Ölümün sıradanlığı: Hakkari'de bir çoban vurulmuş kimin umurunda?

Ölümün sıradanlığı: Hakkari'de bir çoban vurulmuş kimin umurunda?

"Haber konusu olmayan ölülerimizin hiç yaşamamışlar, hiç bizimle beraber olmamışlar, hiç gözlerimizin içine bakmamışlar gibi mezarlarına dahi tahammül edilmiyor. Ama hatırlatmakta fayda var; ölülerle girişilen her savaş, kaybedilmiş savaştır."

Avukat Şoreş Diri yazdı...

Cemşit Şen, devlet aygıtının “haşmetli varlığı” olan karakolların olduğu bir bölgede oğlu Sertip Şen’in vurulup, gözleri önünde kan kaybından ölmesine “Hakkari’de bir çoban vurulmuş kimin umurunda.” diyerek ölümün bölgemizdeki sıradanlığına dair gerçeği bir fiske gibi bütün toplumun yüzüne indirdi.

***

Yüksekova’ya bağlı Onbaşılar (Wargenima) köyünde, 2 Mayıs Perşembe günü koyunları otlattığı esnada görgü tanıklarının askeri bölgeden açıldığını söylediği ateş sonucu vurulan 46 yaşındaki Sertip Şen hayatını kaybetmişti. Ölüm olgusunun kendisi yaşamımızın öylesine doğal bir parçası haline gelmiş durumdaki “Hakkari’de bir çoban vurulmuş kimin umurunda?” sözleriyle baba Cemşit Şen, ölümün Kürt’ün ve Kürt coğrafyasnın kaderi olduğunu vaaz eden dili ve söylemi çırılçıplak bir şekilde ortaya seriyor.

***

“Türk’ün Gücünü Göreceksiniz!”

Hatırlanacak olursa, Yüksekova’daki bir şantiyeye baskın düzenleyen özel harekatçılardan birinin yüzükoyun yerel yatırılmış 28 Kürt işçisine "Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücünü göreceksiniz! Hepinizi tanıyorum ben. Kim ki hainlik yapıyor, kim ki ihanet yapıyor, karşılığını görecek! Görecek karşılığını! Ne yaptı lan size bu devlet? Ne yaptı devlet size? Hepiniz, hepiniz karşılığını görecektir. Türkün gücünü göreceksiniz.” diyordu. Yoksul ve savunmasız Kürt işçilerinin üzerinde tatbik edilen bu kolonyalist fanteziden sonra ne mi oldu?

Sonrasında yaşanan işkence ve tehdit gösterisine ilişkin görüntüyü ortaya çıkartarak yayınlayan DİHA muhabiri Nedim Türfent'e yaptığı haberlerden dolayı tutuklandığı davada "Örgüt üyeliği" iddiasıyla 8 yıl 9 ceza verilmişti.

Yani suç cezalandırılmak yerine, cezasızlıkla ödüllendirilmişti. Cemşit Şen’den uyarlayıp söyleyecek olursak, “Hakkari’de 28 işçi işkence görmüş kimin umurunda?”

***

Yüksekova’da aralarında Suruç Katliamı’nda hayatını kaybeden Süleyman Aksu’nun da mezarının bulunduğu mezarlık geçen günler içinde polislerce altıncı kez tahrip edildi. Yine Cemşit Şen’in deyimiyle söyleyecek olursak, “Hakkari’de Kürt’ün mezarı tahrip edilip, ölüsüne bile hakaretler yağdırılıyor, kimin umurunda?”

***

Yüksekova ilçesi Cengiz Topel Caddesi’nde 8 Ekim 2016 tarihinde Kobra tipi zırhlı araçtan açılan ateş sonucunda Serhat Buldan, Rahmi Safhalı, Necdet İşözü ve Aydın Tümen’in ölümüne neden olan polis 1 yıl sonra tahliye edildi. Cemşit Şen’in hepimizin yüzüne bir sille gibi inen sözleriyle yine soruyoruz; “Hakkari’de gündüz gözüyle çarşı ortasında taranarak öldüren 4 sivil yurttaşımız kimin umurunda?”

***

Gelgelelim ölümlerin yarıştırılması meselesine;

Cemşit Şen’in söylediği cümlede geçen duygu, sadece bir çaresizlik hissi değil, aynı zamanda “halkın huzur ve güvenliğinden sorumlu” olan devlet aygıtından adalet temelinde hiçbir beklentinin kalmadığına da bir delâlettir. “Hakkari’de bir çoban vurulmuş kimin umurunda?” sorusuna hakkaniyetli cevap olmak yerine, tam karşıda oturup, “hayatını kaybeden askerler veya diğer tarafın hedefi haline gelen insanlar için ne diyorsun?” demek, ölümleri başka ölümlerle meşrulaştırma gayreti olur. Kaldı ki, devlet operasyonlarının dışındaki nedenlerden dolayı meydana gelen bütün ölümlere tüm medya organlarında itina ile yer veriliyor. Burada failin konumuna göre ölülerimiz haber konusu oluyor veya olmuyor. Haber konusu olmayan ölülerimizin hiç yaşamamışlar, hiç bizimle beraber olmamışlar, hiç gözlerimizin içine bakmamışlar gibi mezarlarına dahi tahammül edilmiyor. Ama hatırlatmakta fayda var; ölülerle girişilen her savaş, kaybedilmiş savaştır. Çünkü ölülerin kaybedecek hiçbir şeyi yoktur! Mezar taşlarından başka..

***

Ayrıca, çatışmalı sürecin sürekliliğine neden olan temel paradoks tam da bu ölümleri yarıştırma gayretinin bir sonucu olduğu aşikârdır. Yani Sertip Şen herhangi bir çatışmada, bir mücadele esnasında ölmedi. Bu yüzden Cemşit Şen’in sorduğu o sorunun muhatabı devlet güçlerinden önce, Kürt’ün ölümünün kanıksandığı ve normal kabul gördüğü bütün Türkiye toplumudur.

***

Dolayısıyla, Hakkari’de devletin egemen olduğunu iddia ettiği bir alanda meydana gelen sivil bir ölümün karşılığı, çatışmada hayatını kaybetmiş olan askerlerin ölümü olamaz. Yıllardır süregelen bu ölüm yarıştırma hali yüzünden kesintisiz bir biçim alan iki türlü ölüm (sivil ve askeri ölümlerin) sürekli hale gelmesi bu ölümlerin kitlelerce kanıksanması sonucunu doğurmuştur.

***

Bir ölünün başına gelebilecek en korkunç şey, herhalde, kanıksanmış ve normalleştirilmiş olmaktır. Ve ölümü kanıksanmış bu ölünün Türk mü yoksa Kürt mü olduğunun sadece yaşayanlar açısından bir önemi olabilir. Ölülere bırakılabilecek en muazzam abide ölümü kabullenmemek ve onların ölen son kimseler olduğunu topluma neşet ettirmektir. Bu yüzden ölümü kanıksamayın!

***

Sonuç olarak;

Şimdi biz de bir kez buradan soralım:

Hakkâri’de bir çoban vurulmuş kimin umurunda?

Hakkârilinin mezarına hergün saldırılar yapılıyor kimin umurunda?

Hakkârili annelerin çocukları açlık grevinde kimin umurunda?

***

Bugünler geçip gittiğinde bu sorulara verdiğimiz veya ver(e)mediğimiz cevaplar peşimizden gelecek ve bir hayalet gibi bizlere musallat olacaktır. Bu sorulara verilecek hakkaniyetli cevaplar, birçok insanın yaşamda kalmasını da sağlayacak potansiyeli içinde taşıyor.

Belki bu sorular unutulup gidecek, ama bu sorulara verilen cevaplar gölgemiz gibi peşimizden ayrılmayacak.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum