Su Kıtlığı: Yeni ekonomik krizin habercisi mi?

Cihan Canan

Yaşadığımız dünya artık susuzlukla sınanıyor. Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası temiz suya erişemiyor. Bu sebeple, gelecekte milyonlarca insan, temiz suya erişim sağlayabilmek için göç yollarına düşeceği bir geleceğe hızla yaklaşıyoruz.

Gelişmiş batı ülkeleri, su kıtlığı yüzünden yaşanacak göçün farkında ve bu nedenle şimdiden göçü durdurmak için farklı stratejiler üzerinde çalışmalar yürütüyorlar. Başta ABD ve Avrupa olmak üzere diğer gelişmiş ülkelerde, son zamanlarda aşırı sağcı partilerin iktidarda söz sahibi olması ve seslerini yükseltmeleri, bu olası göçün önüne geçme girişimleri olarak da okunabilir. Çünkü sağcı kitlenin, su krizinin yaratacağı göç krizinin farkında olduğu ve politik söylemlerini bunun üzerine şekillendireceği görülüyor.

Yani yakın bir zaman diliminde sağcı partilerin dillerinde, su kıtlığının yaratacağı göç ile demografik yapının bozulması, ekonomik kriz ve kültürel şoklar gibi söylemlerin yanında, belki de önemli söylemlerinden biri de şu olacaktır: “Bize bile az olan su kaynaklarımıza ortak olacaklar.” Bu durum, gelecekteki su savaşlarının sessiz bir önsözü olarak yorumlanabilir.

Türkiye’de kişi başına düşen 1.300 metreküplük su miktarıyla artık su zengini değil, aksine “su stresi” sınırında yer alıyor. İklim krizi derinleştikçe su krizi daha da büyüyecek. Birleşmiş Milletler’e göre 2030’a kadar 700 milyon insan, başka ülkelere göç etmek üzere yollara düşeceği tahmin ediliyor. Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün verilerine göre ise 2050’ye kadar suya olan talebin en fazla artacağı bölge, Sahra Altı Afrika ülkeleri olacak.

Tüm bu gelişmelere baktığımızda, su krizinin sadece çevresel bir sorun olarak değerlendirilemeyeceğini; aynı zamanda ekonomik, sosyal ve jeopolitik bir risk haline geldiğini görmek gerekiyor. Örneğin 2020 ile 2023 yılları arasında suya erişim yüzünden ülkeler arasında 400’den fazla anlaşmazlık yaşandı.

Dünya bankasının vermiş olduğu verileri dikkate alarak aşağıda bir tablo oluşturdum.

ÜLKELER

%

ORANLAR

Brezilya

%

13,2

Rusya

%

10,01

Kanada

%

6,7

ABD

%

6,6

Çin

%

6,6

Kolombiya

%

5,0

Endonezya

%

4,7

Peru

%

3,8

Hindistan

%

3,4

Türkiye

%

0,47

Kaynak: Dünya Bankası.

Dünyada toplam 42,8 trilyon metreküp tatlı su bulunuyor. Bir metreküp su, 1.000 litreye eşittir; yani dünyadaki tatlı suyun toplam miktarı yaklaşık 42,8 katrilyon litreyi buluyor. Tabloya bakıldığında, tatlı su kaynaklarının birkaç ülkenin elinde yoğunlaşması, diğer ülkeler için gelecekte son derece riskli bir durum oluşturuyor. İlk beş ülke, tatlı su kaynaklarının %43,2’sini tek başına kontrol ediyor. Zaten Brezilya’nın Amazon Havzası sayesinde, küresel su rezervinin %13,2’sini elinde bulunduruyor.

Peki, tatlı su krizine karşı alınacak önlemler var mı?

Uzmanların ortak görüşüne göre, kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı bin metreküpün altına düştüğünde, o ülke “su fakiri”; bin–bin 700 metreküp aralığında ise “su stresi” yaşayan ülke olarak değerlendiriliyor. Son yayımlanan TÜİK verilerine göre bu oran Türkiye’de yaklaşık 1.300 metreküp. Bu durum, Türkiye’nin şu anda “su stresi” yaşayan bir ülke olduğunu ve mevcut eğilim sürerse, yaklaşık beş yıl içinde “su fakiri” konumuna düşeceğini gösteriyor.

Çözüm için deniz suyunun arıtılması (desalinasyon) hedefleniyor. Deniz suyunun tuzdan arındırılması için iki temel yöntem dikkate alınıyor: biri ters ozmoz, diğeri ise termal arıtma. Ancak her iki yöntem de deniz ekosistemleri açısından tehdit oluşturuyor; yüksek tuzlulukta atık su ortaya çıkıyor. Ayrıca yüksek enerji maliyetleri nedeniyle bu yöntemlerin uygulanması zorlaşıyor. Hülasa, deniz suyunun arıtılması su krizine karşı umut verici olsa da çevresel ve ekonomik boyutları göz önüne alındığında uygulanması güç görünüyor.

Bir diğer çözüm önerisi ise iklim krizine karşı geliştirilecek önlemler. Bu, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülke tarafından uygulanan bir yöntem. Ancak Donald Trump, katıldığı Birleşmiş Milletler toplantısında iklim krizinin büyük bir aldatmaca olduğunu iddia etmiş ve bazı ülkeler için önlem almayı ertelemeleri adına bir gerekçe oluşturmuş oldu.

Su Krizinin Yaracağı Ekonomik Bunalım.

Su kıtlığının yaratacağı olumsuz etkilerin başında tarım alanları geliyor. Su erişiminin az olması, sulanan tarım alanlarını doğrudan etkiliyor ve verimi düşürüyor. Verimin düşmesi ise gıda arzını kısıtlayarak fiyatları artırıyor.

Su yetersizliği, enerji üretim maliyetlerini yükseltiyor, üretimi yavaşlatıyor ve bu durum işsizliği beraberinde getiriyor. Daha önce bahsettiğim gibi, su kaynaklarının büyük kısmını elinde bulunduran ülkeler ile su kıtlığı yaşayan ülkeler arasında ekonomik gerilim oluşacak. Dünyada artan silahlanma yarışını da bu duruma hazırlık olarak değerlendirebiliriz.

Ticaret krizleri de muhtemel bir sonuç olacak; çünkü fiyat istikrarsızlığı küresel piyasaları ciddi şekilde etkileyecek. Su kıtlığı nedeniyle göç etmek zorunda kalan insanların gideceği ülkelerde, yerel ekonomi ciddi bunalım yaşayacak ve sosyal maliyetler artacak. Bu durum, sağcı partileri iktidara taşıyabilir ve ırkçılık söylemleriyle birlikte göçmenler saldırılara maruz kalabilir. Mevcut durum, olası öngörüleri doğrular nitelikte.

Özetle, su krizi yalnızca çevresel bir sorun değil; sosyal istikrarı tehdit eden, ticaret dengelerini sarsan ve ekonomik bunalımın kapısını aralayan bir problem olarak karşımızda duruyor. Gelecekte en büyük tehdidin su krizi olacağı öngörülebilir ve şimdiden ciddi önlemler alınması lazım. Bana göre, pandemilerden çok daha büyük bir risk olarak önümüzde duruyor. Yakın bir gelecekte su kriziyle ilgili söylemler gündemde yoğunluk kazanacak.

NOT: Hakkari için su tehdidi kapıda mı? Bir sonraki yazının konusu yapabiliriz.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.