Memleket orucu

İrfan Sarı

İbrişim parıltısı var gözlerinin vadisinde yoksa sende benim gibi Gever’in o çimen melodili baharlarını mı gördün. O yeşil çimenin arasında açan zümrüdî yaprakların pastoralini benim gibi sende mi gördün.

İçimin yağmurunu serpiyorum üstüne çimenlerin,

Güneş açarken Mor dağından ya da İspirêz Sıra Dağları’nın üstünden yeşilin parıltısıyla buluşur ya gün işte o zamanı emeğin işçisi gibi işlemek isterim yüreğime.

Benim memleketim, sevdamın günü, mücadelemin şafağı…

Akarsuyuna rüyalarımla kapıldığım, düşlerimle coşturduğum gever çayına sigaramın dumanını gönderdiğim… bahar akşamlarının rutubetli sancılarını belimde his etmek istiyorum.

Şanedêr çimeninde koşmak istiyorum, gücümün var hızıyla özgürce…Taxé Rutan’da yanmış odun küllerine bulanmak istiyorum. Tepeden tırnağa bahar teniyle ve kül serpilmiş yalancı derimle oynamak istiyorum. Islanmak istiyorum sonra yağan yağmurdan çiy tutmuş reyhan yaprağından.

Oynamak istiyorum çocukluğumu… Çocukluğumla gençliğimi el ele buluşturmak istiyorum Melmelané’de. galip olmak için nefesimi geverin tepelerine armağan etmek istiyorum. Zafer çığlığını dere martılarına, kartallara haykırmak istiyorum… inyo minyo kilitooooooooooooooooooo

“Biri saksımızı çiğneyip gitti
Biri duvarları yıktı camları kırdı
Biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri
Her şeyi kötüledi
Bizi yaraladı
Biri şarabımızı döktü
Soğanımızı çaldı
Biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu
Ciğerim yanıyor
Yüreğim kanıyor”

Şehrin kabadayı ruhuyla sıkılan tazyikli ve renkli sularla ıslatmayın beni artık…

Mesela Peylan kanalına gelen sularda balık avlamak istiyorum. Ellerim bir balığın en kaygan solungacı arasında kavgayı arzuluyor. Dêrîşk suyunun tatlı berrak yanağını öpmek istiyorum. Rüyalarımı şelalelerden akan şarıltıyı sunmak istiyorum…

Nasıl bir yakınlıktı aramızda bahar; dudağın dudağa gömüldüğü içtenlik gibi. Gidiyorum işte böyle günlerde baharın yüzüne açan o en cevher çiçeği ile. Deliyse deli. Gidiyorum efkar eylemiş bir özgürlük masalıyla. Derilmiş bir buket sarı ova çiçeği ile.

En yırtık pantolonum ve cepsiz gömleğimle gidiyorum, yoksulluk paçamdan akıyor gibi kara lastiğimin üstüne. Alnıma haylazlığın kabuk bağlamış yarasıyla gidiyorum. Dalıyorum penceremden aşağı makbere… Bir Fatiha gibi yükseliyor otlar mezarların baş ucunda. Tusi zamanı da gelir biliyorum.

Korkmadan yayılıyorum bir mezarın kıblesine doğudan bir yel esiyor püfür püfür. Güneş alnıma taşıyor sıcağını ben uyuyorum yanımdaki ölü…

Hiç birimiz üşümüyoruz.

Samanı toprağa kattığım çamurdan kerpiç gibi gidiyorum derinlere kuyudan su çeker gibi akıyorken mayıs yağmurları…

Nan-é béhare(ekmek) gibi kokuyor gökyüzü…koşuyorum. Annem tandırda usta ellerinden doyuruyor karnımı. Yüzümü doyuruyorum, karnımı…

Gaz bombası kokmuyor hava, sokaklar bayatlamıyor bu kokunun keskinliğinde…

Sabahlar sonrası, geceler sonrası patlamıyor ödüm…

Yediğim ekmek kokusu kadar karanfil koklamak istiyorum. Yürüdüğüm sokaklar uzunluğunda toprağa düşmüş çimen ve çimenin arasına açmış Nan-é cucéka…

Yoksa sende benim gibi Geverin bir kış gününü mü gördün gözlerinin içi ibrişim sırması gibi parıldıyor. Beyaz güller gibi yağar gökyüzü.

Kani Heyder’e bir tavşan koşar.

Navşar’dan Deli Memed katarı gelir. Atları votka portakal beslenir çocuklar akide şekeri.

Memleketimin kışıyım ben. Baharında akan karsuyu…

Çocukluğumla, gençliğimle taş sektirdiğim dere boyları, karşı kıyıda toplarım umutlarımı. Hiçbir taşım durmaz derinde…

Oruç gibi mübarek ve taze...

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.