Darbe döneminde lubunya olmak

Darbe döneminde lubunya olmak

İzmir Siyah Pembe Üçgen Derneği aktivistlerinin hazırladığı "80'lerde Lubunya Olmak" adlı kitap, 12 Eylül 1980 darbesi döneminde sahneye çıkmaları, çalışmaları hatta sokakta dolaşmaları dahi yasaklanan trans bireylerin o dönem yaşadığı hikayeleri şu an en

İZMİR - 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin yargılandığı şu günlerde darbeden zarar gören Kürtler, solcular, sosyalistler, sağcılar, Aleviler, dindarların da aralarında bulunduğu oldukça geniş bir kesim davaya müdahil olmak için başvurularda bulundu ve davayı yakından takip etmeye başladı. Ancak darbeden en az bu gruplar kadar zarar gören ve sırf cinsel yönelimleri nedeniyle gözaltılara, işkencelere, tecavüzlere maruz kalan trans bireylerin durumu pek dillendirilmedi. İzmir'de LGBT bireyleri bir araya getiren Siyah Pembe Üçgen Derneği İzmir, Ankara ve İstanbul'da yaptığı görüşmelerle darbeden zarar gören 9 kişiye ulaşıp, onların hikayelerini kitap haline getirdi. Kitapta deneyimlerini aktaran 9 lubunya parklarda, üçüncü sınıf otellerde, randevuevlerinde, gece kulüplerinde, sokaklarda, karakollarda, kışlalarda başlarına gelenleri, çoğu zaman birbirlerinden başka sarılacak kimseleri olmadığını da vurgulayarak, Lubunya bireylerin gözünden Türkiye'nin acılarla yüklü bir döneminin korkunç hikayelerini gözler önüne seriyor.

Lubunya ne demek?

Kitabı hazırlayan ekibin içinde görev üstlenen derneğin aktivistlerinden Erdem Gür ve Deniz Solmaz projenin nasıl ortaya çıktığı ve çalışmalarını nasıl yürüttüklerini paylaştı. Deniz Solmaz, kitap yazma fikrinin LGBT bireylerin tarihini anlatan doküman yokluğundan ortaya çıktığını ifade etti. Erdem Gür ise, kendi geçmişlerinin birkaç fanzinde geçen anlatımlar ve birkaç tanığın sözlerinden öteye geçmediğini, bunun üzerine dünya var olduğundan bu yana var olan cinsel kimlik çeşitliliğinin yalnızca son 30 yılını ele alabildiklerini söyledi. Lubunya'nın kelime anlamını da anlatan Gür, bugün LGBT olarak örgütlenen eşcinsellerin o dönem Lubunya adı verilen ve daha çok erkek eşcinseller, feminen görünen erkek eşcinseller ve trans kadınların dahil olduğu grubu nitelendirmek için kullanılan bir sıfat olduğunu söyledi. Aynı zamanda bu Lubunyaların aralarında konuştukları ve argo kelimeler içeren Lubunyaca diye bir jargon olduğunu söyleyen Gür, Lubunya kelimesinin bazı kesimlerce eril bir tanımlama olarak nitelendirildiğini söyleyerek kendisinin buna katılmadığını dile getirdi.

'O dönem sanılanın aksine eşcinsellerin politik duruşları da vardı'

Darbe mağduru Lubunyalarla yapılan görüşmelerin uzun bir süre devam ettiğini söyleyen Solmaz, görüşmeler sırasında bazen anlatıcıların o günleri hatırlamaları üzerine gözyaşlarını tutamadıklarını ve içlerinde oluşan kırgınlıktan dolayı görüşmeye devam edemediklerini söyledi. Gür ise, sanılanın aksine eşcinsel bireylerin özellikle darbe sonrası son derece politikleştiğini belirterek, "Darbe ile birlikte eşcinseller arasında örgütlenme, haklarını sahiplenme yönünde ciddi gelişmeler oluyor. Siyasi parti kurma fikirleri ortaya atılıyor, bu yönde çalışmalar yapılıyor. Ayrıca devrimcilerle, solcularla bazı noktalarda beraber hareket ediyorlar. Ayrıca Lubunyaların hakları için Taksim Meydanı'nda açlık grevi başlattığını biliyoruz" diye konuştu.

'12 Eylül ile bugün arasında pek fark yok'

