Duygusal bağlar kopacaktı ama...

Duygusal bağlar kopacaktı ama...

İç Anadolu Heyeti'nden Ahmet Taşgetiren'e göre bu adım tam zamanında atıldı. Aksi takdirde duygu kopuşu tam anlamıyla yaşanacaktı.

“Dindarlar Kürt meselesine bigâne kalmadı, kendi derdine düştü” diyen Ahmet Taşgetiren, Âkil İnsanlar Heyeti’nin İç Anadolu Bölgesi’ne dahildi. Taşgetiren kendisini çok duygulandıran olaylar da yaşamış bu süreçte, kaygılandıran olaylarda.

Türkiye’de otuz yıllık süren bir savaş var... Ve şimdi barış süreci başladı...

Ahmet Taşgetiren: 30 yıllık, 40 bine yakın insanın hayatını kaybettiği bir süreç. Ortaya çıkan kayıpla ilgili ekonomik birtakım rakamlar veriliyor. Ondan da önemli olan, toplumsal birtakım duygu kopuşlarının yaşanması, travmaların gerçekleşmesi hadisesi. Kayıplar kadar ülkedeki barışı tehdit edici bir durumdu. Hükümetin bu noktada başından beri birtakım gayretleri vardı. Tayyip Erdoğan’a yönelik umutlar ifade ediliyor her iki taraftan da. Kürt siyasi hareketi de bunu destekliyor. AK Parti’nin fikri, ideolojik yapısının da böyle bir çözüme imkân vereceğini düşünenlerdenim. Ortak paydaları bir araya getirebileceğini düşündüm.

Sağ siyasetler Kürt meselesine daha etnik köken ekseninde bakıyor. AKP ’nin farkı din temelinde bir öneri yapması mıydı?

Bizim kurulu düzenimizde statükoda Türk vurgusu etkindir. Her ne kadar yorumcular bu vurgunun bir çatı değer niteliğinde olduğunu ifade ediyorlarsa da bunun toplumsal algı açısından öyle okunmadığını görüyoruz. Etnik vurgu yaptığınızda karşınızda da bir Kürt vurgusu duyarlılığı oluşuyorsa, sizin yaklaşım tarzınız sağlıklı sonuç vermiyor demektir. Tayyip Erdoğan ve AK Parti bu anlamda dini de içeri alan bin yıllık bir ortak kültür inşası içinde meseleye bakıyor.


Kopan bağın tamir olacağına inanıyor muydunuz?

Bence vaktinde müdahale edildi. Duygu kopuşu tam olarak gerçekleşmeden adım atıldı. Daha geç kalınmamalıydı. Türkiye kendi antikorlarını devreye soktu ve çözümü bulmaya yöneldi. Bunu sadece Türkler değil, Kürtler de söyledi. İnsanların arasında akrabalık ilişkileri oluşmuş. Hemen hemen her aileye bir Kürt veya Türk düşüyor. Ayrıca göçler olmuş, bir kısmı zorunlu, bir kısmı tabii, cumhuriyetin başından beri sürgünler olmuş, bu bir harmanlanmaya da yol açmış. Ayrıca ticari ilişkiler var. Bütün bunlar Türkleri ve Kürtleri kaynaştırıyor. Bana göre bölünme zorlamaydı. Belki o da cumhuriyeti kuranların “Osmanlı parçalandı” duygusundan kurtulamamış olmasının etkisi.

Kemalist ya da ulusalcı kadroların tek kimlik üzerine bir sistem oluşturmasından sonra ilerleyen yıllarda dindarlar bu meseleye nasıl bigâne kaldı?

Bu tarz bir söylem çok kullanıyor. Aslında dindarlar da başının derdine düştü. Bir anlamda öyle bir durumla karşı karşıya. Dindar kesimler de sistemle sorunlu. Sistemle uyuşmayan bütün toplum kesimleri bir anlamda bedel ödemişler. Onun için birbirinin de farkına varamamışlar. Acaba Bediiüzzaman Kürt olduğu için mi Müslüman olduğu için mi baskıya uğradı? Biz bugüne kadar cumhuriyet tarihine ilişkin bir takım bilgileri de doğru okuyamadık.

Nasıl bir tepkiyle karşılaştınız?

Bir tek organize tepkiler vardı. Onlarla çok cephe cepheye gelmedik ama güvenlik birimleri onları biraz bizim uzağımızda tuttu. İşçi Partisi ve MHP ’nin bir kesimi ortaklaşa organize protestolarıydı. Şehit aileleriyle görüştük. Asıl bence Türkiye’nin yüreğini yansıtan görüşmeler onlardı. Keşke bu süreç daha evvel başlasaydı dediler. 20 yıl evvel başlamış olsaydı, 10 bin kişi, 20 bin kişi ölmemiş olacaktı. İkinci vurgu da, memleketin başına bir şey gelmesin. “Birdenbire niye silahı bırakıp sınır dışına çıkıyorlar” sorusu sıkça karşımıza çıktı. Kürtler de “Acaba bir oyuna mı geliyoruz” sorusunu sordular.

‘Kürt’ün yevmiyesi bizden az, bu nasıl kardeşlik?’

Fatma Benli Âkil İnsanlar’ın Karadeniz grubundaydı. Karadeniz’de karşılaştığı “Kürtlerle aramızda ayrım yok” sözünü, başörtüsü yasağına karşı “Benim babaannem de başörtülü” diyenlerin söylemine benzetiyor. Onu en çok etkileyen olaylardan biri, bir köylünün “Aramızda nasıl ayrım yok, mevsimlik işçiler tuvaletsiz yerlerde yaşıyor” sözü.

Karadeniz Bölgesi’nde çalışma yaparken tepki almaktan çekindiniz mi?

Fatma Benli: Ben aslen Karadenizliyim. Manevi olarak olası tepkilere karşı sadece psikolojik anlamda kendimizi hazırladık diyebilirim, ama beklediğim gibi olmadı, çok güzel geçti, bütün illerdeki toplantıları gerçekleştirdik. Protestolar olsa da o güne dek hiç aynı masa etrafında toplanmamış, her biri ayrı görüşten şehrinin ileri gelenleri esnafı, muhtarı, akademisyeni, gazetecisi, avukatı konuştu ve herkes birbirini dinledi. Geziler başladığında daha sert olan hava sonradan yumuşadı.

Bu sürecin iki ayda geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Toplantılarda çok sık söylenen bir söz vardı, barışın kaybedeni, savaşın kazananı olamaz, hiçbir çatışma ilanihaye devam edemez diye. İki ay gibi sürede silahların bırakılma noktasına gelmesi birden insanları ürküttü. Aslında ilk tepkilerin asıl sebebi buydu, “Ne oldu, silah bırakılma karşılığında ne verildi, bir şey mi saklanıyor?” tarzı soru soranlar oldu ancak gerçekten kendilerini dinlemeye geldiğimizi anlamalarıyla tepkiler temkinli bir iyimserliğe dönüştü.

İnsanlar en çok neden kaygılı?

Halk genel olarak çözüm sürecini destekliyor ancak belli hassasiyetlere vurgu yapıyor. Bölünmez bütünlüğün zedelenmesi, eyalet sisteminin getirilmesi, aksi görüşler ileri sürülmesine ve barış olacaksa af da olması gerektiğini söyleyenlerin bulunmasına karşın Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve eylemlere karışmış olanların affedilmesi konuları Karadeniz Bölgesi’ndeki insanların yoğun biçimde dile getirdiği endişeler.

Protestolarla karşılaştınız mı?

Protestolar vardı ancak protestolar hiçbir zaman toplantımızın yapılmasını engellemedi, Tokat’ta protestocu sayısı üç-beşti ama toplantının yapıldığı mekânın önüne minibüsle gelip 3-4 saat boyunca bize milliyetçi marşlar dinlettiler, biz de bu marşlar eşliğinde toplantımızı yaptık. Tepkisel eylemlere katılanların sayısı hiçbir ilde 150 kişiyi aşmadı. Bu da tek bir il için geçerli. En fazla protestonun beklendiği Trabzon’da dahi protestocu sayısı 60-70 civarında kaldı.

Şehit ailelerinden nasıl bir izlenim edindiniz?

Ziyaret edeceğimiz bir şehit ailesi derneğine bir gün önceden gidip “Sen nasıl onları kabul edersin” diyen siyasi parti il başkanları olmuş. Görüşmelerimizde “Benim canım yandı, başkasının canı yanmasın” benzeri cümle sarf eden ailelerin çok fazla olduğunu gördük, hatta Tokat’ta oğlunu 2001 yılında kaybetmiş bir baba “12 yıldır yüreğim dağlanıyor ama artık bitsin, iki oğlum daha asker” dedi.

Karadeniz fındık toplamaya giden mevsimlik Kürt işçilere alışık. Bu anlamda insanlardan “Biz Kürtlere önyargılı değiliz” gibi tepkiyle karşılaştınız mı?

Bu söylem çok fazla karşımıza çıktı, kendim de Karadenizli olduğum için kötü niyetli söylenmediğini biliyorum ama başörtüsü tartışmalarında da “Benim babaannem hizmetçim başörtülü, benim onunla hiçbir sorunum yok ama üniversitede olmasına karşıyım” diyen de çok olurdu. Mesela bir köylü “Sürekli kardeşlikten, aramızda ayrım olmadığından bahsediyoruz ama onların hangi şartlarda yaşadığını biliyor muyuz? Mevsimlik iş için gelenlerin doğru dürüst tuvaletleri yok, pislik içinde yatıp kalkıyorlar ve onlara verilen yevmiye herkesinkinden daha az, bu nasıl kardeşlik” dedi ve bu sözden sonra da o toplantıda ezber kalıplar tekrarlanmadı.

Yaptığınız toplantılar içinde sizi en çok hangi olay etkiledi?

Trabzon’da evin kızı olduğunu zannettiğim bir hanımın, ziyaret ettiğimiz şehit eşi olduğunu, 18’inde evlenip 19 yaşında dul kaldığını öğrenince çok etkilenmiştim.
Rize’de de babasını hiç görmemiş 18 yaşındaki bir genç, babasını rüyasında görmek için dua ettiğini söylemişti. Çok güzel toplantılar yaptık, çok güzel insanlarla tanıştık ama sanırım hiç unutmayacağım ziyaretler her bir ilde yaptığımız şehit ailesi görüşmeleriydi.

 

En çok etkilendiğiniz olay ne oldu?

Şehit aileleriyle yaptığımız görüşmelerden çok etkilendik. Anadolu insanının yüreğini tam yansıtıyor. Evladını vermiş ama barış istiyor. Genç bir evlat kaybetmek bir anne-baba için kapanmayacak bir yara. Onlar hakikaten bu iş dursun, kimsenin yüreği yanmasın diyorlar. Niğde Üniversitesi’nde karşı karşıya kaldığımız manzara bir kesim adına korkuttu. Önde akademisyenler, arkada öğrenciler. Bir anlamda sizi giyotine göndermeye hazır bir haletiruhiye görüyorsunuz. Halbuki biz kaygıları dinlemeye gidiyorduk. Bize yönelik “içinizde aklı eren bir insan yok” şeklinde yaklaşıp, “Sizi dinlemeyeceğiz” diyenler, peşin reddiye yapanlar. Bir akademisyen “Arkadaşlar biraz sakin olup dinleyelim” dedi, onu az kalsın linç edeceklerdi. Anadolu’da üniversitelerimiz böyleyse ürkmek gerekiyor diye düşünüyorum. Bir de bazı şehit dernekleri çok politize olmuştu, onlara uğramadık. RADİKAL

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum