Mültecinin Adı Var, Hakları Yok

Mültecinin Adı Var, Hakları Yok

20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde Suriyeli mültecilerin sorunlarını, bundan sonra kendilerini nelerin beklediğini Mülteci-Der İdari Koordinatörü Pırıl Erçoban’la konuştuk.

FUNDANUR ÖZTÜRK’ÜN SÖYLEŞİSİ

Suriye’nin Tel Abyad kentindeki son çatışmalardan sonra Türkiye’ye sığınan sığınmacıların sayısı, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin açıkladığı rakamlara göre 2 milyon oldu.

Kimliksiz ve statüsüz olarak yaşamak zorunda kalan mülteciler, sağlıktan eğitime, barınmadan para kazanabilmeye kadar birçok konuda zorlukla karşılaşıyor. Mültecilerin temel yaşam hakları konusundaki Türkiye’deki mevzuatlar ya çok yetersiz, ya da uygulanmalarında aksaklıklar yaşanıyor.

20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde merak uyandıran soru ise, bundan sonra mültecileri neler bekliyor? Mültecilerle Dayanışma Derneği (Mülteci-Der) İdari Koordinatörü Pırıl Erçoban’la konuştuk.

Suriyeli çocukların yüzde 70’i okula gidemiyor

Mülteci çocukların okula gidebiliyor mu? Bunun önündeki engeller ne?

Hala Suriyeli çocukların büyük kısmı okulsuz. Suriyeli çocukların okullaşma oranının yüzde 30-35 olduğu söyleniyor. Mevzuatın bilinmemesi, bilinse bile bazı ailelerin Suriye okullarını tercih etmesi, MEB okullarındaki alt yapı sorunları, dil problemi, kayıt yaptırmaya giden çocukların bazı yöneticiler tarafından geri çevrilmesi, eğitim masrafları, dışlanma gibi sorunlar çocukların okullaşma oranını olumsuz etkiliyor.

Bunun yanı sıra, 12-13 yaşından itibaren pek çok çocuk evin geçimini sağlamak veya katkı sunmak zorunda kaldığı için, okul yerine işe gitmek durumda. Dolayısıyla ilköğretim sonrası okula gidebilen mülteci çocuk oranının çok daha düşük olduğunu düşünüyoruz.

Geçici eğitim merkezlerinde okutulan müfredatlara bakıldığında, eğitim kalitesi konusunda sorunlar yaşandığı anlaşılıyor. Yine bu merkezlerdeki eğitimin belgelenmesi sorunu var. Yani çocuklar öğrenimleri sonrasında geçerliliği olan bir diploma alamıyorlar.

Geçen yıl sadece 13 mülteci çalışma izni alabildi

Mülteciler neden çalışma izni alamıyor?

Suriyeli mültecilerin çalışma izni alabilmeleri için ikamet iznine sahip olmaları, sonra da işverenlerinin başvuru yapması gerekiyor. İkametgah izni için ise, ülkeye yasal yollardan giriş yapma, kendi yaşamını sürdürebilecek kadar bankada para bulundurma şartı aranıyor. Bu para ayda yaklaşık 900 TL. Yani hesabında yıllık yaklaşık 11 bin lira bulunmayan mülteciler, ikamet izni alamıyor.

Bir işveren bu süreci başlatsa bile pratikte bunun gerçekleşeceğini sanmıyorum. Görünen o ki işverenlerin çoğu, çalışma izni alındığı takdirde asgari ücret, sigorta, vergi gibi yükümlülüklerden kaçmak adına, çalışma izni alabilecek ikamet tezkereli olanlar için bile çalışma izni başvurusunda bulunmuyor. Çalışma izni almadan düşük ücretle çalıştırmayı tercih ediyorlar.

Bu koşullar dışında, mevzuatta hangi şartlar aranıyor?

Mevzuata göre bir işyerinde mülteci çalıştırmak için, “o işi bir Türkiye vatandaşının yapamayacağını kanıtlamak” ve “çalıştıracağın her yabancı için en az beş Türkiye vatandaşı çalıştırıyor olmak” şartları aranıyor.

2013 başında hükümet, ikamet tezkeresi olan Suriyeli mülteciler için bu kriterleri aramayacağını açıkladı ancak basına yansıyan rakamlara göre, 2014'te sadece 13 Suriye vatandaşı çalışma izni alabilmiş. Bu sayıya bakınca bile, bunun etki alanının oldukça dar olduğu görülebiliyor. Mültecilerin neredeyse hepsi, çalışma izni olmadan, ciddi bir sömürüye maruz kalarak çalışmak zorunda kalıyor.

Bu ve diğer kriterler mültecileri kayıt dışı istihdama, sömürü koşullarına itiyor. Mülteciler-sığınmacılar için çalışma izni kriterleri esnetildiği veya kaldırıldığı  takdirde, rekabet düşük ücret üzerinden değil, daha adil koşullarda sağlanabilir. Bunun da mevcut gerilimi ve ileride daha yoğun yaşanabilecek gerilimleri önüne geçecek bir önlem olacağını düşünüyorum.

“Git, nereye başvurursan başvur” deniyor

Çalışma izni alamadıklarında ne oluyor?

Çok düşük ücretler ve uzun çalışma saatleri olan, eğitim ve becerileri ne olursa olsun genellikle beden gücüne dayanan geçici işlerde, sosyal güvencesiz bir şekilde çalışıyorlar. Ciddi bir sömürü, bazı durumlarda modern köleliğe varan olaylar duyuyoruz. Günlerce, haftalarca çalıştırılıp parasını alamayan, yaralanma, iş gücü kaybıyla hatta ölümle sonuçlanan iş kazalarında şikayet edebilecek bir merci, bir mekanizma yok. İşveren "Git nereye başvurursan başvur" diyor.

Ayrıca, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ile izinsiz çalıştıkları için mültecilerin sınır dışı edilme riski de mevcut. Her ne kadar ulusal ve uluslararası hukukta "geri göndermeme kuralı" insanların zulüm görecekleri ülkelere geri gönderilmelerini engellese de, pratikte çalışma izni olmadan çalıştığı için sınır dışı edilmesi söz konusu olabilir.

Sağlık hizmetlerinde dışlanma ve bürokrasi sorunu

Mülteciler için parasız sağlık hizmeti alabilmek ne kadar mümkün?

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile uluslararası koruma başvurusu olan mülteciler genel sağlık sigortası kapsamına alınıyor. Yani Suriyeli mültecilerin sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanması için geçici koruma kayıtlarını yaptırmış, yabancı tanıtım belgelerini almış olmaları gerekiyor. Ancak başvuru kayıtlarında yaşanan gecikmeler, sağlık hizmetlerine erişimleri olumsuz etkiliyor.

Mülteciler yabancı tanıtım belgelerini alabilseler bile, direkt hastanelere gidip muayene olamıyor. İlk önce toplum sağlığı merkezlerinden sevk almaları gerekiyor. Ancak bu sevki aldıktan sonra hastanelere başvurabiliyorlar. Ancak sevk almakta sorunlar yaşanabiliyor.

Gerek sevk merkezlerinde, gerek hastanelerde başta dil sorunundan dolayı iletişim problemleri önemli bir sorun.  Bazen dışlanma ve ayrımcılık ile karşılaştığını söyleyenler de var.

Bunun yanı sıra, ilaç alımı konusunda sıkıntılar var. Bazı illerde Suriyeli mültecilerin reçete masraflarının tamamı veya bir kısmı karşılanıyor. Ancak İzmir gibi bazı illerde, sığınmacılar ilaç masraflarını tamamen kendileri karşılamak zorunda. Bu da verilen ilaç tedavisinin yapılamamasına neden oluyor, çünkü ilaç alacak paraları yok. Özellikle kronik hastalıkları olanlar için çok büyük bir sorun bu.

Mevzuata göre, belgesiz olan sığınmacılar sadece “acil” sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor. Ancak, acil sağlık hizmeti sadece kişinin durumunu stabilize etme amaçlı ilk müdahaleyi kapsıyor.

“Dünya mültecilere sırtını döndü”

Avrupa Birliği ülkelerinin mülteci alımlarını artırması sorunu çözer mi?

