Çandar: HDP, Kürtlerden daha fazla oy almalı

Çandar: HDP, Kürtlerden daha fazla oy almalı

Gazeteci yazar Cengiz Çandar, gazetemiz yazarlarından İbrahim Genç'e gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.

İBRAHİM GENÇ / İSTANBUL

Dünyada ve bölgede meydana gelen gelişmeler, değişen koşullar ve ortaya çıkan yeni aktörler… Bu hızlı bilgi akışı içinde baş döndürücü bir trafik yaşanıyor. Dolayısıyla Kürtlerin birincil derecede etkilendiği bölgesel gelişmelerin sağlık bir şekilde analiz edilmesi gerekir. Bu anlamda yılların duayen kalemlerinden Cengiz Çandar da yazıları ve kitaplarıyla ön plana çıkmaktadır. Biz de merak ettiğimiz konulardaki sorularımıza Cengiz Çandar’la sohbet havasında yaptığımız röportajla cevap aramaya çalıştık.

İbrahim GENÇ: Bugünlerde kurtuluşunu kutladığımız Kobanê ile başlayalım. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP iktidarı olmak üzere bazı çevreler Kobanê’nin ne demek olduğunu kavrayamadılar. Kobanê ve direnişini biraz da sizden dinleyebilir miyiz?

Cengiz ÇANDAR: Kobanê, içinde bulunduğumuz dönemin, Kürtlerin içinde yer aldığı bölgede destan niteliği kazanmış bir direnişti. Dört ay içinde dünyanın her tarafındaki Kürtleri ruhen ve fikren etkilediği gibi Kobanê ülkede Kürt meselesiyle ilgilenen veya dünyada vicdan sahibi herkesin ilgisini çekti. Bununla birlikte Kobanê, Suphi Necat Ağırnaslı gibi şehitlerle enternasyonal bir kimlik de kazandı. Aynı zamanda ta başından beri Kürtler, buranın Stalingrad olduğunu söylüyorlardı. Kobanê’nin Stalingrad olması için IŞİD’in buradan tamamen çıkarılması gerekiyordu. Bilindiği gibi 2. Dünya Savaşı’nda Stalingrad direnişiyle birlikte Nazilerin yönü tersine dönmüştü. Çünkü Stalingrad düşseydi, Kafkasya’da Naziler çok geniş bir alana sahip olacaktı. Fakat Stalingrad direnişi bir dönüm noktası olmuştu. Kobanê de aynı şekilde IŞİD’in şansının tersine dönmesi bakımından bir dönüm noktasıdır. Dolayısıyla Kobanê’nin, IŞİD’in bölgede ve dünyada gelişmesini istemeyen herkesi ilgilendiren bir yönü var. Kürtlerin destanı olmasının ötesine geçen anlamlar da taşıyor. Bu yüzden çok heyecanlı bir verici bir olay. Diğer çok önemli bir yönü de Kürtlerin özgüven kazanmasına yol açabilecek, Kürtler için dünyaya bakışlarında  bundan sonra alabilecekleri yolda yeni bir sayfanın açılması sağlanacak. Kobanê’nin bir başka önemi, Türkiye ile Suriye arasındaki sınırı kağıt üzerinde bırakarak fiilen ortadan kaldırmasıdır. Aslında bu sınır Türkleri ve Arapları ayırmaktan ziyade Kürtleri birbirinden ayırıyordu. Bunu nereden anlıyoruz. Çok basit. Kobanê direnişinde orada Kürtlerden çok şehit verildi ve birçoğu da Türkiye’de defnedildi. Yani onlar Türkiye Kürt’ü. Türkiye’deki Kürtlerin çocukları orada savaşıyordu. Yani o zaman Kobanê başka bir yer, bize ait değil denebilir mi? Dolayısıyla sınırın fiilen sanal hale gelmesiyle Türkiye ve Suriye Kürtlerinin kaderi de birleşmiş oldu. Kobanê de bunun simgesi oldu.

MEHSER'DE OLMAK İSTERDİM

Kobanê özgürleştiğinde neler hissettiniz?

