'KESK davası iflas etmiştir'

'KESK davası iflas etmiştir'

Özgen, "10 Nisan'da örgüt üyeliği suçlamasıyla yargı önüne çıkacağım; bugün itibariyle Akil İnsanlar Komisyonu'nda yer alıyorum. Bu da şunu ifade ediyor: Mevcut politik süreç iflas ettiği için bu politik dava da iflas etmiştir" dedi.

İSTANBUL - KESK ve bileşenlerine yönelik 25 Haziran 2012 tarihinde "KCK" adı altında Ankara merkezli yürütülen operasyonlarda gözaltına alınan ve haklarında dava açılan 22'si tutuklu 72 kamu emekçisi, operasyondan 10 ay sonra 10 Nisan'da Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde ilk duruşmalarına çıkacak. Kamu emekçilerinin yaptıkları tüm sendikal faaliyetlerden, katıldıkları tüm basın açıklamaları ve grevlerden dolayı "örgüt üyeliği" ile suçlanan emekçiler için 7 yıl 6 aydan 15 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Emekçilerin sendikal faaliyetleri çerçevesinde yaptıkları toplantılarda kullandığı politik terimlerin dahi delil olarak sunulduğu iddianamede, adeta Kürt emekçilerin sendikal faaliyetleri sorgulanıyor. Operasyonun yapılış yöntemini, amaçlarını, davayı ve iddianameyi değerlendiren KESK Genel Başkanı Lami Özgen, operasyonun AKP hükümetinin 2011'den bu yana uygulamaya koyduğu "güvenlik konsepti" çerçevesinde hazırlandığını ve amacının "Kürt emekçileri kriminalize ederek hem kendi kurumu içerisinde hem de toplumun farklı kesimleri içerisinde itibarsızlaştırma çabası" olduğunu söyledi. Davanın politik bir dava olduğunu ifade eden Özgen, "10 Nisan'da örgüt üyeliği suçlamasıyla yargı önüne çıkacağım; ama bugün itibariyle Akil İnsanlar Komisyonu'nda yer alıyorum. Bu da şunu ifade ediyor: Mevcut politik süreç iflas ettiği için bu politik dava da iflas etmiştir" dedi.

* KESK'e yönelik operasyonun gerçekleştirildiği dönem Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi atmosfer düşünüldüğünde operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir yıllık yoğun bir emek ve demokrasi mücadele programı hayata geçirmiştik. Bir yıl içinde oldukça büyük ve geniş emekçi kesimleri bir araya getiren 2 grev yapmıştık. Bunun hükümet açısından ne kadar sıkıntı yaratmış olabileceğini tahmin ediyorduk ve nitekim gördük. Hükümet direk olarak başta Başbakan olmak üzere bizi tehdit ettiler. Bize yönelik operasyonun başlayacağının da öngörü olarak kendi aramızda ifade etmiştik. Bu operasyonun geliştirilmesi ve uygulanışı en çok benim şahsımda kurgulanmış ve benim üzerim de yürütülmüş idi. O gün gözaltına alınış şekli gerçekten trajik bir durumdu. Sabah saatlerinde Diyarbakır'dan Van'a gittiğim sırada Silvan girişinde zırhlı araçlarla önümüz kesildi ve 'şüpheli şahıs ellerini kaldır dışarı çık' anonsu ile karşı karşıya kaldım. Bir konfederasyon başkanının günümüzde karşı karşıya kaldığı bu uygulama sadece OHAL değil darbe dönemi uygulamalarıdır. Buna denk düşen uygulamaları zaten darbe döneminde yaşamıştık. Benim için o dönemin bir tekrarıydı.

* Operasyon "KCK" adı altında yürütülen bir operasyondu ve gözaltına alınanların büyük çoğunluğu da Kürt emekçilerdi. Bu bakımdan o dönem açısında operasyonun hükümetin Kürt sorununa bakış açısı ile bir bağlantısını kuruyor musunuz?

Bu iki boyutlu bir durumdur. O dönemde hükümet güvenlik konseptini bütün boyutlarıyla hayata geçiriyordu. Bir yandan güvenlik konsepti yürürken biz de emek mücadelesi vererek ülkedeki tüm kamu emekçilerinin talebini öne çıkarma mücadelesini yürütüyorduk. Elbette bu konsept içinde en kolay yönelinecek kesim diğer operasyonlarda da olduğu gibi sendikal alandaki Kürt emekçilerdi. KESK bünyesindeki Kürt emekçileri kriminalize ederek hem kendi kurumu içerisinde hem de toplumun farklı kesimleri içerisinde itibarsızlaştırma ve kendince cezalandırma süreci hedeflenmişti. Gözaltına alınanların büyük bir kısmı Kürt emekçiler. Özü itibariyle sendikal zeminde Kürt emekçilerin sendikal perspektifini benimseyen onlarla dayanışma içerisinde olan kesime yönelik bir operasyon. Aynı zamanda Kürt emekçilerin emekçi olmaktan kaynaklı verdikleri uzun süreli mücadelelerini hiçleştirme yok sayma gibi bir durumla da karşı karşıyayız. Özü itibariyle şu anlama geliyor: Siz Kürt'seniz, siz emekçiyseniz, emek mücadelesinde politik bir duruşunuz varsa, gazetecilerde avukatlarda olduğu gibi sizin o alanda da yaşama şansızını yoktur deniliyor. Bize de dayatılan buydu. Zaten mevcut iddianamede 'KESK'i ele geçirme', 'KESK'te yuvalanma' gibi haksız ve çirkin kavramlar kullanılmış. Ama KESK bizim örgütümüz. KESK'i biz kurmuşuz. KESK'e bağlı sendikaları biz kurmuşuz. Üstelik 1989 yılından bu yana fiili bir şekilde başladığımız bu mücadelenin bu güne gelmesinde büyük emeğimiz, rolümüz ve bedellerimiz vardır. Ancak hükümet ve kolluk bunu farklı şekilde öne çıkarmak suretiyle bizim şahsımızda KESK'in mücadelesini engellemek, KESK'in şahsında muhalif olan emek meslek örgütlerini demokrasi güçlerini sindirme ve baskı altına alma sürecinin bir parçasıdır. Bu operasyon planlanırken bu şekilde kurgulandığını düşünüyorum.

* Operasyonlar KESK ve bağlı bulunan sendikaların mücadelesine nasıl yansıdı etkiledi?

KESK'e yönelik ilk büyük operasyon 2009 İzmir merkezli operasyondu. Amacı KESK'i ikiye bölmeye dönük bir operasyondu. Ancak KESK bileşenleri bu amacı gördüler, değerlendirdiler ve buna yönelik tutumlarını geliştirip gösterdiler. Son iki yıldır geliştirilen KCK operasyonlarının amacı ise içeriden ziyade KESK üyesi olmayan diğer kamu emekçilerini ve genel anlamda KESK'i itibarsızlaştırmaya yöneliktir. Ama sonuç itibariyle AKP hükümeti yürüttüğü güvenlik konseptinden dolayı geniş bir kesime yöneldi. Bunun için farklı anlayıştaki farklı kesimler de bu operasyonların haksız hukuksuz olduğunu kabul etti. Böylelikle bu boşa çıkarıldı. Sokaktan gelen bir mücadele geleneğine sahip olduğumuz için üyemiz olmayan emekçiler ve hatta hükümete destek veren konfederasyon üyeleri bile bize yönelik bu operasyonlara rağmen 'gerçek anlamda sendikal mücadeleyi ancak KESK verir' diyebildiler.

* Türkiye'de farklı bir siyasi atmosfer var. Bu çerçevede kurulan Akil İnsanlar Komisyonu'nda yer alıyorsunuz? Tüm bu gelişmelerle birlikte davayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

İddianamede örgüt üyeliğinden yargılanıyoruz. Ancak savcı iddianamenin değişik başlıklarında değerlendirme yaparken biraz da kişiselleştirerek tüm iddianameyi benim üzerime kurgulamış ve beni örgütün sahibi olarak yansıtmış. Aslında kendi içinde bir çelişki. Hem örgüt sahibi olarak gösteriyor hem de örgüt üyeliğinden yargılıyor. Bu da aslında öne çıkardığı suç istinatlarını ne kadar hukuksuz olduğunu, hukuki gerekçeler, maddi temellere dayanmadığını gösteriyor. Ama gelinen aşamada bugün Akil İnsanlar Komisyonu'nda yer alıyorum. Hem diyeceksiniz 'terör örgütü üyesidir', 'bölücüdür' hem de diyeceksiniz Akil İnsanlar Komisyonu'nda yer alabilir, toplumun geniş kesimi üzerinde etkisi vardır ve toplumun geniş kesimi bu süreç için ikna edebilir. Aslında bu özü itibariyle Türkiye'nin tekçi otoriter, statükocu anlayışından kaynaklı kendi sorunlarını konuşarak çözememenin ve tarihsel olarak ret ve inkar üzerinde geliştirilen Kürt sorununun trajik bir örneğidir. Bu trajedi benim şahsımda aslında Türkiye'nin trajedisidir. Bu davanın anlamsızlığını, hukuksuzluğunu keyfiliğini, Adalet Bakanlığı'na, Çalışma Bakanlığı'na ve birçok hukuk kurumlarına ve uluslararası kurumlara da anlattım. Yani kasıtlı bir süreçten kaynaklı olarak, bilinçli bir şekilde emek ve demokrasi mücadelesi veren Kürt emekçilerini hem kriminalize hem de tasfiye etme sürecidir. Bu anlamıyla, politik bir tutumdur ve buradan hareketle mevcut politik süreç iflas ettiği için bu politik dava da iflas etmiştir diyebiliriz. Daha duruşmaya çıkmadan bu iflas etmiştir. Bütün kamu emekçilerinin bilincinde, yüreğinde, mücadelesinde iflas etmişti zaten. Tabi bu yeni süreçle beraber bir daha iflas etmiştir. Kendiliğinden ortadan kalkması gereken bir davadır diye düşünüyorum. Umarım, 10 Nisan'da mahkeme heyeti bunu görür, anlar, algılar ve buna yönelik tutumunu belirler.

