık bir siluet haline dönüşen eski ülke, öte yakada kalmış. Diğer yanda her şeyiyle kendisine (sürgüne) yeni bir hayat sunduğunu zihnine kadar nüfuz ettiren yeni ülkesi.

Bütün bunların gelişli gidişli, iç ya da aleni hesaplaşmalı edebi bir örgüsü ilk bölümün konusu.

İkinci bölüm ise tümüyle eski ülkede adeta bir çağ yangını gibi yaşanan ve artık sürgüne de yabancılaşan bir yeni yaşam ve mücadele biçimi üzerinden hesaplaşma.

Ama hesaplaşmanın, yüzleşmenin disaporada kalan öteki sürgünlere değen, belki de çatışan yönünün mektuplar üzerinden yansıyan yüzü…

Kürt Sürgünler, neredeyse 200 yıldır, 1800'lü yılların başından bu yana sürgünlükle tanışıyorlar.

80 senelik Kürdü imha ve inkâra dayalı politikaların Kürt entelektüellerine dayattığının salt bir cumhuriyet politikası olmadığını, daha da ötelerde aranması gereken bir geçmişi olduğunu Kürtler artık yaşadıklarıyla biliyorlar.

Doğrusu, “Geç Bir Sonbahardı” kitabı, Türkçe çevirisinde de keyifli bir okuma ve iyi bir edebiyat örneği olarak içime sindiyse de, nedense yukarıda açık ipuçlarını paylaştığım haklı politik çağrışımlar da yarattı.

Bunun sitem etmekle alakası yok. Sadece bir okumanın yarattığı sır paylaşımı gibi algılanması dileğim…

*Geç Bir Sonbahardı. Fırat Cewerî. İthaki Yayınları. Nisan 2008. İstanbul.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.