Bu ülkeye yeni bir hikaye yazalım - Serhat Tuğan yazdı

"Bu toprakların kültürel genleriyle hiçbir biçimde uyuşmayan ve örtüşmeyen bu anayasa hasıl olduğu günden bugüne, bu ülkeye huzur, refah ve istikrar uğramadı."

Serhat Tuğan yazdı

7 Ekim 2023 tarihinde HAMAS marifetiyle başlayan savaş “Medeni” dünyanın gözleri önünde bir halkın toplu kıyımına dönüşmekle kalmadı. Batılıların 1. Dünya Savaşından sonra, bölgede oluşturdukları statükonun çöküşünü de sağladı. Netanyahu’nun “Savaşla bölgeyi değiştiriyoruz” söyleminden sonra ABD’nin Ankara Büyükelçisinin “Batı bir asır önce bu bölgede emperiyal çıkarlar için nesillere mal olan hatalar yaptı” sözlerinde kirli ve gizli antlaşmalarla Ortadoğu’da oluşturulan düzenin iflasının ilanı olduğu gibi “Güçlü Devletleri, İsrail tehdit olarak görüyor” beyanatı da 21. Yüzyılda bölgede görmek istedikleri düzenin statükonun ipuçlarını veriyor.

Yaşanan kıyım karşısında adeta “üç maymuna oynayan” Batılı Hükümetler ile ABD’nin sınırsız desteğiyle, bölgede oluşturulmak istenen statüko; İsrail dışında herkesin birbiri ile çatıştığı ve salt İsrail güvenliği ve çıkarlarını merkeze alan cehennemi bir düzendir.

Bölgedeki çelişki ve çatışmaları derinleştirecek bu “Cehennem Düzen’e” karşı Kürt, Türk ve Arap Barışı, birlikteliği güçlü bir alternatif olabilir. Selahattin Eyyubi’den gıdasını alan bu barış ve istikrar paradigmasının başarılı olabilmesi için bunu dillendirenlerin kendi iç sorunlarını çözmüş, toplumsal barışını sağlamış olması gerekir. Bir yıldır tanık olduğumuz umut verici arayışlar ve gelişmeler devletin de bu konuda ikna olduğunu gösteriyor. “İç Cepheyi Tahkim Etme” söylemiyle başlatılan arayışlar, Cumhuriyet ile yaşıt, ülkenin en önemli sorunu olan Kürt Sorununu çözmek ve iç barışı sağlamak için en önemli adımlardır.

Sorunun kalıcı bir çözüme kavuşturulması için öncelikle “Ölüp- Öldürme” denkleminden çıkmak gerekiyordu. Zira yarım asra varan kanlı isyan sürecinde taraflar şiddetin her biçimini denemelerine rağmen bir sonuç elde edemediler. Neticeten Öcalan’a yapılan çağrı ve Sayın Öcalan’ın buna yanıt olarak yapmış olduğu çağrı çoğu kimsenin hayal bile edemediği sonuçlar yarattı. Yıllardır tecritte olan, PKK nezdinde bir etkisi kalmadığı söylenip itibarsızlaştırılmaya çalışılan Sayın Öcalan’ın çağrısının sadece Türkiye’de değil, bölgede iklimi değiştirdiğini söylemek abartılı olmaz.

27 Şubat 2025 günü Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrı, PKK tarafından bir talimat olarak kabul edildi. 14. Kongresini toplayarak hem silahsızlanma hem de fesih kararı aldı. 7 Ekim Savaşının tüm bölgeyi yangın yerine çevirdiği bu ortamda Silahsızlanma ve Fesih Kararları büyük bir özgüven ve cesaret ifadesi olduğunu kabul etmek gerekir. Kimileri bu kararları yenilgi olarak lanse etse de aslında bu kararları; PKK’nın, 90’ların ilk yarısından beri sorunu; “Ortak Vatan” ve “ Eşit Yurttaşlık” çerçevesinde politik ve barışçıl yöntemlerle çözme arayışlarının bir devamı olarak görmek gerek. PKK’nın 14. Kongresinde aldığı kararlara ilişkin yaptığı açıklamada Lozan Antlaşması ile 1924 Anayasası’na yaptığı atıf, Kemalist-Ulusalcı cenahı rahatsız etse de, sorunun kaynağına dikkat çekme anlamında isabetli bir tespit olmuştur. “Lozan Cumhuriyet’in Tapusudur, Sorgulanmaz” denilerek tartışmaların önü kesilmek istendi. Oysa Lozan ve 1924 Anayasası tartışılmadan resmi ideolojinin Kürt ve Türk ilişkilerinde yarattığı tahribat ve travmalar giderilemez. Sorunun kaynağına inilmezse; bir asırdır resmi ideolojinin topluma empoze ettiği “Dış Güçlerin Yarattığı Terör Sorunu” bakış açısında ısrar, ortaya çıkan “Altın Fırsat’ın” heba olmasına neden olabilir.