* Davanın hukuki bir dava olmadığını ifade ettiniz. Bu anlamda iddianamedeki delilleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Duruşmada savunma stratejiniz ne olacak?

Yaptığımız bütün eylem ve etkinliklerin, muhalif medya kuruluşlarında özellikle DİHA, ANF, Özgür Gündem ve Nuçe Tv gibi kuruluşlarda haberlerinin çıkması örgüt üyeliği gerekçesi olarak gösteriliyor. Değerlendirme şudur: Bu yayın kuruluşları örgütün yayın kuruluşlarıdır. Burada yapılan haberler de örgütün lehine yapılan haberlerdir. O yüzden bu eylemler örgütün eylemleridir. Böyle bir paradoks var. Ayrıca KCK sözleşmesinin 14. maddesinden hareketle sendikalar bünyesinde yürüttüğümüz sendikal faaliyetler ve etkinlikler örgüt üyeliğine delil yapılmış. Bir diğer husus ise Demokratik Emek Platformu'nun KCK'ye bağlı bir yapı olarak ifade edilmesi. Halbuki sendikal zeminde STK'lerde, bir çok platformlar, birlikler, gruplar, oluşumlar ve inisiyatifler vardır. Bu sivil toplum alanının olmazsa olmaz ilkesidir. Aynı zamanda demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerinden birisidir. Bundan hareketle sendikal zeminde birçok sendikal anlayış vardır. Sendikal zeminde sadece bir sendikal anlayış yoktur. Bu yeni değil 200 yıllık sınıf mücadelesi içinde şekillenmiş bir durumdur. Bu yapılar illegal örgüt olarak kabul ediliyor. Bu bir kolluk algısıdır. İddianamenin dayandığı temel nokta burasıdır. Buna karşı da bu yapılanmaların illegal örgüt olmadığını tam tersine sendikal ve sivil toplum örgütleri zemininde, olması gereken yapılar olduğunu ifade edeceğiz. Yine eylem ve etkinliklerimizin hepsi yasa dışı gösterilmiş. Sonuçta KESK olarak 23 yıldır emek ve demokrasi mücadelesi veriyoruz. Haklarımıza sahip çıktığımız buna yönelik geliştirilen politikalara karış çıktığımız gibi demokrasiye de sahip çıkıyoruz. Demokrasinin gelişmesi için de toplumsal muhalefet güçleriyle beraber hareket edip, bunun gelişimi için rolümüzü oynamaya çalışıyoruz. Bunu da mahkemede ifade edeceğiz.

* Dava için hazırlıklarınız neler? Hangi kurum ve emek örgütleri tutuklu emekçilerle dayanışmak amacıyla duruşmayı izleyecek?

Özellikle yurtdışında geniş bir katılım olacak. Dünya Sendikalar Konfederasyonu, Avrupa Sendikalar Konfederasyonu gibi çok sayıda kurum ve temsilciler bu davayı izleyecek. Türkiye'deki birçok emek meslek örgütü, siyasi parti temsilcileri duruşmaya katılacak. AB Türkiye Delegasyonu, İLO Türkiye Temsilcisi ve AB üyesi bir çok ülkenin Ankara'daki büyükelçilik görevlileri bizzat mahkemeye gelip, izleyecekler. Çünkü, bu davanın bizim şahsımızda bir bütün olarak emek ve demokrasi güçlerine yönelik olduğu konusunda artık herkes hemfikir. Kitlesel olarak Türkiye'nin bütün illerinden arkadaşlarımız Ankara'ya gelecek ve duruşma bitene kadar Ankara Adliyesi önünde olacaklar. Zaten 10 aydır arkadaşlarımız, hukuksuz, keyfi bir şekilde peşinen cezalandırılarak yatıyorlar. Artık, 10 ay yeter diyoruz. Arkadaşlarımızın o gün serbest bırakılması gerektiğini ifade etmek istiyoruz. DİHA

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum