Gittiler İşte Bulgar Diliyle Buluşurken

Şeyhmus Diken

"Eşrafını ve eşhasını şehrin kimliğinden söküp atarsanız, geriye sadece hüzün mekânları kalır. Şeyhmus Diken, hüzünkâr mekânların yitik sahiplerini arıyor" diye vurgu yapılmış 2011'de yayınlanan Gittiler İşte kitabımın tanıtım metninin girizgahına...

Aras Yayıncılık'tan çıkan "Gittiler İşte" kitabım Bulgarcaya çevrildi. Ararat News-Publishingkitabı Bulgaristan'da Türkolog Emiliy Slavkova çevirisiyle yayınladı. Eski ve yeni kırk fotoğraf kullanıldı 258 sayfalık Bulgarca basımda. Anahit Khaçikyan ve Ronî Alasor'un editoryasında, Doçent Xaço Xaçikian'ın redaksiyonuyla; "Onlar Artık Burada Yoklar"Türkçe karşılığa denk gelecek "Eto Che Gi Niama Veche" ismini taşıyor kitap. Kapak çok ironik oldu. Cümbüşüyle Aramê Dîkran, mikrofonu ve sesiyle Sami Hazinses, bir köşede de başta Udi Yervant'ın babası puşici Kekê Yako olmak üzere Diyarbakır Ermenilerinin toplu fotoğrafı var, sanki zulaya yatmışlar terennüm edenleri dinliyorlar gibi.

Gittiler İşte'yi hazırlarken farklı bir ruh hali içindeydim. Şehirde hayli etkili aktörler olan şahsiyetler bir şekilde şehrin sicilinden düş(ürül)müşlerdi. Ama anıları, yaşadıkları, izleri, sedaları şehirde hâlâ kendini hissettiriyordu. Havsalamdaki Diyarbekir'i yeniden kurduğumda; Ermenisi, Kürdü, Süryanisiyle, insanları, sokakları ve sesleriyle kadim Amida, Dîyarbekr, Amed, Dikranagerd, DikranAmed yol gösteriyordu.

Gittiler İşte, okuyucusunu hüzünlü, sitemli, bir o kadar umut veren bir yolculuğa çıkarmalıydı. Geçtiğimiz yüzyılın başında kadim coğrafyada büyük bir yokoluş yaşanmıştı. Şehrin Ermeni, Süryani, Keldani sakinleri İstanbul'dan gelen "Fermana Filla" ile şehrin 1915'teki valisinin "işini" hayli mahirce yapmasının övüncüyle İstanbul'a yolladığı şifreli telgrafla "meselenin halledildiği" bildiriliyordu. "Felaket"ten birkaç yıl sonra köyler ve ilçelerden parmakla sayılacak kadar kurtulabilen "qefle" (sürgün kafilesi) kalıntıları; kadim Diyarbakır'in sonradan namı diğer "Gavur Mahallesi"ni mesken tutacaklardı. Bütün çaresizlikleriyle birbirlerine tutunacaklardı Liceli, Silvanlı, Sasonlu, Pîranlı "Hay"lar.

İşte onlardan, adeta bir simgesel varoluş figürü olarak kendini yeniden varedenlerin serencamı bir gidiş seremonisi olarak anlatılmalıydı. Diyarbekir'in dar küçelerini geride bırakmış ciranolarını, kirivlerini, "komşularını, kirvelerini" bir daha görmemecesine kentten göçüp gitmiş şahsiyetler Mıgırdiç Margosyan, Aram-Artin Ateşyan, Antranik Zor-Anto Dayı, Sahag Şişmanyan, Tavit Ğazaryan, Dikran Mıgunt, Oşin Çilingir, Sarkis Çerkezyan, Lawê Mala Ağacan, Samuel Uluç- Sami Hazinses, Sobaci Antranik, Yemenici Şişko Agop, Karabetê Xaço, Aramê Dîkran Melîkyan, William Saroyan-Aram Karaoğlanyan, Onnik ve Ara Dinkçiyan, Sarkis ve Bayzar Alato, Zavên-Mağak-Vartan Uzatmaciyan, Lawê Kekê Yako Udi Yervant Bostanci, Mustafa Cemilpaşazade ve aşkı Elena, Mustafa İlhan-Miçê, Kemani Sarkis, Tatyos Ensertciyan, Bedri Ayseli, Kenan Sarraf, Sezar Avedikyan, Fethiye Çetin, Rafii Hermon Araks, Süryani Gavur Samo, Kasap Kalê, Kuyumcu Cemil ve Celil, Xalê Nijdo, Samuel Aktaş, Peder Saliba, Gabriel Akyüz, Puşici Lutfi Usta, Naum Faik Palak, Süryani Bahê, Cercis Yüksel ve Hrant Dink ve diğerleri bir kalemkâr edasıyla ince ince anlatılmalıydı.

Farklı zamanlarda yazılmış şarkılar, çekilmiş fotoğraflar, çıkılmış yolculuklar, günden geçmişe uzanan bir köprünün taşları gibi, zanaat edasıyla yan yana dizilmeliydi, birbirlerini ötelemeden ve hak teslimiyetiyle. Belki de kimi yerleri yıkılmış bir köprünün bekçiliğine soyunarak yıllar sonra çıkagelenlere, evinin yolunu arayanlara, kelam dinlemeye gönlü olanlara, gücü yetenlere yol gösterilmeliydi...

İşte saklı mekânların varislerini yâd edip hafıza tazelemek galiba tam da bu duruma delalet ediyordu.

"İstanbul'a tedavi için gitmeden önce, kilisenin avlusundaki müştemilat bölümünde bir başına ve yapayalnız anılarıyla yaşayan son Ermeni Anto Dayı ipten kuşağıyla beline bağlı şalvarının cebinde taşırdı damı çökmüş Surp Giragos Ermeni Kilisesinin kapısının Miteloğlu anahtarından kilidini. Bir ritüel gibiydi kapının kilidini açışı. Gidip gelen hafızasıyla sürekli yinelerdi: 'Gittiler işte, hepsi gitti, bir tek ben kaldım geriye. Sahibi de, bekçisi de benim bu kilisenin.'

Ya Yakub, Udi Yervant'ın sevgili babası Puşici Kekê Yako!

"Diyarbekirli Kekê Yako ayakkabısındaki kar'ı yere vurarak Boyaxçi Emoş'un puşi tezgahhanesinden içeri girdi.

'Puşilar bitti mi Tümes!'

'Bitti usta.'

'Yaşa Tümes.'

'Usta. Gene çezme verecaxsan?'

'He Tümes, sen çalış, iş hazır.'

'Ya oni da bitırsem, gine puşi var?'

'Var Tümes var. Sen bitır. Arxasi bitmez.'

'Vay benım babam vay. Çezme de sahan, dezge de sahan. Para da sahan qurban olsun...'

Puşici Tümes böyle bıraktı ipekli dokumayı, puşi tezgâhını ve Diyarbekir'i, başındaki kendi dokuduğu ipekli puşisi ile...

Sizler bu satırları okurken ben Bulgarcanın Gittiler İşte okurları ile muhabbet edeceğim. Sonra da mayısın son haftasında hâlâ kitabın Türkçesini okuyamamış olan okurlarla Diyarbakır TÜYAP kitap fuarında... 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.