Kürt hareketi Türkiye aydınlarına sürekli kendini kanıtlayamaz ki

Kürt hareketi Türkiye aydınlarına sürekli kendini kanıtlayamaz ki

Berktay: "Hiç bir kanıt olmadan örgüt üyeliğiyle suçladılar. Her duruşmada suçsuzluğumuzu kanıtlamaya çalıştık. Bu da onun gibi bir şey. Kürt siyasi hareketi sürekli Türkiye aydınlarına kendini kanıtlayamaz ki..."

NEDEN?

Yazar, çevirmen ve aktivist Ayşe Berktay 2011 yılında KCK davasından tutuklandı ve iki yılı aşkın süre hapis yattı. Bu süre zarfında PEN Amerika tarafından ‘yazma özgürlüğü ödülüne’ layık görüldü. Aileden sosyalist hareketin içinde. Yıllarca kadın hakları ve savaş karşıtı hareket içinde mücadele etti. 2000’lerin başında Kürt hareketiyle birlikte siyasete girdi, o zamanki DTP’ye üye oldu. Ve hep aktif çalıştı. Bugün HDP’nin parti meclisi üyesi. Berktay ile KCK davasından tutuklanmış bir kadın olarak çözüm sürecinin bugün geldiği noktayı ve süreçle ilgili eleştirileri nasıl algıladığını konuştuk.

Çözüm süreciyle ilgili HDP içinde farklı fikirler var mı?

-Farklı fikirler var diye koymam meseleyi. ‘Çözüm Süreci bir ihanettir ve bitirilmelidir’ diyen kimse yok örneğin. HDP parti meclisi üyesiyim ve benim bulunduğum ortamlarda ‘Bu süreci kesmeliyiz’ diyene de rastlamadım. Ama insanlar ‘nasıl olacak bu iş’ diye tartışıyor elbette. ‘Yürüyecek mi yürümeyecek mi’nin ötesinde ne yapmamız gerekiyor diye konuşuyoruz. Çözüm Süreci’yle ilgili “Aaa olmaz artık” filan gibi konuşmalar olabilir ayaküstü ama ciddi olarak hiç birimiz bu noktada değiliz.

Hangi noktadasınız?

-İmralı’da Öcalan bu süreci yürütmeye çalışıyor ise bu bizim için bir veridir. Ve benim açımdan tartışılacak yanı yoktur.

Niye, Öcalan’ın kararları tartışılamaz mahiyette midir?

-Elbette hayır ama “Artık ben çekildim, bu iş yürümez” demediği sürece bizlerin “Süreç yürür mü yürümez tartışması” yapması vakit kaybı. Çünkü işin başında sürecin yürütmesi Kürt siyasi hareketi tarafından Öcalan’a verilmiş mi, verilmiş. Bu durumda bu süreçle ilgili düşünce pratiğinde Öcalan’ın kararları bir veri olarak kabul edilip, doğrudan dahil olmadığımız bu müzakere ona bırakılmalı. Asıl soru, o müzakerenin dışında biz ne yapabiliriz? Demokratik mücadele ile bu süreç nasıl desteklenir?

Uzun bir süredir sürecin taraflarından, örneğin Kandil’den yahut HDP’den, HDP’nin İmralı’ya giden heyetinden Kürt kimliğiyle, anadilde eğitimle, hasta tutuklularla ilgili tek kelam duyamıyoruz. Neden acaba?

-Bunları Kandil’den duymayı beklemeyin. Onlar değil, HDP olarak biz bunları gündeme getirmeliyiz. Kandil’in ya da İmralı’ya giden heyetin işi değil bu. Bizim işimiz.

Peki layıkıyla yapabiliyor mu HDP bunu?

