Neden inadına barış?

Neden inadına barış?

Neden İran değil de Türkiye? Neden Irak Kürdistan Yönetimi ve Suriye değil de Türkiye?

Umutla beklediğimiz Barış Treni, maalesef 6-7 Ekim olaylarıyla raydan çıktı ve 50 civarında insanımızın hayatına mal oldu. Şüphesiz bu bir yol kazasıydı. Bile bile, göre göre gelen bir yol kazası.  Bu kazada bizim de küçük bir hata payımız vardı; ancak çoğunlukla İD (IŞİD) denilen cani bir örgütün işlediği cinayetleri mahallemize kadar taşıması, gözlerimizin önünde sivil bir Kürt yerleşim birimini topa tutması, en önemli sebep idi. Şüphesiz İD bu cinayeti işlerken,  çok mühim bir siyasi hesap da yapmaktaydı. Bu da Türkiye’deki barış sürecini vurup, Kürt halkına karşı açtığı topyekûn bir savaşta, aklınca kendisine doğal bir müttefik bulmak, böylece Kürtlerin zenginlikleri ve topraklarına el koyarak inşa etmek istediği devleti, maddi temelleri güçlü sağlam bir zemine oturtmaktı.

İD’in cinayet mahalli olarak Suruç’un arka mahallesi sayılan Kobani’yi seçmesi bu karanlık hesaba dayanıyordu.  Kürt meselesinin barış ve demokrasi ekseninde çözümü yolunda irade beyan etmiş AKP hükümetinin böyle kirli bir ittifaka iştirak etmesi, İD gibi cani bir örgütle iş tutması, hele bir de müttefik olması düşünülemezdi. Ancak Barış sürecinin darbe alması ve Türkiye’nin yeniden bir savaş ve kargaşa ortamına sürüklenmesi İD’in her bakımdan işine gelecekti. Böyle bir duruma, Türkiye gibi, Batı ve Dünya için önemli bir ülke söz konusu iken,  Suriye ve Irak’taki vahşet ikinci plana düşerdi. İşte o zaman İD’in eli güçlenir ve istediği şekilde hareket ederdi.

Türkiye’den Silah Talep Etmenin Anlamı

Hafif silahlarla İD’e karşı direnen PYD güçlerinin Türkiye’den silah talebinde bulunması ve eş zamanlı olarak kimi PKK yöneticilerinin de, “eğer Kobani düşerse barış süreci biter” şeklindeki beyanları, başta hükümet yetkilileri olmak üzere herkesin kafasını karıştırdı. Değil sadece hükümet, Türkiye kamuoyundan pek çok aklıselim insan bile önce şunu düşündü veya düşünmek durumunda kaldı: “peki eğer bu silahlar yarın Türkiye’ye çevrilirse o zaman ne olur?” Barış sürecinin bitirilmesi Türkiye’nin yeniden şiddet ortamına doğru sürüklenmesi anlamına geldiğinden, basit bir akıl yürütmeyle böyle bir sonuca ulaşmak en doğal olan şeydi. Ancak meselenin gözden kaçan bir boyutu var.  Neden PKK, nerdeyse 30 yıl savaştığı bir ülke olan Türkiye’den silah istemişti. Neden İran değil de Türkiye? Neden Irak Kürdistan Yönetimi ve Suriye değil de Türkiye? Kanımca bu sorunun cevabı çok önemliydi ve biz bu soruya sağlıklı bir cevap bulamadığımızda, barış sürecini de doğru bir analize tabi tutamayız.

 PKK’nin yıllar içindeki siyasi hedefleri ve ideolojik değişimine göz attığımızda,  bu silah talebinin hiç de abes olmadığını anlarız. Bağımsız Birleşik (hatta Sosyalist) Kürdistan gibi “ayrılıkçı” bir çizgiden,   “demokratik özerklik” gibi  “üniter” devlet çerçevesindeki bir çözümü hedef alan bir siyasi hareket, Kürt meselesini Türkiye’nin bir iç sorunu olarak gördüğünde,  Türkiye’den pekâlâ yardım talebinde bulunabilir.  Bu meseleyi bir örnek üzerinde anlattığımızda durumun daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Türkiye’yi(daha doğrusu Türkiye ve Kürdistan’ı) bir aile, PKK’yi de bu ailenin sistemine, yönetim ve adalet anlayışına baş kaldırmış “asi-isyankâr bir üyesi” sayalım. Aile otoritesi ile kavgalı bu “asi delikanlı” bir gün sokağa çıkıyor,  kendisinden silah ve donanım açısından çok daha güçlü, bir o kadar da, yasa tanımaz, insanlıktan nasip almamış bir güruhun saldırısına uğruyor.  Evin  “asi delikanlısı,”   cesaret ve gözü peklikte, karışışındaki güruha boyun eğecek pısırıklıkta değil.  Üstelik kendisi saldırmamış, kendisine ait olan arazide, atalarından kalma mülkü üzerinde haksız bir saldırıya uğramıştır.  Böyle bir durumda “ailenin asi delikanlısı” kimden yardım isteyecektir?  Elbette ailesi olarak gördüğü ve geleceğini ortak olarak inşa etmek istediği ailesinden yardım isteyecektir.  Saldırıya uğradığı haleti ruhiye ile dönüp ailesine de tehditler savuracaktır.  İşte PYD ve PKK’nin Türkiye’den silah yardımından bulunmasını bu eksende değerlendirmek gerekir.  

Nitekim bu talep karşısında bocalayan veya kararsız kalan Türkiye, daha sonra Pêşmerge’nin Kobani’ye geçişi için gerekli kolaylıkları sağlamış, istenen yardımı doğrudan değilse de dolaylı olarak karşılamıştır.  Eğer Türkiye, bu konuda gecikmemiş olsaydı, büyük bir olasılıkla 6-7 Ekim’de zuhur eden Kobani olayları yaşanmaz ve barış süreci vahim bir kaza geçirmiş olmazdı.

Türkiye Ne Yapmalıydı, Ne Yapmalı?

Öncelikle Türkiye bu cinayetin, burnunun dibinde,  adeta Suruç’un arka mahallesi olan Kobani’de işlenmesine müsaade etmemeliydi.  Burada, herkesin gözleri önünde işlenecek cinayetten sıçrayan kanın Türkiye sınırlarının içine kadar gelmesi,  kamuoyunun vicdanını yaralayacak ve içerde bir infiale yol açacaktı.  Dolayısıyla Türkiye buna izin vermemeliydi.  Şüphesiz izin vermemek İD ile savaşmak anlamında değerlendirilmemelidir.  Eğer Türkiye, İD’e, “her yeri işgal ettin ve Kürtleri topraklarından ederek benim sınırıma kadar dayandın. Ancak ben sınırımda bu cinayete izin vermem. Bu benim kırmızı çizgimdir” deseydi; İD asla böyle bir şeye cesaret edemezdi.  Evet, İD cani ve barbar bir terör örgütüdür, ancak Türkiye’ye saldıracak kadar da mecnun değildir.

İkincisi, İD’in Kobani’ye saldırmasının en önemli sebebi,  sahipsiz olarak kabul ettiği Kürt topraklarını işgal etmek ve buraları Kürtlerden boşaltarak,  kendisine bağlı Sünni bir Arap nüfusu ile doldurmaktadır.  Çünkü İD’in doğal sınırları olarak gördüğü Suriye ve Irak’taki Sünni Arap yerleşim alanları, bir devleti ayakta tutacak zenginliklerden yoksundur. Bu nedenle İD,  Kerkük petrollerini de içine alıp, Suriye üzerinden Akdeniz’e açılacak geniş bir coğrafyada,  müreffeh bir devleti ayakta tutmaya yeterli bir alanda devletleşmek istemektedir.  Bağdat ve Basra’ya doğru genişleme şansı olmayan İD, Kürt topraklarını kolay lokma olarak hesaplamaktadır.  Tarihi bir Sünni yerleşim yeri olan Bağdat’ı Şiilere kaptıran ve Şam’ı da Esat’a bırakmak zorunda kalacak olan İD, bu ağır telafiyi Kürt topraklarına el koyarak gidermek peşindedir. Ancak İD, Suriye’deki Kürt topraklarını işgal edip Kürtleri yerlerinden ettiğinde, Türkiye buna rıza göstermemeliydi. Çünkü Kürtlerin ve Türklerin hukuku, Araplar ve Kürtler arasındaki hukuka benzemez. Üstelik gerçek Misakı Milli, Türk ve Kürtlerin üzerinde mukim oldukları toprakları içermekteydi. 

Yeni Bir Toplum Sözleşmesiyle Yola Devam Etmeli

Sykes- Picot sisteminin çöktüğü bir Suriye ve Irak’ta, Suriye Kürtlerinin Türkiye Kürtleriyle yaşama arzu ve şansı, Suriye’de ortaya çıkacak bir Arap devleti veya devletleriyle yaşama şansından daha yüksektir.  Zaten bu gerçeği gören Başbakan Davutoğlu da,  Akil Adamlar Heyetiyle yaptığı görüşmede, “Türkiye Sykes Picot’un bekçisi değil” diyerek, Ortadoğu’da, 20. Yüzyıl başlarında, İngiliz ve Fransızların dayatmalarıyla oluşmuş olan devletler sisteminin çöktüğünü kabul etmektedir.  Başbakan Davutoğlu’nun bu gerçeğin farkında olması, Türkiye ve bölge için ayrıca önemli bir şanstır.

Kürt meselesi, sadece Türkiye’nin iç sorunu değil, uluslar arası boyutları olan bir davadır. Hem içerde hem de dışarıda kazandırabilecek, bunun yanında hem içerde hem de dışarıda kaybettirebilecek bir sorundur. Barış sürecini mutlaka bu boyutlarıyla ele almalı ve büyük düşünmeliyiz. Suriye’deki Araplardan çok, Türkiye’deki Kürtler ve Türklerle ortak bağları olan Rojava Kürtlerinin kaderi, Türkiye’deki barış süreciyle çok yakından ilgili olup hatta iç içedir.  Gelinen aşamada tarih, Türk ve Kürtlere, yeni bir toplusal sözleşmeyle muazzam bir gelecek inşa etme şansı sunmaktadır. Şimdi artık gerçek anlamda büyük düşünmenin zamanıdır. Çünkü barış küçülme ve bölünmenin değil, hem bölgesel hem de uluslar arası bir güç olmanın imkânlarını sunmaktadır.  Bu nedenle, her şeye rağmen inadına barış demeli ve “savaşseverlere” geçit vermemeliyiz. Çünkü barıştan daha büyük ve değerli bir miras yoktur.

Doç. Dr. Abdullah KIRAN (MŞÜ, Siyasetbilimci)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.