Eski YSE'ciler (1)

Enver Özkahraman

Genç yetenek kardeşim Senar Yıldız, “DENEME TAHTASI - ACEMİ OCAĞI HAKKARİ”başlıklı yazısı ile haklı olarak, Hakkari"yi “İş” ve “Acemi görevliler” için bir deneme tahtasına benzetmektedir.

 

Senar kardeşimin yazısını çok beğenmiştim. Tabi o Hakkari"yi kendi yaşına yani yaşamına göre çok iyi izlemiştir, gözlemlemiştir. Ama yerli çalışana, yöneticiye, müdüre alışamama alışkanlığımızın yanında da Hakkari"yi son yıllardaki (50 yıllık) geçmişinde, değindiği konuyu ikiye ayırmak lazım.

 

 1970 yıllarında, İsmail Özbek,
 Kamil Korkmaz, Mehmet Ağaoğlu ve
 Hasan Koca bir arada, bana böyle poz
 vermişlerdi.

Milattan önce ve milattan sonra benzetmesi ile yani 1985"ten önce ve 1985"ten sonra ki Hakkari.

 

1985"ten sonraki Hakkari"yi Senar kardeşim iyi analiz etmiş. 1985"ten önce Hakkari ve ilçeleri ise bir sürgün merkezi gibi görüldüğü ve de kullanıldğını bilmemiz gerekir. (Tabi ki  Altay Utkan, Mükerrem hoca gibi bir çok değerli zatlarda geldi Genelleme yapmıyorum, tenzih edebi ile yaşadıklarımızı objektif olarak veriyorum)

 

O yıllar nerede vukuatlı, alkolik, kumarcı, aile içi sorunlu, piskolojik problemli, tembel, kaytarıcı ve SOLCU bir memur, görevli, yetkili varsa ya “Dikaatli ol yoksa Hakkari"ye gidersin haa” diyerek uyarılırdı o yıllarda, veya Hakkari ye gönderilirdi. Hakkari"ye gelenler de bir müddet sonra mayışır kalır, bu kez buradan gitmemek için direnir dururdu. Hatta gitmemek için törpil arardı. Çünkü küçük yer idi, gidilecek sazı barı yoktu, fuzuli para harcayak yer bulunmazdı. Huzursuzlukla gelen aile burada huzur buluyordu. Hakkarililer huzurluydu gelenler de (üzüm üzüme baka baka karır, misali) Hakkarililere uymak zorunda idi biraz.

 

 Biz bazen Suvarahele'de bazen
 Şortê'de atıyorduk ama fotoğrafını da
 Greyderci kardeşimize gösteriyorduk,
 yoksa ismimiz defterden eksik olmazdı.

Belli ki, SÜRGÜN ÊLİ HAKKARİ, Osmanlının Girit"e, Rodos"a ve Mısır"a sürgün alışkanlığının, cumhuriyet dönemindeki yeri, devamı idi 1985 yıllarına kadar. Bunları şimdi bir tarafa bırakıyor 1985 yılından önce kimsenin gelmediği, gelmek istemediği Hakkari"deki  YERLİ çalışanlarını birkaç anısı ile anmak istiyorum. Evet her birinin isimleri bir yerlere, bir caddeye, bir sokağa, bir çeşmeye, bir okula, bir köprüye verilebilinecek kadar çalışkan, fedakar, cefakar Hakkarililerden söz edeceğim.

 

Hakkari deki eski YSE"cilerden.

 

Kürtlerde “Pincarê hewşê tahle” yani "Avludaki pancar acıdır" diye bir tabir vardır. Tabi ki atalar yaşadıkları için söylemişler. Acaba diyorum onlar söyledikleri için mi biz hala o pancarların acı olduklarını sanıyoruz, yani bizden olanları…

 

***

 

 Çok dürüst ve çalışkan idareciler,
 görevliler, öğretmenler gelirdi ama
 solcu olduklarından mı yoksa
 Hakkari'de fazla çalıştıklarından
 mı bilinmez, merkeze alındıkları
 da olurdu.  (Hakkari Valisi Altay
 Utkan 1970 yılların sonu)

YSE; Yol, Su ve Elektrik kelimelerinin baş harflerinden olup, Köyişleri Bakanlığı"na bağlı, Köye yol, su, elektrik hizmetleri götüren ve sonraları “Köy Hizmetleri” olarak bildiğimiz teşkilatın ilk ismi idi.

 

YSE"cilere niçin “Eski YSE ciler” başlığını attığımı yazının sonuna bırakıp, cin gibi zeki greydercinin (Ulaşıp izin alma imkanım olmadığı için ismini yazamıyorum) bir anısı ile başlamak istedim.

 

Kıvırcık siyah saçlı siyah ve bitişik kaşlı, mavi gözlü, burnu kaşından aşağı önce sola sonra daha fazlası sağa eğik bir burun, burunun altında bir (texe) gür devrimci bıyığı, o bıyıkların arasında görünen soldaki sağdakine binmiş iki beyaz diş ile her zaman ama alaylı alaylı gülümsediğini sandığınız bir surat. Hep yüzlerine de söylerdim Hasan Koca, Abdullah Korkmaz (Eboyê Şekir), Ahmet Taş (Ehmedê Xazî) ve o greyderci, değil ortaokul mezunu, ilkokulu bitirseydiler Çorçil"e pabucunu ters giydirirlerdi inanın.

 

 
 Eski YSE'ci hayatını ortaya koyarak
 çalıştı hep. Kayalardan bellerine ip
 bağlayarak, sarkarak çalıştılar tenha
 yerlerde, tabi gözlerden ırak.
Hakkari"de, köylerde, şantiyelerde, kahve ve kulüplerde, YSE elemanları içinde, övünen, palavra atan veya yalan konuşanların, isimleri, tarihi, yeri, saati ve şahitleri ile cebindeki kabarık not defterine hem de hiç üşenmeden, notlar alan ve birine de kızdığında da;

 

“Beni kızdırma, bak defterimi karıştırırım haaa..”diyebilen bir greyderci…

 

Biz de ara sıra atıyorduk, Suvarahelê"de, Şortê"de

 

“Oniki keklik vurdum veya onbeş keklik vurdum.”  

 

Veya,

 

“Zap'ta bir balık yakaladım 3-5 kilo geliyordu!”diye söyleniyorduk ama söylediğimizin ispatı vardı elimizde. Biz, yaptıklarımızı fotoğraflıyorduk. Bizim greyderci “-Öhöö öhö” diye ses çıkardığında hemen önüne fotoğrafı koyuyorduk ama inanın bugün olsa bizim greyderci “Photoshop”, “Montajdır” diye direnip bizim de adımızı defterine not edebilirdi.

 

Aklımda kaldığı kadarı ile 1973-74"te bir kez bizim de adımız bir İran seyehatinden dolayı deftere geçmişti. Tahran"da saat mağazasında, hem saat, hem hesap makinesi olan kol saati gördüm demiştim(demez olaydım) de ismim o deftere yazılmıştı (Ki o saatlerden daha sonra çocukların kollarına bile girdi, olayı başka yazımda vereceğim). İsmimi ancak yıllar sonra sildirebilmiştim.

 

 
 Dozercinin hayatı tehlikesi ile gözcüsü.
İşte bu  Greyderci, bir yaz günü greyderi ile Hakkari"nin eli Nasırlı tek ağasının köy yolunu ve oradan da yayla yolunu düzelte düzelte ikindi üstü,ağanın yaylasındaki kara çadırının  önüne varır. Bizim greydercinin hayalinde, o gün hep bir köy tavuğu budu vardır. Ağanın yolunu düzeltiyor onarıyor, elbette ağanın evinde de karnını doyuracak, üstüne de bir demli çay ile birlikte o zamanlar ancak ağaların içebildiği kıçı keçeli (flitreli) bir sigara, içecekti...

 

Yayladaki kara çadırların ortasındaki ağanın çadırının önünde greyderi stop edip, kontak anahtarını cebine indirip, kirpiklerine kadar toza bulanmış yorgun argın ağanın çadırına atar kendisini. O sıcak bir ilgi beklerken bir sürprizle karşılaşabileceğini nereden bilsin. Hoş beşten sonra ağa köylülerle ikindi namazını kılmak üzeredir, Greyderciye döner;

 

 Her yaz ömrü böyle toz içinde
 geçerdi YSE'cilerin.
- “Hadi greyderci oğlum, yorgunsun ama elini yüzünü yıka, güzel  bir abdest al, hem açılırsın hem cemaatle namaz kılma sevabına nail olursun. O zamana kadar da yemeğin de hazır olur, sonra karnını doyurursun.”der demesine ama bizim greyderci bitkindir, namaza istekli değildir, midesi isyandadır ve cevabı hazırdır;

 

- Ağa abdesti alayım almasına da biz işçiyiz, açız, kirliyiz, bak çoraplarımın haline bu çoraplarla namaz kılınır mı?

 

Böyle diyerek namazdan kaytarma amacındadır greyderci. Ağa hemen çadırın öte tarafı olan ev tarafına seslenir;

 

- Beni duyuyor musunuz? Oradan greyderci oğluma, bir çift yeni çoraplarımdan getirin.

 

Greyderci fırsatı kaçırır mı hiç, bu kez gömleğinin yakasını göstererek;

 

- Ama kirli olan yalnız çorabım değil ki, bak gömleğim toz, kir içinde, ağam.

 

Ağa hemen sinirli ve daha yüksek bir sesle;

 

 Burası büyük ama gerçekten büyük
 hizmetler veren bir şantiye. Ahmet
 Taş'ın şantiyesi.
- Bakın gömleklerin içinde mavi çizgili yeni bir gömlek olacak, onu da getirin oğluma.

 

Yeni gömlek ve çoraplar gelir, greyderci neşe ile gömlek ve çorapları alır, abdest almak üzere çeşmeye (qûleteyne) yönelir. Ama içinden de, “Allah vere bu gömlekle çorap bana çok pahalıya mal olmaya”diye geçirir. “-nıç- nıç”larla, başını sallar ve yine içinden “Arkadaşlara gösterir ağadan xugê (haraç)aldım diye hava atarım”diye geçirir.

 

Greyderci abdestini almış, giydiği yeni çorabı ve yeni gömleği ile misafirler için kurulan kara çadırın altında, her zaman olduğu gibi imamlığını ağanın yaptığı ikindi namazı için bekleyen cemaate katılır. Ağa imamdır, en önde arkasındaki safta yaşlı birkaç köylüsü ve en arka safta birkaç genç köylü ile bizim greyderci. İkindi namazını kılacaklar.

 

Herkes  KAVAL vadisinden, güneye dönmüş, ikindi namazına niyet için ellerin baş parmakları iner kulak memelerinden. Göğüs üstüne bağlanır, bizim greyderci de elini kulağına götürür ve cemaatin duyabileceği yüksek bir sesle.

 

“Allahım niyet ettim dört rekaat ikindi namazını kılmağa, ikisi YÜCE ALLAHIM için, ikisi de ….. ağam için.”peşinden de daha kuvvetli bir sesle “Aallaahueeekbeeerrr.”der ve ellerini göğsüne bağlar.

 

 Ömrü Şantiye Şefliği ile geçen
 Değerli HALİT DAYI (Sayın) oğlu
 Mesut ve rahmetli Emin Korkmaz
 ile 70 li yıllarda.
Köylü cemaatı neye uğradığını şaşırır kıkırdama, gülüşme ile namaz ardından da dualar biter. Ağa kalkar, gelir, greyderci"nin kulağına yapışır. “Zındık oğlum, o ne biçim bir niyetti?”der. Greyderci kulağı ağanın parmakları arasında, buruşuk bir yüz ve cinvari bir bakışla, köylülere döner;

 

- Eêêe ağa gömleği çorabı verip, zorla abdest aldırmadı mı bana? Hadi Siz söyleyin bunlar anca iki rekaat etmezmiydi?

 

Akşam yatmadan önce ağa bakma bahanesiyle Greyderciden greyderin anahtarını ister, greyderci anahtarı uzatır. Ağa, kaptığı gibi anahtarları cebine atar ve Greyderciye ye döner;

 

- Anahtar cebimde kalsın, bir kaç gün benim misafirimsin, çevrede düzeltilecek çok yollarımız var. Birlikte çalışırız, iş bitince anahtarlarını veririm gidersin.

 

İki gün ağa greydercinin yanına oturur yağcısı gibi, onu çalıştırır. Tüm ısrarlara rağmen greyderci"ye Hakkari"ye dönme fırsatı vermez.. Greyderci tedirgindir;

 

- Müdürüm kızar, işime son verirler, işimden olurum, çoluk çocuğum perişan olur, ekmeğimden olurum.

 

Bu laflara ağa hep;

 

- Hiçbir şey olmaz, korkma, arkanda ben varım, ben bırakmadım çocuğu derim.

 

 Damperli, şantiyecilerin hem iş hem
 de binek araçları idi. Herkes ısrarla
 damperde yolculuk yapmak isterdi.
 Serin havada ve manzara izlemek
 için.
Ağa her greyderden inişte de anahtarları alır cebine atar.

 

O gün cumadır. Ağa ile 40 kişiyi tamamlamak için komşu mezradan Cuma namazına birkaç kişi alırlar. (Şafii mezhebinde 40 kişi olmadan Cuma namazı kılınmaz). O sırada  greyderci"nin kafasında kurnazca bir şimşek çakar. Abdestler alınır, insanlar sayılır, imamağa ve bizim greyderci ile birlikte 42 kişidirler. Bizim greyderci"nin gözü hep ağanın sağ cebindedir. Kara çadırın altında ağa yine imamdır en önde, arkasında da 41 kişilik cemaat. Greyderci bu kez ikinci safta kenardadır. İmamağa niyeti bitirip ellerini kulaklarından indirip göğsüne bağlayarak sesli olarak fatihayı okumağa başlarki, bizim greyderci saftan ayrılır, ağanın sağ cebine elini daldırır greyderin anahtarını alarak;

 

- Ağam kusura bakma, ama iki gündür “ekmeğimden olacağım” diyorum anlamıyorsun, bunu yapmağa mecbur ettin beni, müdürüme selamını söyleyeceğim. Defalarca ellerinden öperim. Gömlek ve çorabını helal et, o güzel yemekler ve her şey  için de çok teşekkür ederim

 

Koşar adımlarla çıktığı greyderini çalıştırdığı gibi gaz pedalını topuklayarak, kara çadırların içinden iniş aşağı, tozu dumana katarak, uzaklaşır ağadan ve yayladan.

 

Eski YSE"ci işte...

 

***

 

Hakkari"ye gazetenin gün aşırı geldiği günlerden bir gün öğlen yemeğinden işe dönerken gazeteciden birikmiş gazetelerimi alıp dört-beş arkadaşla çalıştığımız çalışma odamıza gelmiştim ki masasında oturan Mehmet Ağaoğlu “Mehemedê Osê” (yıllarca ilçelerde şantiye şefliği yapmış) gazete yastığını elimden alıp, birini açıp okumaya başlamıştı.

 

İşime daldığım için aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama duyduğum hıçkırık sesleri ile Mehmet Ağaoğlu"na döndüğümde hiç başından çıkarmadığı şapkasını çıkarmış, masanın üstünde birleştirdiği ellerinin üstüne alnını koyup hüngür hüngür ağladığını görünce hastalandığını sanarak telaşla yanına gitmiş, sırtını ve omuzlarını ova ova;

 

 O yıllar.
- Mehmet abê neyin var, hastaysan hadi seni doktora götüreyim.

 

O hiç başını kaldırmadan ağlamağa devam ediyor, dökülen göz yaşları gazeteyi ıslatıyordu.

 

-Neren ağrıyor.?

-Neyin var.?

-Dişin mi ağrıyor.?

 

Gibi sorulara hiç yanıt vermiyor, hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ediyorduki dayanamadım

 

- Mehmet abê Allah aşkına bak bende fenalaşıyorum, neyin var.? Söyle yardımcı olayım.

 

Dedim. Başını kaldırdı elinin tersi ile gazeteye pat pat vurup;

 

- Ma görmüyor musun?

 

Şaşırmıştım gazeteye baktım baktım ağlanacak bir şey görmedim gazetede. Biraz sinirli biraz sitem vari;

 

-Memet abê ne var gazetede? Neyi görmüyorum? Allah aşkına yeter üzme beni. Alınırım sonra.

 

Hızla başını kaldırdı ve gazetede bir cinayet haberindeki iki fotoğrafa şahadet parmağını vura vura Kürtçe;

 

- Ma tu na bînî, vê kûçik babî vê kûçik babê ha kuştîye, dilê min sot, bo herdûka jî, mala wan xira bû çû.

 

(Ma görmüyormusun bu itoğlu bu itoğlunu öldürmüş. İkisinin de evi virane oldu gitti.)

 

O yufka yürekli melek insan, benim getirdiğim gazetede okuduğu bir cinayet olayı için hüngür hüngür ağlamıştı.

 

Budur eski YSE'ci…

 

..  Devamı var..

 


Yarı gece yola çıkar, Şemdinli'de, Beytüşşebap'ta veya Uludere'deki şantiye işçileri iş başı yapmadan Vali Altay Utkan (Ortada beyaz gömlekli) Şantiyeye inerdi.

 

   Cafer Eskici gibi çok usta bir operatör olsan ne yazar doğaya, Zap yatağına. Yaz kış canını dişine takardı o günün YSE'cisi.

 

Bu da Şemdinli-Derecik yolundaki şantiye. Misafirleri var şantiyecilerin. YSE Müdürü Burhan Yenigün ve makam şoförü Halil.

 

Hakkarili YSE'ci  Ferhat gibi aşıktı Hakkari'ye köylerine.. Dağ taş dayanmadı onlara...

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (31)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.