-Selahattin Demirtaş, Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ne zaman röportaj yapılsa bunları gündeme getiriyor. Ama size de hak veriyorum, çok daha fazla çalışmalıyız. Fakat HDP bir kongreler sürecinde, yani yeniden yapılanıyor. Ama tüm enerjimizi bundan böyle toplumsal mücadeleyi örgütleme alanına vermek konusunda hemfikiriz hepimiz. Bugün tüm gazeteler ‘PKK şu tarihte silah bırakacak, flaş haber’ diyorlar. Ne yapıldı da bırakılacak onu soran yok. Bunu silahlar bırakılmasın anlamında söylemiyorum. Elbette bir gün bırakılacak. Bu sürecin başlamasının sebebi budur zaten. Ama bu tür haberlerin propaganda amacı taşıdığını düşünüyorum. Ayrıca sanki devletin hiç bir görevi ve yükümlülüğü yokmuş gibi Kürtlere silahı bırak diye toplumsal baskı yapmanın bir yolu bu. Halbuki devlet hiç bir adım atmadan, Kürtlere silahı ne zaman bırakıyorsunuz sorusunu sormanın alemi yok.

PKK’nin önümüzdeki Mart’ta silah bırakacağı söyleniyor, belki o vakte kadar belirli adımlar atılacak?
-Ben de öyle ummak istiyorum. İzleme komitesinin ve sekretaryanın hayata geçmesi gündemde. Bunların ardından gerçek bir müzakere sürecine girilmesi beklenebilir. Ayrıca DTK’dan Hatip Dicle’nin, kadın hareketinden Ceylan Bağrıyanık’ın İmralı heyetine dahil olmasını da çok önemli buluyorum. Çünkü bu iki isim toplumsal mücadelenin boyutunu, tartışma konularını doğrudan İmralı’ya aktarabilecek, o iletişimi sağlayacak iki isim. İmralı heyeti parlamentodan. Bu heyete kadın hareketi ve DTK’dan temsilci eklenmesi son derece anlamlı.

O RÜZGAR VE ENERJİ KALMADI MAALESEF

Kürt meselesine kafa yoran aydın ve demokrat kesimden dikkate değer bir çözüm süreci eleştirisi yükseliyor. Onlar bu sizin saydıklarınızı yeterli bulmuyor mu?

-Evet eleştiriler var ama ben onları ikiye ayırıyorum. Bir bölümü bu sürecin yürümesini isteyen yapıcı eleştiriler. Diğer bölümü ise kusur bulmak üzere gayret sarf eden eleştiriler. Bu eleştirileri yapanlarla ilgili beni asıl üzen şey karşılarında hiç tanımadıkları, bilmedikleri, bir anda dımdızlak karşılarında belirmiş bir siyasi hareket varmış gibi davranmaları. Kürt siyasi hareketi kolay aldatılabilirmiş mi zannediyorlar acaba? Eğer öyleyse bu hareketi biraz daha derinlemesine incelemelerini tavsiye edebilirim. Aydınların eleştirilerinin bu hareketi hafife alan bir yanı var. Bir AKP’ye taviz veriyor diyorlar, bir ABD’ye… Sürekli bir kuşku ve güvensizlik hali… Kürt siyasi hareketi sürekli Türkiye aydınlarına kendini kanıtlayamaz ki. Bu bir insana hissettirilecek en kötü duygulardan biri. Ben bu durumu eline düştüğüm KCK mahkemelerinde yaşadıklarıma benzetiyorum. Bizi hiç bir kanıt olmadan örgüt üyeliğiyle suçladılar. Biz tüm duruşmalarda suçsuzluğumuzu kanıtlamaya çalıştık. Bu da onun gibi bir şey. Ve zannedildiğinden daha çok zarar veriyor.

Nasıl yani?

-Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Selahattin Demirtaş’ın liderliğinde çok önemli bir rüzgar ve enerji yakalanmıştı. O kalmadı maalesef. Yok alkışladı, yok alkışlamadı, yok AKP’yle iş tuttu, yok tutmadı, yok davaya ihanet etti, yok etmedi… Böyle böyle erittiler, hükümetin arayıp da bulamayacağı bir iş yaptılar. Türkiye solunun bu tür icraatları vardır işte.

HDP, bezdik bu Türkiye solundan demiyor mu?