Kitabı ortaya çıkaran anlatımların kendilerini oldukça etkilediğini söyleyen Solmaz, 80'lerde üzerlerindeki baskının bugünler de boyut değiştirerek ancak etkisini daha da arttırdığının altını çizdi. O dönemde çalışmaları engellenen ve hemen hemen ülkedeki herkesin maruz kaldığı kolluk gücü şiddetinin eşcinsellerin de yaşadığını aktaran Solmaz bugünlerde, nefret söylemi ve homofobiden kaynaklı yılda onlarca arkadaşlarının katledildiğini, yüzlercesinin darp ve tecavüze maruz kaldığını söyledi. Solmaz, günümüzde bir eşcinselin yaşadıklarını şu sözlerle anlattı: "Devlet 80'lerde trans bireylerin çalışmasını engellerken şimdilerde ise sistematik olarak şiddete maruz bırakıyor. 'Sen çalışamazsın' falan demiyorlar ama sokakta görünce 'gel buraya' diyerek seni pataküte dövüyorlar. Sonra üç polisle aranda tutanak tutturuyorlar. Bir polis zaten seni darp eden, diğer ikisi de görgü tanığı oluyor sonra gözünüzü bir açıyorsunuz ki savcının karşısındasınız. 3 yıla kadar hapisle yargılanıyorsun." Erdem Gür ise, darbe döneminden gelen yargı sisteminin ve güvenlik zihniyetinin, bugünlerde trans bireylere veya LGBT bireylere karşı işlenen nefret suçlarının arkasındaki en önemli güç olduğunu ifade etti. Gür, "Bugün polisler belki daha az dövüyor ama sana 'trafiği tehlikeye sokmaktan', kabahatler kanunundan, polise mukavemetten para cezası kesiyorlar. Bizler ancak işportacılara, pazarcılara kesilebilecek cezalar yiyiyoruz. Yolda yürürken bile ceza ile karşılaşıyoruz ve bu cezalar öyle bir hal aldı ki sırf bu cezaları ödemek için yeniden seks işçiliği yapmak zorunda kalan çok sayıda arkadaşımız var. Bu da bir kısır döngü yaratıyor kendi içinde" diye konuştu.

Yeni projeler yolda

Yaşadıkları her şeye rağmen ortaya koydukları çalışmanın çok olumlu geri dönüşleri olduğunu söyleyen Gür, ilk basımlarını kendi imkanları ile dağıtmalarına rağmen kitapların kısa sürede tükendiğini aktardı. Bunun kendilerini mutlu ettiğini söyleyen Gür, "Yeni projelerimiz yolda. Demek ki iyi bir çalışma yapmışız. Özellikle hakkımızda medya tarafından nadiren olumlu örnekler görebiliyoruz ve bu kısmen olumlu örneklerde ise LGBT bireylerinin görüşleri olduğu gibi yer almıyor. Zaten o dönemleri yaşayanların büyük çoğunluğu hayata küsmüş vaziyette. İnsanlara karşı büyük güvensizlikler yaşayan bireyler. Bizlere tekrar seslerini duyurmak için yeni çalışmalar yapmamız için çağrıda bulundular. Biz de bu çağrıyı değerlendirdik" diyerek 90'lar ve 2000'lerde eşcinsellerin yaşadıkları ile ilgili bir bellek oluşturma çalışmasına başladıklarını sözlerine ekledi.

Kitaptan bölümler

Filiz (54): "Darbe sabahı Beyoğlu'nda askerlerin yürüme sesine uyandım. Sokağa inicez, makyajımı falan yaptık. Ev basıldı. Bizi askeriye orduevine götürdüler. Karakola teslim etmediler. Hastanemiz vardı bizim: Cancan. Bizi Cancan'a yolladılar. Ordan da çıktık Ahlak'a geldik. Ahlak'ta saçlar kesildi. Sirkeci'de… Seni çuvalın içine koyuyorlar Ahlak'ta. Kediler de var. Kediler seni parçalıyor çuvalın içinde. Beni bıraktılar öğleden sonra saat üç dört gibi… Ben Sultanahmet'e gittim. Bir esnaf dedi ki: Senin bu halin ney dedi. Suratım paramparça. Elbiselerim yırtılmış. Her tarafım delik deşik olmuştu…"

Cansel (57): "Bir gün beni de otostoptayken aldılar ve nezarete attılar. Üzerinden 2-3 saat geçti geçmedi, sorgu sual bittikten sonra 'Hadi gidiyorsun, araba bulamazsın bu saatte, biz seni bırakalım' dediler. Ben de bindim araca. Sonra bunlar benim gözlerimi ve ellerimi bağladılar, 'Hani serbesttim' dedim bunlara, 'Dur,' dediler 'şimdi bırakacağız seni, bir teftiş var, oraya götürüyoruz'. Ay korktum, aklıma birini öldürdükleri ve suçu benim üzerime yıkmak istedikleri ihtimali geldi. Beni götürdüler Eski İzmir'in dağlarına, öyle bir yere geldik ki kurtlar köpekler uluyor. Gözlerimi açtılar, aldılar copları, beni dövmeye başladılar. 'Utanmıyor musun? Sen bu işi bir daha yapacak mısın? Bir daha yaparsan seni geberteceğiz, öldüreceğiz.' ..."

N.K. (60): "On iki kişiydik galiba, bizi bir trene bindirdiler Haydarpaşa'dan. Kış, kar yağıyor. Bolu Dağı'na doğru iki dağın arası bir vadide bizi trenden indirdiler. Kışın kar yağıyor ve gece. Kar ışığında yolumuzu bularak ana caddeye çıktık. Bizi dağda ölüme terk ettiler. Öyle olaylar da yaşadık..."DİHA

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.