'Feride'

İrfan Sarı

_l. aragon
k(adın) : feride
uyruğu : dünya;
dinin yok dilin var
ve sonrasını ben bilirim
 
Yılmaz Odabaşı’nı Feride ile tanıdım...
 
Henüz liseli bir öğrenci iken babamın kitapçı bir arkadaşı vardı. Dışarıya her çıkışımda mutlaka  uğradığım bir mekan olmuştu orası. Tabi oradan eli boş çıkmam da asla düşünülemezdi...
 
Ben kitaplara bakınırken (şu an ismini hatırlayamadığım kitapçı amca) dükkan sahibi bana elinde yeni bir kitap bulunduğunu ve benim ilgimi çekeceğinden emin olduğunu söylemişti...
 
Sonra yanımdan ayrıldı, kitapların bulunduğu raftan bir kitap çıkardı ve yeniden bana döndü. Elinde ki kitabi bana uzattı ve bak istersen dedi.
 
Bu bir şiir kitabıydı. Şiirlere özel bir ilgim olduğundan gözlerim ışımıştı.
 
Elinde ki kitabın adı "Feride" idi...
 
Şair ismine baktım, Yılmaz Odabaşı...
 
Kitapçı amcaya, tamam siz öneriyorsanız mutlaka güzeldir deyip kitabı aldım. Eve geldiğimde ilk işim kitabı alıp odamda ki köşeme çekilmek olmuştu...
 
Kitabin girişinde ki dörtlük hala aklımdadır...
 
***
 
herkesin bir Feride’si vardır ben bilmez miyim
herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı
herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim
bir de kimsesizliği
(...)
 
***
 
Bu şiiri okuyan her birey başka bir şey bulur. Kimi için Feride anlatılıyordur bu şiirde, kimi için Kürdistan, kimi için yoksulluk, kimi için İstanbul, kimi için...
 
Benim bir Feride'm var mıydı, bilemiyorum ama bu şiirde anlatılan Kürdistan’ı hissetmiştim...
 
Belki de bu şiiri bu kadar sevmem bundandı.
 
Feride yeryüzünün bütün akarsularını memelerinden boşaltır vadilere. Oradan uzanır deryaya ve okyanusa... Her bebeğin kursağındaki süt kokusudur ve büyürken o koku aşka dönüşür. Sevgi olur.
 
Sevmeyen var mıdır Feride’yi?
 
Evet vardır! mesela ay sevmez Feride’yi çünkü ay kadar aydınlıktır. Kilometre/saat hızla aydınlatır. Her yüreğe bir huzme sevgi sızdırır çünkü.
 
Eli kanlılarda sevmez.
 
Feride esmer bir toprağın yüzölçümünde çocukların özgürlüğüdür, ellerinde kırda topladıkları çiçeklerin rengiyle, annelerine sunarlar.
 
Buruşturulmuş bir değerdir feride varamadan tadına, yitirilmiş.
 
Toprağın üstüne düşen ilk kar baskını ve karın toprakta kaybolma hikayesi sonra boyu kadar uzun, beli kadar ince bir mitralyöz akşamıdır bütün istasyonlarda gözleriyle konuşan.
 
Nazlıdır eli ekmek yüzü kadar sıcak, dinsiz bir gezgindir dağlara konar keklik palazlarında, dilsizdir bir bahçeden çaldığı eriği yutana kadar. Ekşi korkularla beslenir uzadıya boyuyla. Uzarsa boyu erişirse memeleri kimseye bırakmam.
 
Bırakmam leylekler boyunda yuva yapsın, koltuğunda serçe tüyü giz.
 
Güneş doğarken yırtılır göy yüzünün haznesi, özünde şarap kırmızısı bir rüya, oruspu bir arzudur ekmeği çalan domuza.
 
Bütün kakofoniler, cızırtılar üstüne vahşi bayırlardan, koyaklardan, sınırlardan toplanmış tuzlu dudaklar üzerine sürülmüş armoni.
 
Beher boydan çocuk çişi emmiş yatakların gün ışığına düşkünlüğüdür dayatılan korku, korkuyu kasıklarında değirmen taşı gibi öğüten tanrının gücünden üstün bir güç tatlısıdır.
 
Ben şiir yazamam, elim bir Türk zindanında mısralar kadar zincir pası yer çünkü. Ben şiir yazamam ; uykularımı bölük bölük asker potiniyle ezerler sonra.
 
Anam, avradım...
 
Kocam der yazamam...
 
Oysa köyün arka yamacında kurtlar sürüyü yırtar dişince, hayvanca, ben seni sevemem, ölmek senin için sevmeyse sonra kabul et.
 
Oracıkta heybene düşürdüğün azığı yedik. Kurşunlar gökyüzünü çizerken. Safi bir çehreydi yüzünün tümü. erkekler kancık çamuruna bulanmıştı.
 
Bir yağmur yağımında cenabet çiçeğin kapanıp büzüşmesinin yıkanması ve durulanmasının rahatlığı, algısını ayrı tut.
 
Bırakma kimselere...
 
Bırakma kimselere; beride, bereket kayalarında sütün mavisini, kahvesini biraz kar havanın en rüzgar-i ateşiyle.
 
Kavganın o hırçın inadına bir yorgunluk içir.
 
Feride çıkmaz bir patikanın uçuruma köprüsüdür aşk gibi. Tutku gibi.
 
Tut ki şiir bitmez sen bitmezsin.
 
Ama bütün yağmurlar diner, bütün rüzgarlar durur, bütün insanlar ölür.
 
Ne kadar kapı kapanırsa ne kadar gök yırtılırsa ve ne kadar toprak göçerse sen kapılarını açık tut...
 
Avuçlarında işçiler, iççiler,ağlayanlar, gülenler bir şenlik içeri girerler... bir şenlik !
 
« ve sonrasını ben bilirim ! »

Hani sözün bittiği yerde gözler konuşurdu
Ne sözün var artık nede gözlerin
Benim elimde hala o beyaz güvercin
Hani dönüşün olacaktı da beraber uçuracaktık
Derin maviliğine gökyüzünün... 
 
şimdi ne söz ne göz... konuşmuyor
sessizliğin rengine sarılmışlar
anlayacağın dilsiz bir ağıttır her ayrılık...
Zamanın boşluğuna tütün döktüm
Gözyaşı
Kelimelerin hırçın çocuklar gibi
Dizlerimdeki kanı döktüm
 
Bir dengbején şahdamarı isyanıyım
Bir türküye düşen ter kokusunun keskinliği
Sonrasını ben bilirim
Kabzası kudurmuş bir mavzer
Alıp başını
Kurşun kurşun öksürürken.

Bengül YAĞIBASAN & İrfan SARI

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.