-Bunu dese dese kişiler der, parti olarak, siyaset olarak demeyiz. Çünkü zaten o solun bir parçasıyız. Ama bana kişi olarak soruyorsanız, evet, bazen çok usanıyorum. Avaz avaz bağırasım geliyor. Niye Kürt hareketini daima bir ‘satış’ içinde olmadığını kanıtlamaya zorluyorsunuz diyesim geliyor. Ben Türkiye solundan gelen bir kişi olarak Kürt hareketi üzerindeki bu baskıyı çok net hissediyorum. Ama bilmeliler ki HDP’den onlara bir cevap, bir kanıt gelmez. Çünkü bu onursuz bir davranış olur.

BENİ VE YÜZLERCE KİŞİYİ ‘İKİSİ BİRDEN’ HAPSE ATTI

Siz KCK davası kapsamında tutuklandınız ve aylarca hapis yattınız. O günden bu yana devletin Kürt politikasındaki değişimi nasıl tarif edersiniz?

-Öncelikle beni ve yüzlerce kişiyi KCK davası komedisiyle, hiç bir delil olmadan kim suçladı ve kim hapse attı ona bakmak lazım.
Kim attı?

-İkisi birden.

Hangi ikisi?

-Hükümet ve cemaat. O zamanlar hala birlikte çalışıyorlardı ve başka bazı büyük davalar gibi KCK davası da onların ortak çalışmasının bir ürünüydü. Bunu tutuklandıktan kısa süre sonra anlamıştık. Özellikle cemaatin parmağı olduğunu. Kurucu akıl onlardı. Ama katiyen ‘AKP’ye rağmen’ de yapılmadı. Birlikte yaptılar.

Sizin bu son birkaç yıllık hikayeniz kabaca şöyle o zaman… Sizi hapse attığını düşündüğünüz güçlerden biriyle parçası olduğunu siyasi hareket masayı oturmuş vaziyette. Siz de bu sürecin aktif bir parçası oldunuz…

-Bu acayip iş nasıl oluyor diyorsunuz… Nasıl anlatayım... Buna mücadele deniyor aslında özetle. Birbirini öldüren insanlar eninde sonunda bir gün o masaya oturuyor. Birbirini sevdiği için değil. Bu hem Kürt hareketinin mücadelesi hem de Türkiye’deki demokrasinin. Sonuç olarak bizi tutuklayan bu güçleri masaya oturtmuş olduk. Masaya oturup bu hareketi muhattap almalarını sağladık. Anadilde savunma hakkını kazandık. İşte toplumsal mücadele budur. Bu yolda maalesef hapse girmek gibi talihsizlikler de yaşanabiliyor, ne yapacaksınız.

Siz başka sosyalist bir parti yerine Kürt hareketine dahil olmayı tercih ettiniz?

-Ben 70 sonrası sosyalist hareketten geliyorum. 1955 doğumluyum. Yıllarca Kürt partilerine oy verdim, bulunduğum ortamlarda Kürt meselesinin tartışılmasını ‘terör ve ‘terörist’ kelimeleri geçmeden tartışılması için uğraştım. Ama 2000’li yıllarda Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, ben bu hareketin içinde bulunma ve ne geliyorsa birlikte göğüsleme ihtiyacı hissettim. Çünkü çok ağır gelmeye başlamıştım. Bir linci, bir felaketi, bir ırkçılık olayını daha izleyip sonradan protesto etmek artık kaldırabileceğim bir şey olmaktan çıkmıştı. En son DTP’ye kapatma davası açılıyordu ki Gittim partiye üye oldum. Böylelikle kendime göre ‘Hayır bu insanlar sizin şeytanlaştırdığınız kişiler değil’ demiş oluyordum. O günden beri hiç de pasif bir üye olmadım. Hep çalıştım. Ve bana kalırsa Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük sorununun ve demokrasi mücadelesinin parçasıyım. Bu başkasının, belirli bir grup insanın, sadece Kürtlerin değil, Türkiye’nin, hepimizin mücadelesi.

EZGİ BAŞARAN / RADİKAL

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.