Her toplumsal ve siyasal sorunun tarihsel bir arka planı mutlaka vardır. Kürt İnkarının tarihsel arka planı da Lozan ve 1924 Anayasa’sına dayanmaktadır. Yeri gelmişken Lozan ve 1924 Anayasa’sına giden yolun döşendiği döneme ilişkin bir anekdot aktarılırken, bir Kürdün gözünden bu tarihsel sürecin ana hatlarıyla kısa bir özetini de aktarmak istiyorum.

19. yüzyıldan “hasta” ilan edilen Osmanlı İmparatorluğu çöküş sürecine girer. 1918’den imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması bu çöküşün resmi belgesi olur. Osmanlı tebaası olarak bilinen yakın coğrafyalardaki halklar ve ülkeler kaderlerini tamamen Osmanlı’dan koparmak, ayrılmak biçiminde tayin ederler. Bunun en çarpıcı örneği Şerif Hüseyin liderliğindeki Araplarda görülür. Hatta kimi Arap Aşiretlerinin Osmanlı Birliklerini arkadan vurdukları da çokça anlatılır. Bu süreçte İstanbul’da bulunan Kürt aydınları ve ileri gelenleri, okul kitaplarından “Zararlı Oluşum” olarak tanıtılan “Kürt Teali Cemiyeti” adı altında bir dizi toplantı yaparlar. Kürtlere bir doğrultu belirlemek maksadıyla tartışmalar yaparlar. Tartışmalara Seyyid Abdulkadir “Asırlardır birlikte yaşadığımız Türk kardeşlerimize bu zor zamanlarda terk etmemeli ve birlikte hareket etmeliyiz” diyerek son noktayı koyar.(*) Bu yaklaşım Kürtlerin doğrultusu olur. Bu anekdot Kürtlerle Türklerin kader birliği yaptığı söyleminin soyut ve mecazi bir retorikten ibaret olmadığının güzel bir örneğidir. Bu doğrultu Kürtlerin, Kurtuluş Savaşına yaklaşımını da belirler. Mustafa Kemal Samsun’a çıktıktan sonra attığı en önemli adımların başında Kürtlerle ilişkilenmek gelir. Kürtleri işgalci emperyalistlere karşı birlikte savaşmaya çağırır. İşgalciler atıldıktan sonra, kurulacak yeni devlete, Kürtlere kendilerini yönetme yetkisi dahil birtakım vaatlerde bulunur. Verilen vaatler gereği Kürtler Erzurum Kongresine katılarak Kurtuluş Savaşını sahiplenirler. Kurtuluş Savaşı sürerken Mustafa Kemal kuracağı yeni devleti ete kemiğe büründürecek adımlar atar. 1920’de Ankara’ya gelerek ilk meclisi açar. Bu meclise 70 Kürt, “Kürt Mebusu” olarak kendi ulusal kıyafetleriyle katılır. Aynı yılın ağustos ayında İngilizler ile Fransızların Osmanlı coğrafyası üzerinde yaptığı taksimata Sevr Antlaşması ile resmiyet kazandırırlar. Sevr’in önemli bir boyutu da Kürtler ve azınlıklara yönelik mesajlarla dolu olmasıdır. Yani Kürtleri kurulacak Ankara merkezli yeni devletten koparmak isterler. Kürtler bu yaklaşımlara itibar etmez ve asırlara yayılan kardeşliğin gereği olarak Ankara Meclisinde yer almaktan tereddüt etmezler.

Mustafa Kemal birçok konuşmasında Kürt-Türk Kardeşliğini vurgular. Kurulan Devletin, Kürt ile Türk’ün ortak, kardeş eseri olduğunu söyler. İlk Meclis’in 20 Ocak 1921’de ilan ettiği “Teşkilatı Esasiye” olarak da adlandırılan Anayasa; muhtariyet bağlamında, Kürtlere verilen vaatler gereği Ademi Merkeziyetçi bir karaktere sahiptir. Örneğin; bu Anayasa’da il idareleri özerk yapılar olarak yer alıyordu.

1923’e gelindiğinde emperyalist işgal yenilgiye uğratılarak Kurtuluş Savaşı kazanılır. 29 Ekim’de sınırları Misakı Milli ile belirlenen Cumhuriyet ilan edilir. Ama yeni Devlet ve Cumhuriyete uluslararası meşruiyet kazandırmak gerekiyordu. Bunun da adı Lozan Kongresi olur.

1923 Temmuzunda gerçekleşen Lozan Konferansında Kürtler “Azınlık” olarak yeniden gündeme gelir. Ama İsmet İnönü liderliğindeki Türk Heyeti Kürtlerin azınlık değil, “Asli Unsur” olduğunu ve heyetin Kürtleri de temsil ettiğini belirterek delegeleri ikna eder. Hatta İnönü’nün kendisini Kürt asıllı olarak lanse ettiği de rivayet olunur. Cumhuriyete ve yeni devlete Lozan da uluslararası Meşruiyet kazandırdıktan 9 ay sonra 1921 Anayasası askıya alınarak 1924 Anayasası ilan edilir. Tekçi jakoben ve katı merkeziyetçi bir muhtevaya sahip olan 1924 Anayasası Türklere dayalı bir ulus –devlet yaratma projesidir.

Bu toprakların kültürel genleriyle hiçbir biçimde uyuşmayan ve örtüşmeyen bu anayasa hasıl olduğu günden bugüne, bu ülkeye huzur, refah ve istikrar uğramadı. 101 yıldır bu ülkede bir Anayasa krizi yaşandığını söylemek yanlış olmaz.

Bu Anayasa değişikliğine karşı en güçlü itiraz, tarihte bir benzeri daha olmayan “inkar” gibi bir politikaya maruz kalan Kürtlerden gelir. Diliyle, kültürüyle, kimliğiyle, coğrafyasıyla Mezopotamya’nın en kadim halklarından birine bir anda “sen yoksun” dediler. Sayın İsmail Beşikçi Hocanın deyimi ile tarihin hiçbir aşamasında, dünyanın hiçbir coğrafyasında kimse kimseye “sen yoksun” dememiştir. Devletin tüm kurumları bu inkara göre şekillendi. Kürt İnkarı adeta devletin genlerine işleyen bir fobiye dönüştü.

Şêx Said İsyanı bu itirazın en güçlü sesi olur. 13 Şubat 1925’te başlayan isyan, kısa zamanda geniş bir alana yayıldığı gibi birkaç ay içinde yenilir. Şêx Said ve 9 arkadaşı İstiklal Mahkemelerinin kararı gereği idam edilirler. Devlet, yaptığı haksızlığı meşrulaştırmak veya örtbas etmek için Şêx Said’i İngiliz Ajanı ilan eder. Musul- Kerkük’ün Misak-ı Milliye dahil edilmesini engellemek için İngilizlerin kışkırtması ile başlayan bir isyan olarak kayda geçer. Bu anlatımın doğru olmadığı; resmi ideoloji ve resmi tarih anlayışının bir çarpıtması olduğunu belirtmek gerekir. Aldatılan Kürt! Yok sayılıp, inkar edilen Kürt! Bun itiraz ettiği için hain ilan edilen de Kürt!.

Wilson İlkeleri, Mondros Mütarekesi ile Serv’in egemen kılınmaya çalışıldığı yıllar Türklük açısından “ Olmak ya da Olmamak” kabilinde yıllardır. Kürtler o dönemde bunları sahiplenmiş olsaydı, Türklerin Anadolu’daki tarihi nasıl seyrederdi acaba? Kimi Kürtlere göre bu sahiplenme yaşanmamış olsaydı, en azından Kürtler inkar, imha ve asimilasyon politikalarına maruz kalmaz, aynı zamanda daha gelişmiş ve müreffeh bir toplum olarak varlığını sürdürürdü.

Sonuç olarak; son 20 yılda inkar siyasetinin aşılması anlamında çok önemli adımlar atıldı. Ama Kürt Sorunu PKK yaratmadığı gibi PKK’nın silahsızlandırılmasıyla da kalıcı çözüm yaratılmış olmaz. Dolayısıyla Kürt Sorunu 101 yıl önce ilan edilen Anayasa ile yaratılan bir sorun olduğu için, Sayın Bahçeli’nin ifadesi ile “Herkesin kendisini içinde bulabileceği bir sistem yaratmak” yani herkesi kapsayan demokratik ve çoğulcu bir Anayasa yaratmakla kalıcı çözüme kavuşulabilir.

Bu ülkede yaşayan herkesin kendisini içinde bulacağı, kimsenin bir diğerinin ötekisi olmadığı, eşitliğin ve adaletin ruhu ile beraber ülkenin her santiminde ve her kalpte hayat bulacağı yeni bir hikaye yazmak zamanı geldi. Bu hikayeye de yeni bir Anayasa ile başlanabilir.

Hadi kolları sıvayalım, işimiz çok hepimize kolay gelsin.

(*) Not: Seyyid Abdulkadir’in akıbetini merak edenler için; kendisi Şêx Said Efendi ile beraber İdam edildi.

Serhat TUĞAN / Batman Beşiri Cezaevi - 4 Ekim 2025

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

MAKALE Haberleri