Karşı karşıya kalınan sayılar karşısında diğer ülkelerin mülteci alımını arttırması da çözüm değil. BM'nin uluslararası sorumluluk paylaşımı konusunda bütün çağrılarına rağmen uluslararası toplumun bu çağrılara cevabı ise çok zayıf kaldı.

Özellikle Akdeniz üzerinden İtalya'ya ve Türkiye üzerinden Yunanistan'a ulaşan mültecilerin belli kotalarla AB üyesi ülkelere dağıtılmasına yönelik AB Komisyonu önerisine pek çok üye ülke sıcak bakmadı. 16 Haziran'da üye ülke liderlerinin Lüksemburg'da yaptığı toplantıdan bir sonuç çıkmadı. Ortak bir karar çıksa bile İtalya ve Yunanistan'da olan ve 40 bin ile sınırlı bir sayının üye ülkeler arasında paylaşılması söz konusuydu. Milyonlarca insan yerinden edilmişken, 40 bin gerçekten cüzi bir sayı; ama en azından AB içi dayanışmayı göstermesi açısından sembolik önemdeydi. Bunda bile karşı çıkanlar çok oldu, sorumluluk paylaşılmadı.

“İnsanlık sınıfta kaldı”

 

Uluslararası dayanışma gerekiyor diyebilir miyiz?

Bu sadece AB için değil, genel anlamda başka ülkeler için de geçerli. Bölgeye yakın petrol zengini Müslüman ülkelerden de ses çıkmıyor. Coğrafi olarak uzak olan ülkelere gitmek, Atlantik'i veya Pasifik'i aşmak da kolay değil zaten.

Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi mülteci akınından en fazla etkilenen ülkelerin sorumluluğunu paylaşma konusunda ise dikkate değer hiçbir adım yok maalesef. 

Mülteciler hayatta kalma mücadelesi verirken, toplumlar bu mülteci akınının yarattığı, yaratabileceği kalıcı etkiler ile karşı karşıya iken, dünyanın bu konuya sırtını dönmesi, en fazla "Biz şu kadar maddi yardım yaptık" demesi gerçekten insanlığın sınıfta kaldığını gösteriyor bize.

Mülteci krizini bir nebze hafifletmek, en azından uluslararası dayanışmayı göstermek için AB ve diğer ülkelerin de ellerini daha fazla taşın altına koyması; yeniden yerleştirme, insani oturum, insani vize, eğitim, çalışma vizeleri, aile birleşmesi gibi yöntemlerle yasal ve güvenli girişleri sağlaması şart.

Yeni gelen sığınmacıları neler bekliyor?

Bundan sonra ne olacak sorusuna cevap vermek çok zor. Daha önce gelenler neyi yaşıyorsa yeni gelenleri de aynı koşullar bekliyor. Ama artı olarak artık sınırlardan eskisi gibi kolay geçiş yok. Açık kapı politikası söylemde sürdürülüyordu ancak şimdi "İnsani bir kriz olmadığı sürece alınmayacak" deniliyor.

Hangi anda insani kriz olduğuna karar verilecek? İnsanların illa bombalara doğrudan hedef olması mı gerekiyor? İki ateş arasında kalmak, çatışmaların çok yakına gelmiş olması, insanlık dışı uygulamalara maruz kalma riski olduğunda ne olacak?

Uluslararası toplumun gerek Suriye, gerek Irak, gerek Afganistan, Eritre gibi ülkelerde barışçıl çözüm, güvenli ve mutlaka ama mutlaka gönüllü geri dönüş şartlarının oluşması için çaba göstermesi lazım.

Savaşlar, çatışmalar, insan hakları ihlalleri, zulüm sürdükçe insanlık dramı sürecek. Bizler devlet, toplum, birey olarak üzerimize düşen insani görevi yerine getirmek için uğraşmalıyız. Hem mevzuatın hem uygulamanın, hem toplumsal kabulün iyileşmesi, insan onurunun, insan haklarının korunması için uğraşmalıyız.

* Fotoğraflar: Mert Çakır / Koda Collective

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.