Ben Mezopotamya Ekspresi kitabının yazarı olarak kitabımda ‘Kürtler için iyi olan Türkiye için de iyidir’ tezini savunan biri olarak Kobanê’nin özgürleşmesinden çok büyük bir mutluluk duydum. Zaten başından beri Kobanê direnişinin kazanacağından kuşkum yoktu.  Kobanê’nin özgürleştiği gün Mehser’de olmak isterdim.

Kobanê’nin özgürleşmesinden sonra yazdığınız yazının başlığı ‘Bijî berxwedana Kobanê’ idi.

Evet, evet. Bijî brexwedana Kobanê!

KOBANÊ, AKP YAKLAŞIMININ YENİLGİSİ OLDU

Türkiye, Suriye krizinin başladığı daha ilk günlerden itibaren Rojava’da Kürtlerin bir statüye sahip olmasına karşı çıktı. Öyle ki sırf bu politik konumlanmadan dolayı Kobanê IŞİD tehlikesi altındayken bile olumsuz bir tavır takındı. Bunun sebebi nedir?

Şimdi Türkiye derken, eğer bunu bir kavram olarak kullanıyorsak tekrar söyleyebilirim ki Kürtler için iyi olan Türkiye için de iyidir. Ama sorudaki kasıt, mevcut iktidar, Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarıysa zaten bunlar başından beri Kobanê direnişinden alerji duyuyorlardı, rahatsızlık duyuyorlardı. Kobanê’den rahatsız olmalarının çeşitli sebepleri var.  Cumhurbaşkanı Erdoğan daha Kobanê’nin kurtuluşunun kutlandığı sırada kullandığı cümlelerle neden rahatsızlık duyduğunu çok da gizli bir dil kullanmadan söylüyor. Tayyip Erdoğan ‘Kuzey Irak’tan sonra bir de Kuzey Suriye mi? Bunu kabul edemeyiz’ diyor. Bunu kabul etmenin ileride çok büyük sıkıntılara neden olacağını düşünüyor. Dolayısıyla ne demek istiyor? Şimdi Kuzey Irak neresi? Tayyip Erdoğan’ın en yakın ilişkide olduğu ve bölgede neredeyse tek dostu olduğu bölge. Komşularla sıfır sorun diye başladılar ama sorunsuz oldukları tek yer, Irak Kürdistan Bölgesi kaldı. Bunu hatırlatıp akılda tutarak şunu söyleyebilirim. Kuzey Irak’tan sonra bir de Kuzey Suriye dediği vakit, Kuzey Irak’tan kasıt Kürdistan Bölgesi Yönetimi, peki Kuzey Suriye dediğinde ne oluyor? Burada ‘Kuzey Irak gibi olacaktır’ demiş oluyor. Dolayısıyla Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt yönetimini kabul etmeyeceklerini söylüyorlar. Neden peki? Çünkü bu durumun ileride büyük sıkıntılar doğuracağını düşünüyorlar. Öte yandan Türkiye’deki Kürtlerin sayısı, dünyanın diğer taraflarındaki Kürtlerinden yarısından fazladır. Irak’taki Kürtlerin özyönetimi olacak, arkasından Suriye’deki Kürtlerin özyönetimi olacak. Fakat onlardan kurumsallaşma, siyasette rol sahibi olma, birikim ve daha birçok noktada ileri sayılabilecek Kürt kitlesi, Irak ve Suriye’deki soydaşlarından daha geri bir statüye razı olmaya zorlanacak. Tabii bu da olmaz. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan, Türkiye’deki Kürtlerin taleplerinin yükseleceği korkusuyla Suriye’nin kuzeyindeki bir Kürt oluşumuna izin vermeyeceğini söylüyor. Oradan yola çıkarak Tayyip Erdoğan daha anlaşılır bir şey söylüyordu. Kobanê’den rahatsızlığı, Kobanê ile birlikte üç kantonlu bir yapı ortaya çıkmıştı. Özellikle bunun, IŞİD’in yenilgiye uğratılarak daha da sistemli hale getirilmesi. Yani orada Kürtler kendilerini yönetmesin ki Türkiye’de talepler yükselmesin istiyor. O yüzden Kobanê’nin kurtuluşu, bu yaklaşımın yenilgisi oldu.

Türkiye bir yandan Kuzey Kürtleriyle barışmaya çalışırken ve bu kapsamda Kuzey Kürtleri çözüm olarak demokratik özerkliği işaret ederken, bir taraftan da Rojava’da buna karşı çıkmasındaki çelişkiyi nasıl açıklayabilir?

Zaten bu konuda Başbakan’ın danışmanlarından birisi yakın zamanda Erbil’deki bir toplantıda, Kürt tarafının, Abdullah Öcalan’ı ima ederek herhalde, statü talep etmemesi sayesinde barış sürecinin başladığını söyledi. Bunun üzerine Zübeyir Aydar da özerklik görüşmelere başlamak için ön şart olarak koşulmadığını söyledi. Tabii devamında özerkliğin ön şart olarak öne sürülmemesinin statüden vazgeçtikleri anlamına gelmediğini de belirtti. Burada ince nüanslar var. Seçimlere giderken Hükümet tarafı kendi seçmenine Kürtlerin statü talebi olmadığı için onlarla görüştükleri mesajını vermek istiyor olabilir. Aynı zamanda bu, İktidar partisinin, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının Kürtlerin kendileri için düşündükleri statüyü vermek konusunda hiç de hevesli olmadıklarının ipucu olarak da anlaşılabilir. Onların çözüm sürecine ilişkin esas olarak yaptıkları vurgu, PKK’nin silahsızlandırılması ve Türkiye dışına çıkarılmasıdır. Bununla birlikte PKK’nin bir daha silahlanmayacağını taahhüt edip adımlar atmasıyla ilerleme sağlanırsa bireysel Kürtler bakımından ve Öcalan’ın şartlarında iyileştirmeler yapılacağı şeklinde yol alınabileceği. Şimdiye kadar İktidar kanadının çözüm sürecinden anladığı bu kadar gibi gözüküyor. Kürtler için bunlar yeterli mi? Tabii ki değil. Seçimlerin ortaya koyacağı tabloya göre çözüm süreciyle ilgili nasıl ilerleme olacak daha somut veriler elde edilebilir.

ANKARA İLE WASHİNGTON ARASINDA CİDDİ SIKINTILAR VAR

Türkiye’nin Suriye krizi ve özellikle Rojava konusunda ABD’den çeşitli talepleri var. Bu noktada Türkiye’nin eğit-donat planının kabul gördüğü dile getiriliyor. Bütün bunların Rojava’ya etkisi ne olur?

Türkiye ve ABD arasında çok ciddi tartışma ve sıkıntılar var. Hatta Cumhurbaşkanı bunu gizlemedi, açık açık söyledi. Türkiye’nin güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge talepleri kabul etmiyorlardı. Üçüncü olarak bir tek eğit-donat kaldı. O da ağır aksak. Bu, kendilerini Özgür Suriye Ordusu olarak ifade eden bazı unsurları muhatap alan bir çalışma. Tabii bunlar da bir bakıyorsunuz bir bölümü sonradan IŞİD’e katılıyor, bir kısmı Nusra’ya. Dolayısıyla bunlara güven de olmuyor. Bu yüzden Amerikalılar bunları eğitelim donatalım diye çok da hevesli davranmıyorlar. Bir yandan da IŞİD’in güçlenmesinin, Esad rejiminin temsil ettiğinden daha büyük bir bela olacağı düşüncesiyle birtakım başka çözüm önerilerine kapı aralıyorlar. Bir tanesi, Moskova’nın başını, Amerikalıların da yan gözle ‘Haydi bakalım, umarım bir sonuca varırsınız’ dediği bir süreç. Tabii Türkiye bunlardan rahatsız. Bu konuda Ankara ile Washington arasında ciddi sıkıntılar var. Dolayısıyla bu sorunun kestirme cevabı, Rojava’daki duruma çok hızlı bir etkisi olacak gibi görünmüyor.

TÜRKİYE'NİN ROJAVA'YA ALERJİSİNİN SEBEBİ PKK

Türkiye, Rojava’ya karşı olumsuz bir politika sergilerken Irak Kürdistan Bölgesiyle çok yakın ilişkilere sahip. Peki Türkiye’nin Rojava’da bir Kürt yönetimine karşı çıkmasının sebebi nedir?

Tabii bunun büyük ölçüde en büyük sebebi PKK’dir. Eğer Rojava’daki yönetici Kürt aktörü Barzani olsaydı, Türkiye’nin Kobanê ve Rojava konusunda tepkisi böyle olur muydu gerçekten meraka değer bir soru. Böyle olmayabilirdi. Türkiye, Barzani yönetimiyle iş tutmaya daha teşne olabilirdi. Türkiye’nin Rojava’ya karşı alerjisi, oranın PKK’li olmasından ileri geliyor. PKK hareketi dediğimiz, çıkış yeri Türkiye olan bir hareket. Yani Rojava dediğiniz vakit, orada Barzani hattı mı yoksa Türkiye’deki Kürt hattı mı? İkincisinin cevabı, Türkiye’de sorun daha çözülmediği için Rojava’da onun elini güçlendirecek  olması, Türkiye’de İktidar’ın manevra alanını daraltacağı düşüncesiyle sıkıntı yaratıyor. Yani Suriye’deki federal veya özerk bir yapının Türkiye’ye bulaşıcı bir etkisi olur. Ama bu, önlenemeyecek bir şeyse bari Barzani yönetiminde olsun. Erbil yönetimiyle ekonomik çıkarlar üzerinden kurulmuş çok yönlü ilişkiler olduğu için, bu olmayıp ağır basan PYD üzerinden PKK olunca  sorun olarak görülüyor. Tek sebep bu değilse de ağır basan sebep budur.

Şu anda Kürdistan’ın Bakur, Başur ve Rojava parçaları üzerinden ilerleyen tartışmalar var. Bu noktada İran Kürdistanı, yani Rojhilat çok sakin. Rojhilat’la ilgili bir öngörünüz var mı?

Orası daha çok uzun iş. Bir defa tarihi olarak dört parça lafı çok isabetli değil. Çünkü uluslaşma ve ulus devlet kuruluş dönemlerinden beri bu tanımlamaya göz atarsanız tarihi tecrübede dört parça yok, iki parça var. Parçalardan biri üçe bölündü. Sonra toplam dört etmiş oldu. O bakımdan aslında iletişim içinde olan Kuzey, Güney ve Rojava oluyor. Tabii Rojhilat dediğin yerde Kürtler yaşıyor. Tüm bunlardan etkilenmemesi düşünülemez. Fakat Rojhilat daha bekleyecek. Karşılıklı etkileşimli süreç belli bir kıvama geldikten sonra orayı görüşebiliriz.

ÇÖZÜM SÜRECİNDE MÜZAKERE YOK, TEMAS VAR

Biraz iç siyasete gelirsek; bilindiği gibi iki yılı aşkın süreden beridir ilerleyen bir çözüm süreci var. Bu süreç tarafların karşılıklı adım attığı, yani al ver şeklinde ilerlediği bir noktaya geldi mi?

