Erdoğan artık normalleşme istiyor

Erdoğan artık normalleşme istiyor

Belki de Erdoğan’ın, ekibiyle beraber Fazıl Say konserine icabet etmesini bu filmin/dizinin “olağan” sahnelerinden biri olarak okumak gerekiyor.

İrfan Aktan / Gazete Duvar

Evet, Erdoğan’ın istediği şey normalleşme. Ama bu, elbette işaret edildiği gibi demokratik düzene geçişe değil, otoriter düzenin normalleşmesine, olağan kabul edilmesine dair bir arzu. İktidar artık bu otoriter düzeni büyük ölçüde kurumsallaştırmış olmanın rahatlığı içinde Mozart dinlerken, “karşı cephe” de AKP’nin onların çizgisine, “konserine” mecbur kaldığı sanrısı içinde kendini avutmaya dünden razı görünüyor.

Geçtiğimiz hafta Gazete Duvar’ın Ankara Temsilcisi Özlem Akarsu Çelik’in CHP Meclis Grup Başkanvekili Özgür Özel’le yaptığı söyleşi olması gerektiğinden farklı olarak ülkenin ana gündemi haline gelmedi. Oysa Özel son derece çarpıcı bir iddiada bulunarak, Türkiye siyasetine ilişkin senaryoyu Erdoğan ve Bahçeli’nin değil başka bir gücün yazıp yönettiğini söylüyordu: “Türkiye siyasetini ne Bahçeli ne de Recep Tayyip Erdoğan yönetiyor; onların içinde aktör oldukları ancak senaryosu bir başka yerden yazılan daha derin ve daha güçlü bir akıl yönetiyor.”

Özel’in bu iddiası herhangi bir bilgiye mi dayanıyor, yoksa kendisi hepimizin gördüğü tabloyu, “yönetenler şemasını” bu şekilde mi yorumluyor, bilmiyoruz. Keşke söyleşide meselenin bu yönü de irdelenmiş olsaydı. Fakat Özel, sadece AKP-MHP siyasetini değil, Türkiye siyasetini kastediyor, dolayısıyla da üstünden atlanmayacak bir “spoiler” veriyor.

Senaristlere bakılacak olursa, bir hikâye belli aşamalar ve yöntemlerle kurgulanırken, başrollerle birlikte yan karakterlerin de rolü, hikâyesi, hatta dili de belirlenir ve bu unsurların “kontrolden” çıkmaması, ana hikâyeyle uyumlu olması için son derece titiz davranılır. Aksi halde hikâyenin kontrolü senaristin elinden kayıp gider.

SENARYO YAZIM TEKNİKLERİ

Senaryo yazım aşaması ve senaristlerin teknikleri, Türkiye siyasetine uyarlandığında şaşırtıcı düzeyde berrak bir tabloyla karşılaşıyoruz.

Uzun yıllar film ve dizi senaristliği yapan arkadaşımın aktardığına göre senarist senaryoyu yazmaya koyulduğunda, önce bir mesele, bir cümle çıkarır ortaya. (Türkiye siyaseti için buna “başkanlık rejimi” diyelim isterseniz.) Sonra hikâyenin çatısını, ana meselesini belirler ve karakterleri bu ana meselenin etrafında örmeye başlar, ardından da karakterlerin, hikâyenin nasıl gelişeceğini, kurgusal yapısını belirler. Ona bağlı yan hikâyeler, karakterler geliştirir. Ana yapıyı kurma aşamasına gelindiğinde seyirciden bazı gerçekleri, örneğin katilin aslında Ahmet olduğunu gizler ki, beklenti devam etsin. Bunun için de seyircinin şüphelenmemesini sağlayacak, ama katil ileriki bölümlerde ortaya çıktığında da önceki hikâyeyle çelişmeyecek numaralar geliştirir. Polisiyede bu çok önemli ve belirleyicidir.

Diyalogsuz olarak sahne sahne olayların nasıl evrileceğinin ortaya çıktığı tretman aşamasından sonra, karakterlere uygun dili bulma, diyaloglandırma aşaması başlar. O dil çok önemlidir, çünkü senaryoda hiçbir zaman gerçek taklit edilmez; yeniden yaratılır. Çünkü her şeyin gerçek gibi kurulduğu film, dizi seyirciye inandırıcı gelmez. Dolayısıyla bizatihi filmin gerçekliğini kurman gerekir. O gerçeklik, inandırıcılık açısından hayatidir.

Gelelim yan karakter ve hikâyelere…

Yan karakterler veya hikâyelerin tamamen senaristin kontrolünde olmaması büyük tehlikedir. O yüzden hikâyenin değişimine bağlı olarak yan karakterlerin de değişiminin inandırıcılığını sağlaması gerekir senaristin. Karakter munis biriyken, tatlı tatlı konuşurken, birden bire birisini öldürmek durumunda kalıyorsa, senarist bunun nedenini kurmak zorunda ki, seyirci iknâ olsun.

Senaryoda “yapıyı gizlemek” diye bir tabir vardır. Bazı şeylerin nedenleri çiğ biçimde arka arkaya gelince, büyülü artistlikten yoksun olunca, seyircinin gözüne batar, gerçekliğini yitirir. Bütün değişimler, karakter özellikleri çiğ kalır. O yüzden kurduğun yapıyı çok ustaca, olabildiğince ince detaylar yaratarak başarman ve bunu seyirciden gizleyebilmen lazım.

SENARYODA CHP’NİN ROLÜ

Senaryo yazım aşamasını Türkiye siyasetine uyarlayınca Özgür Özel’in ya bir şeyler imâ etmek istediğini veya bir şeylerin üstünden atladığını düşünmemek için “normalleşmeye” çok hevesli olmak lazım.

CHP’nin bağımsız herhangi bir izleyiciyi hayrete düşüren muhalefetsizliği, yerel seçimler için başta İstanbul ve Ankara olmak üzere belirlediği adayları, siyasetin bazı alanları sanki kendi “rolü” değilmiş gibi sahnede hiç bulunmaması, AKP-MHP ideolojisiyle farkını değil benzerliğini kanıtlamaya çalışması, hikâyede uyumlu karakter olmak için üstün bir gayret sarf etmesi, demokrasi, özgürlük ve barış isteyenler açısından olağanüstü olan bu dönemi olağan gibi kabullenmesi ve kabullenilmesini istemesi, Özel’in işaret ettiği senaryoya dair sayısız çağrışımlar yaratıyor.

CHP’nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğu, Erdoğan görüşmesinden sonra, “İstanbul’la ilgili tecrübe ve tavsiyelerini dinledik. Çok kıymetli anekdotları vardı. Bizim amacımız en az hatayla süreci başlatmak. Bu anlamıyla çok faydalı bir görüşme oldu. Çok teşekkür ediyorum Sayın Cumhurbaşkanına” diyor ve ekliyor: “Seçimin çok adil, saygılı, seviyeli bir ortamda gerçekleşmesinde karşılıklı sohbetlerimiz oldu.” Yani her şey “normal” seyrinde ilerliyor.

İmamoğlu, CHP’nin istifa etmesi gerektiğini “rol icabı” söylediği “rakibi” Binali Yıldırım içinse şunları söylüyor: “Sayın Meclis Başkanımızla telefon görüşmelerimizi, sohbetimizi ve bunun da bu şekilde devam etmesi konusunda niyetimizi ilettik, kendilerinin de bu yönde beyanları oldu.”

CHP’nin Ankara adayı Mansur Yavaş da, seçildiği takdirde Erdoğan’la “mutlaka” görüş alışverişinde bulunacağını söylüyor ve ekleme ihtiyacı hissediyor: “Ben Beypazarı belediye başkanıyken Sayın Erdoğan’ı çiçekle karşılamış birisiyim.”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun da 31 Mart yerel seçimleri için kimsenin endişe etmemesi gerektiğini, gerekli tedbirlerin tıpkı 24 Haziran’daki gibi (!) alındığını açıklayarak sürecin “normal” şekilde işleyeceğini müjdeliyor: “Biz bunu 24 Haziran’da da gösterdik ve sandıklara hakim olduk. Bunu da ispat ettik, hiçbir endişeleri olmasın.”

SENARİSTLER CHP’Yİ ES GEÇMİŞ OLABİLİR Mİ?

Eğer Türkiye siyasetinin “senaryosu” “başka yerlerde”, derin güçler tarafından yazıyorsa, bu “yazarların” başroldeki AKP ve MHP’nin yanısıra, “yan karakterlerin” ve “hikâyelerin”, ana muhalefetin, onu yönetenlerin rolünü de kaleme almamış olduğunu söylemenin imkânı var mı?

Özel’in iddia ettiği gibi Erdoğan ve Bahçeli, “daha derin güçler” tarafından yazılan bir senaryonun aktörlüğünü yapıyorsa, senaristlerin Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi es geçmiş olması mümkün mü?

CHP’nin oynadığı ve iktidarı sürekli besleyen, hikâyenin “normal biçimde” akması dışında neredeyse hiçbir işlevi olmayan ana muhalefet rolü, “derin güçlerin yazdığı” bu büyük senaryonun için de mi, dışında mı?

Senarist arkadaşımızın dediği gibi, “yan karakter ve hikâyelerin” kontrolünü sağlamak, senarist açısından hayati önemde.

Öyle anlaşılıyor ki senaryo ekibi açısından filmin/dizinin akışı son derece başarılı gidiyor. Belki de Erdoğan’ın, ekibiyle beraber Fazıl Say konserine icabet etmesini bu filmin/dizinin “olağan” sahnelerinden biri olarak okumak gerekiyor. Senaryo tıkır tıkır işliyor, herkes kendisine biçilen rolü başarıyla oynuyor ve olağanüstülük artık olağanlaşıyor. Bundan sonra iş, izleyicinin heyecanını diri tutmak için küçük gerilimler yaratmaya, beklenmedik jestler yapmaya kalıyor…

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.