Babama bir dilim hasret

İrfan Sarı

Mümkünü olsa geri döndürebilse insan zamanı, sondan geriye doğru değil bir parça hasret, bir parça özlem, bir parça eksik bırakmadan, sonra kıyısına gelende el sallayacak kadar içinde tereddüt kalmadan çekip gitse.

Yaşanmışlıkları iki damla gözyaşıyla değil ağız dolusu gülecek kadar anımsamak için.

Baba, müşkilin yoksa göğsümün duvarına gelip dayanan ve sebebini bilmediğim hüznümü anlatmak isterim sana. Hüzün işte, aniden bastıran yağmur gibidir, bir tutam bulut yokken gökyüzünde bakmışsın bir yağmurun kollarına takılmış geliyor.

Bazen annelerin uzaktaki çocuklarına duyduğu özlemin içindedir. Bazen bir babanın ekmek parasını kazanmak için ter verdiği damlanın içinde. Bazen bir sevgilinin kırgın ve kızgın anında saklıdır. Bazen bir çocuğun oyuncağını kaybetmesinden kopan kıyamettir.

Ben bu gece bir film izledim baba!

Bu filmde mi gizliydi benim hüznüm bilemedim ama kaburgalarımı tekmeler gibi attı kalbim oradan buharlaşıp gökyüzüme yükseldi, gökyüzüm işte! yani beynim. Nedendir bilmem gözlerime yağdı gökyüzümün yağmurları. Ellerimle dokunmak istedim ama bir an sokakta koşarken aniden dönen toz bulutu kaçsın gözlerime istedim bunu anlatacak bir sebebim olsun diye. Dokunursam ağladığımı görecekti evdekiler ben sonra nasıl anlatırdım bu sebepsiz hüznü…

Hüzün işte baba, şu iyi bir şey olsa bize bırakılır mıydı dedikleri şey.

Hakkâkten iyi bir şey olsa ömrü billâh bırakmazlardı bize oysa şimdi tırnaklarımıza kadar gömüldüğümüz şeydir.

Biliyorum bir kimselerin çöldeki kum gibi hüznü var bu bir teselli değil ki çöldeki kum kadar hüznü olanlar içinde okyanuslar kadar üzülüyorum.

Biliyorum! Biliyorum! Çocuklaştım ben yine.

Ama ne yapayım elimde değil ağlayıp sızlamak istiyorum sonra duyup üzülürsün diye gömüyorum içimin o en yalnız yerine. Balkona çıksam ağlayacak bir karış yer yok. Çıkıp yürüsem, yürürken dün gece çakan şimşekler gibi hıçkırsam, mendil sürmesem, kurutmasam yanağım dere taşları gibi ıpıslak olsa karanlıkta görmezsin belki.

Deniz feneri gibi yanıp sönüyor damarlarım.

Bir işaret, bir yer imi verir gibi.

O filimde bir baba: çocuğuna babasız büyümenin yalnızlığını anlatıyordu. Sokağın ucunda tüm çocuklarla aynı oyunu oynarken bir tarafı eksik olmakmış, fırtınaya karşı göğsünü açık tutan gençlik yıllarında üşümekmiş oysa gençlik jiletten keskindir, babasının aldığı dondurmayı yiyememekmiş ya da aldığı gömleği giyememekmiş. İçinde tutsak ettiği ama haykırmak istediği kelimeleri hiç söyleyemedi ben de öyleyim baba…

Babalar çocuklarının filozofudur.

Filozofsuz büyüyen çocuklar sol tarafından yana karanlık kalır, aydınlanamaz.

Kalplerinde hep bir dal inceliği ve hep karşı kıyıda yalnızlık kalır. Ya hep susuz fide gibi kıvrılır kururlar ya hep deli rüzgâr gibi eser gürlerler.

Yumrukları da gözyaşları da durmadan kanar.

Mülteci yalnızlığı gibi bir süre sonra biter sanılır ama bir mülteci durmadan ve sınırsız mültecidir. İçinde ve dışında rıhtımına bütün gemiler gelir ve gider sürekli demir atan hiçbir gemisi yoktur.

Ateş gibidir, çeliği bile eritir ama kendi de söner. On beş yıl, üç ay, yirmi bir gün ve kaç saat olduğunu bilmemek gibidir.

Hüzünden ve babasızlıktan söz ediyorum.

Kör kütüğüm bu gece, zemberek gibi fırlamışım kulaklarım uğulduyor. İyi bişey olsa bana bırakmazlardı bunu. Ama olsun bana hep sana sığınmayı hatırlatıyor.

Bak işte şafak söktü…

Pencerenin önündeki söğüt ağacına tünemiş serçelerin cıvıltısı geldi içeri. Anlaşıldı, seninle zamana doyulmuyor baba.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (14)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.