Hayır, öyle bir şey yok. Bir al ver durumu için müzakere olması lazım. Daha ortada müzakere yok. Görebildiğim kadarıyla süreç, Türkiye devleti ile Abdullah Öcalan’ın temas ettiği, diyalog halinde olduğu bir noktada. Ki Öcalan 1999 ve daha öncesinden de temas halindeydi. Daha önceki süreçlerden farklı olarak burada gerçekleşen yeni şartlarda olması ve HDP’li milletvekillerinin de dahil olması. Tabii devletin dili de ona göre ayarlandı. Çoktandır ‘Terörist başı’ gibi ifadeler duymuyoruz. Burada her ne kadar yeni şeyler olsa da ortada bir müzakere yok. Sadece temas var. Tabii temas ve diyalog, müzakereden farklı bir şey. Bu süreç çok farklı olumlu özellikler taşıyor olmakla birlikte çok temel aksaklıklar da içeriyor. Bir defa yol haritası yok. Yola çıktık ama yol haritasız gidiyoruz. Buraya geldin bir güzergah var. Aynı şekilde uçağa bindin bir rotası var. Şimdi de çözüm için yola çıktık ama nereye gidiyoruz, nasıl gidiyoruz elimizde  bir yol haritası yok. Şu zaman diliminde şu adımlar atılacak, o adımlar atıldıktan sonra şu adımlar görüşülecek diye bir şey yok. Diğer bir nokta hiç şeffaf değil. Abdullah Öcalan’la görüşmeler oluyor. Hangi çerçevede görüşülüyor, Öcalan’la görüşen heyetler hangileridir? Gidenler devleti mi temsil ediyor bunlar çok da net değil. Sadece o heyet üzerinden yapılan açıklamaların satır aralarından yapılan araştırmalar var kafamda. Oradan Öcalan şunu diyor, bunu diyor anlıyoruz ya da anlayamıyoruz. Bölgedeki büyük karışıklıklardan bu yana Abdullah Öcalan’ın sesini duymuyoruz. Nerede duruyoruz, nereye gideceğiz bileceğimiz bir açıklama olmadı. Dolayısıyla kamuoyunun taraflar üzerinde denetiminin olacağı veya şu adımı atsanız veya bu adımı niye atmadınız şeklinde hesap sorabileceği bir şeyler olumlu anlamda iyi olacaktır. O zaman bu sürecin en çarpıcı yönü ne? Güçlendirilmiş bir ateşkes hali ve çatışmaların dondurulması hali. Bence bu çok iyi bir şey. Süreç için yararlı. Ama barış süreci başka bir şey. Çözüm süreci müzakeredir. Daha orada değiliz. Seçimlere kadar da ciddi bir adım atılacağı beklentisi içinde değilim.

Her ne kadar AKP iktidarı isteksiz davrandığı gibi müzakereye geçmediyse de ilerleyen süreçte Kürtler kazançlı çıkıyor diyebilir miyiz?

Bu tür çözüm süreçleri herkesin kazanması formatı üzerine yürür. Tarafları olan bu konuda, adına ne derseniz deyin bir ihtilaf var. Yani ortada bir sorun varsa, bir ihtilaf da vardır. Şimdi bu durumda taraflardan biri kazançlı öbürü kazançsız çıkıyorsa zaten buradan barış gelmez. Aldatıcı bir şeydir. Bu durumda biraz sonra yine birlikte karakola gideriz. İş bozulur. Dolayısıyla çözüm süreci dediğimiz durum tarafları ne kadarsa sonunda hepsinin kazanacağı duygusuyla işin içine gireceği ve her adımda iki tarafın da kendilerine ‘Ne yapıyorsunuz?’ dediklerinde ‘ Bak neredeydik, nereye geldik. İyi bir şeydir’ diye cevap verebileceği bir şeydir. Dolayısıyla PKK ve Kürtler için söyleyebileceğin şeyi devlet ve Türkler için de söyleyebilirsin.

i-1-153.jpg

ETNİK SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE DEMOKRASİ ŞART DEĞİL

Şu zamana kadar Kürt sorunu, başta Kürt siyasal hareketi olmak üzere çeşitli çevrelerce ‘Demokrasi sorunu’ olarak kabul edildi. Bugün ise her ne kadar Kürt sorununun çözmeye yönelik girişimler olsa da ülke genelinde antidemokratik uygulamalarda artış var. Bunu nasıl açıklayabiliriz?

Şimdi Türk demokratlarında büyük soru işaretleri var. Eğer Kürt sorunu, genel demokratikleşme sorununun bir parçası ise Türkiye’deki antidemokratik uygulamalar ve özellikle Gezi sürecinden bu yana belirgin bir antidemokratik bir gidiş varken Kürtler için işler iyi gidiyor ama diğer bölgeler için demokrasiden söz edilemiyor. Böyle bir şey olabilir mi? Olmaması gerekir. O zaman ya? Kürtler ve demokratlar boşanıyor mu? Kürtler demokratları aldatıyor mu? Bunu yaparak kendilerini aldatıyorlar. Çünkü demokrat olmayan bir iktidar zaten onlara da hak vermez gibi bir bakış açısı var. Benim kanaatim, etnik özellikteki sorunlar illa ki demokrasiyle çözümü gerektirmez. Burada güçler dengesi önemlidir. Mesela Güney Sudan diye bir devlet çıktı. Burada Sudan’ın geri kalanı demokrat mıydı? Halbuki başında da Uluslar arası Ceza Mahkemesi tarafından aranan Ömer Beşir gibi bir adam var. Güney Sudan’ın ayrılması, mecbur kaldı da ondan böyle oldu. Dolayısıyla Kürt sorunu etnik karakterli bir sorun olmak özelliği taşıyorsa klasik demokrasi söylemi ve tezleri üzerinden anlamakta kendimizi çok zorlamamamız gereken bir sorundur. Tabii Türkiye’nin demokratikleşmesi genel çabalarıyla yol alması, arzulanacak bir şeydir. Ama kitaba tam olarak uymuyorsa kitabı bir daha açıp okumak lazım ya da basılmamış başka kitaplara bakmak gerekiyor.

Bu noktadan hareketle; AKP iktidarı, Kürtlere ‘Demokrasi talebinden vazgeçerseniz sizin Kürt olmaktan kaynaklanan haklarınızı tanırız’ gibi bir şantajda mı bulunuyor? Yani Kürtler, demokrasi ile Kürt sorunun çözümü arasında bir tercihe mi zorlanıyor?

Doğrudan soruya cevap vermek gerekirse; diyeceğim şu ki devlet diyorsak, burada parantez açıp ‘Tayyip Erdoğan’ deyip parantezi kapatırsak, Kürtlere şunu diyor: ‘Siz inkar ediliyordunuz ama ben inkarı ortadan kaldırdım. Sizden Kürt kardeşlerim diye bahsediyorum. Şimdi okullarda seçmeli Kürtçe dersleri var, üniversitelerde Kürt öğretim-öğrenimi yapılıyor. Bundan 10 yıl, 5 yıl ve hatta 2 yıl öncesine gidin hayal edilemeyecek şeyler yapılıyor. Kim yaptı? Ben yaptım? Dolayısıyla işin şu silah kısmını halledersek daha da iyi şeyler olacak. Ama sonuç olarak, Kürt sorunu dediğiniz şey Kürtlerin inkarıydı ve ben bunu kaldırdım. Size çeşitli haklar da veriyorum. Ama siz kollektif haklar istiyorsanız, statü istiyorsanız, yani yani iktidar paylaşımı istiyorsanız yok o zaman külahları değişiriz.’ Yani Erdoğan, böyle bir şey olmaz, karar verin diyor. Kısacası bireysel haklara evet, kollektif haklara hayır diyor.

HDP, KÜRTLERDEN DAHA FAZLA OY ALMALI

İspanya ve Yunanistan’da sol demokrasi güçlerinin ittifakları halklarda heyecan yaratıyor ve karşılık da buluyor. Dolayısıyla Türkiye’de de HDP böyle bir heyecan yaratabildi mi? Tüm kesimlere hitap etme iddiasıyla barajı geçebilir mi?

Bir kere HDP’nin kurulmasının yarattığı heyecan, HDP’nin kuruluş gerekçesine uygun bir şekilde çok başarılı bir performans ortaya koymadı. HDP, Kürt partisi değil de Türkiye partisi olmak üzere Türk soluna doğru açıldı ve bu heyecan yarattı. Hayır, böyle bir şey olmadı. İddia buydu oysa. Bugün HDP dediğimiz, bildiğimiz BDP yani. Önce HADEP’tir, DEP’tir filan. Şimdi çok şey fark etmedi. Ben soru bana sorulduğu için bence diyerek diyebilirim ki HDP’nin birden bire canlı gözükmesinin iki temel neden var: Bir, Selahattin Demirtaş faktörü. Demirtaş, cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adaylık sürecinde ve sonrasında bir sürü Türk’ün, yani öyle solcu molcu olmayan Türklerin de, ilgisini çekebilecek bir profil çizdi. İki, bu önümüzdeki seçimde iktidar partisi, önceki oy oranlarıyla kazanırsa veya Kürt temsilcisi HDP parlamentoya giremezse Tayyip Erdoğan’ın tek adam yönetiminin altyapısı çok sağlama alınmış olacak. Bunu CHP ile engellemek çok mümkün gözükmüyor. Çünkü CHP’nin iktidar talebi yok. Var diyorsa da buna kimse inanmıyor. O zaman bunu engellemek için geriye ne kalıyor? AKP’nin o sandalye sayısına ulaşmaması için HDP’nin parlamentoya girmesi gerekiyor. Yani CHP’ye oy verebilecek olan kesim bu sefer ‘Şu HDP’ye oy verelim. Çünkü CHP’ye oy vermekle varılacak bir yer yok. HDP’ye oy verirsek engelleyebileceğiz bir şeyler var’ düşüncesinde. Bununla birlikte yapılan hesaplara göre HDP’nin barajı geçmesi zor gözüküyor. Fakat bir yandan da bu dediğimiz sebepler harekete geçecek. Bu sebeple ve diğer dinamikler, özellikle Yunanistan’da Syriza’nın yapacağı çarpan etkisiyle HDP’nin barajı geçebilecek şansının olabileceği düşüncesindeyim. Fakat HDP’nin yapması gereken, Türkiye’de Kürt kimlikli olan insanların seçmen profiline bakıldığında %49’u AKP’ye oy veriyor. %40’ı da HDP’ye oy veriyor. HDP’nin önce bunu değiştirmesi gerekiyor. Yani Kürtlerden daha fazla oy alması lazım.

Kobanê sürecine rağmen mi?

En azından şimdiye kadar ki seçmen kalıpları öyle çıkmıyor. Burada AKP ‘Kürt daha çok bana oy veriyor’ diyerek onları hakir de görüyor. HDP’nin öncelikle bu söylemi iptal etmesi gerekiyor. Tamam Türklere de açılsın, güzel anladık da, ama bir defa Kürt temsilini çok sağlam bir şekilde üstlensin.

Bahsettiğiniz Kürt temsili konusunda bölgedeki diğer Kürt partiler varlık gösterebilirler mi?

Hayır, gösteremezler. O partiler tek başlarına milletvekili üretebilecek, barajın uzağına bile yaklaşabilecek durumda değiller. Ama o partilerle de HDP seçim ittifakına gidebilir. Tek başlarına bir şey değiller ama HDP içinde geniş bir Kürt ittifakının yapıcı bir etkisi olabilir. Ki geçen seçimde Şerafettin Elçi’den Altan Tan’a kadar birçok kişinin listede bulunmasının yapıcı bir yönü vardı. Benzer bir görüntünün bölgede verilmesi gerekiyor.

Biraz daha bireysel sorulara gelirsek; herkes gibi ben de sizin gibi değerli bir aydının hangi partiye oy vereceğini merak ediyorum. Cengiz Çandar bu seçimde oyunu hangi partiye verecek?

(Gülerek) Sence belli değil mi? Hatta besbelli!

Tamam anlaşıldı (Gülüyoruz). Sizinle 2013 Haziranında Mardin’de görüştüğümüzde Kürtçe konuşabiliyordunuz. Şu an Kürtçeyle aranız nasıl?

Kürtçeyle aram çok iyiydi ama ara verdik. Pratik eksikliğim var. Yine de bazen konuşma vesilesi olunca yavaş yavaş açılıyorum. Mesela iki ay önce Neçirvan Barzani ile ayaküstü Kürtçe sohbet ettik. (Gülerek) Hocam oradaydı hocam. Hoca orada olunca Kürtçe konuşmak gerekiyor.

Em Dixwazin peyamên we yên dawî bi kurdî guhdar bikin. Hûn ê ji bo gele Geverê û Kurd çi bibêjin?

(Gülüyor) Bersiva vê pirse ji bo min gelek muşkil e. Ji ber ku min hinekî kurmancî jibîr kir. Ez dikarim bibêjim ku Xwedê bike… ‘Gelecek’ çi ye?

(Gülüyoruz) Pêşeroj

Xwedê bike pêşerojê ji bo hemû gelê kurd û Rojhilata Navîn ji îro baştir bibe. Te fêm kir? (Gülüyor)

Erê erê min baş fêm kir. Ji bo vê hevpeyvînê zor spas dikim keke Cengîz.

i-2-081.jpg

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum