AKP’li AKP’liyi AKP’lilikle suçluyor

AKP’li AKP’liyi AKP’lilikle suçluyor

Yeryüzünün tüm gaddar iktidarları bulundukları yükseklikten düşme korkusuyla sınanır.

İRFAN AKTAN / GAZETE DUVAR

AKP’liler artık Latin Amerika’da bir kelebek kanat çırptığında bile “ülke bekası” perdesi altında kendileriyle ilgili felaket teorileri kurmaya eskisinden çok daha yaygın bir biçimde girişir hale geldi. O yüzden kanat çırpan kelebek ya İngiliz derin devletinin, ya ABD’nin, yahut daha belirsiz uluslararası güçlerin, lobilerin, iç düşmanların, FETÖ’cülerin ve nihayet artık AKP’den ayrılan AKP’lilerin silahı yahut kuklası olarak kodlanıyor.

Bu ve benzeri paranoya gösterileri sadece korku ve panikten değil, aynı zamanda bu işte “para, çok milyon” olduğu için, çıkar savaşından da besleniyor.

Çıkar hiziplerinin iktidara ait medyadaki kalemleri, trolleri hükümetin etkili bakanlarını hedef alırken (Bakınız “Pelikancıların” Adalet Bakanı ile Sanayi ve Ticaret Bakanı’na yönelik mukabeleleri), bakanların tekzip metinleri bile bizzat iktidar medyasında yayınlanmayabiliyor.

Bir süredir birbirlerini FETÖ’cülükle suçlayarak kendi iktidar ve çıkar alanlarını genişletmeye veya en azından muhafaza etmeye çalışan AKP içi hiziplerin, troll ve trolliçelerin, Pelikancıların, akbabaların, hatta akrabaların şimdilerde birbirlerine karşı yeni yaftalar kullanmak zorunda kalmaları da bu vaziyetin dikkat çekici veçhelerinden biri.

Çünkü yakın mesafeleri, farklı çıkar gruplarında yer alsalar da hâlâ aynı parti içinde yer almaları, birkaç ay öncesine kadarki iç içelikleri, birbirlerine karşı FETÖ’cülük yaftasını kullanmalarını giderek zorlaştırıyor.

Ayrıca birbirlerine yönelik suçlamalara bakılırsa, artık FETÖ’cülük yaftası da eskisi kadar tesir uyandırmıyor. Nitekim Adalet Bakanı’nın Pelikancıların kendisine yönelik bu yöndeki operasyonuna mukabelesi ve şimdilik muvaffak olması da bunu kısmen teyit ediyor.

Bu nedenle iktidar cenahında kalan ve kendilerine “AK Partili” diyenler, gidenleri veya kalıp da çıkar alanlarını daraltanları AKP’lilikle suçluyor.

Kendilerine herhangi bir alan kalmadığını görüp AKP’den ayrılanlar da kalan “AK Partilileri” AKP’lilikle suçluyor.

Hasılıkelâm, AKP’liliğin artık AKP’lilerde bile şu veya bu saikle kötü bir yafta olarak kabullenilip kullanıldığı, iktidar partisinin garip dağılışına tanık ettiğimiz tuhaf zamanlar bunlar. Önümüzdeki günlerde bundan daha büyük tuhaflıklar göreceğimiz de açık.

Fakat esas tuhaflık, partisi iç kavgalarla cebelleşen Tayyip Erdoğan’ın alışılmışın dışındaki sükûneti.

Sahi, Erdoğan, kendi bakanlarının, kendi “muhafızları” tarafından hedef gösterilmesini de, “başkaldırıyorum” diyerek ayrılanları da çok az umursuyormuş gibi görünmüyor mu?

Peki Erdoğan, partisindeki dağılmaya rağmen neden bu kadar rahat görünüyor?

Bunun iç ve dış politika bağlamlı birkaç nedeni olabilir.

İçeriden başlayalım: Yarattığı sistem ve oluşturduğu koalisyon dolayısıyla Erdoğan “şahsının temsil ettiği kurumsallığın”, muhtaç olduğu kudreti kendisine yeteri kadar sağladığı düşüncesinde.

Dahası, Erdoğan, MHP ve diğer aparatçıklardan oluşan müttefiklerine sırtını yaslayarak kendi mensuplarınca bile itibarı kalmamış olan AKP’nin yükünden kurtulmak ve şimdiye kadarki bütün sorunları kendi sorumluluk alanından uzaklaştırıp batan partisine yükleyerek sıyrılmak istiyor olabilir.

Ayrıca kendisi, partisindeki dağılmaya karşı “sert tedbirlerin” kopuşları, “başkaldırıları”, hizip çatışmalarını daha da derinleştireceğini hesaplamayacak bir siyasetçi değil.

Bu nedenle, kontrollü bir dağılma süreci işleterek parti içindeki “çürük elmaların” ayrılması, ayrılmayanların da yine kontrollü bir biçimde tasfiye edilmesi için uğraştığı anlaşılıyor.

Kontrol edilmesi zorlaşmış, çok sayıda hizip barındıran, kendi tabanında bile itibarı kalmamış bir parti yerine, o partinin kendisine en sadık çekirdeğindeki bileşenleri muhafaza etmek ve onlar üzerinden ekonomi, yargı ve silahlı kuvvetler başta olmak üzere kritik devlet aygıtlarını elinde bulundurmayı sürdürmek, bunu yaparken de AKP’nin yarattığı her türden enkaz ve yükün sorumluluğundan sıyrılmaya çalışmak Erdoğan açısından mantıksız bir strateji olmayabilir.

Zaten buzdağının görünen kısmı üzerinden yapılacak okumalar bile Erdoğan’nın AKP’nin dağılmasını şu aşamada kendisi ve dar çevresi için bir risk olarak görmediğini anlatıyor.

Bunun tek nedeni partideki dağılmanın önünü alamayacağını bilmesinden, partisinin ülkede yarattığı enkazın sorumluluğundan kurtulmak istemesinden kaynaklanmıyor.

Erdoğan’ın önünde muhtemelen orta ve uzun vadeli birkaç farklı yol haritası da bulunuyor.

Bunların başında da Türkiye’nin belki de kimsenin tahmin etmeyeceği sertlikteki yeni bir savaşa sürüklenmesi olabilir.

Erdoğan’ın 19 Eylül’de Suriye sınırındaki “güvenli bölgenin” hayata geçirilmesi için ABD’ye iki haftalık süre verip, “aksi halde kendi hareket planlarımızı devreye sokacağız” uyarısından hemen sonra bölgedeki 19 ilin sağlık müdürlüklerine “Suriye bölgesine yapılması planlanan sınır dışı askeri harekat” kapsamında resen görevlendirme yazısı gönderildi.

İktidarın bir savaşa hazırlanması, savaş ortamında içeride muhalefeti “ya benden ya düşmandan yana” ikiliğine hapsetmesi, kendisine yönelik tüm tepki ve eleştirileri ertelemeye zorlaması, bu süreçteki militarizmle de farklı tüm sesleri baskılayarak gücünü yeniden toparlamaya çalışması güçlü bir olasılık.

Misalen, iktidara yakın gazetelerden birinin yayın müdürü geçen hafta son derece “iyi tasarlanmış” bir paranoyayla, şu “başlıkta” bir komplo teorisi yazdı:

Fırat’ın doğusuna müdahale
Bir “Türkiye savunması”dır
Tehdit çok büyük ve çok yakın. Harita’nın Türkiye ayağı da var.
CHP, İyi Parti, Saadet ve AK Parti’den ayrılanlar, neden sesiniz çıkmıyor!

“Başlıktan” da anlaşıldığı üzere şahıs, Fırat’ın doğusuna yönelik bir savaşı kaçınılmaz görüyor ve AKP’den ayrılanları da dâhil ederek “bugünkü siyasi ittifak” dediği tüm muhalefeti şu şekilde suçluyor: “Bugünkü siyasi ittifak, o müdahaleyi engellemek için yapıldı. Suriye’deki projenin tamamlanması için dizayn edildi. Yakında çok daha somut örneklerini göreceğiz.”

Bu yazının kişisel bir hezeyanın değil, bizatihi iktidar aklının yansıması olup olmadığını test etmek için çok uzun bir zamana ihtiyaç olmayacak.

Erdoğan’ın ABD’ye tanıdığı iki haftalık zaman hızla tükeniyor. Sınır boyunda savaş hazırlıkları sürüyor.

Yaşanan ekonomik kriz ve ABD’nin itirazlarından hareketle iktidarın Fırat’ın doğusuna savaş açamayacağını söylemek, tarihteki maceraperestlere dair malumat sahibi olmamayı gerektirir.

Öte yandan Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) de Türkiye’nin olası bir savaşını an meselesi olarak gördüğünü biliyoruz.

Bu süreçte Şam’ın da DSG’yi ilk defa “terörist” ilan etmesi ve hedef alacağını açıklaması, Türkiye’nin Esad’a yönelik yumuşama gösteren dili, İran ve Rusya’yla Suriye bağlamında devam eden sıcak münasebetleri gelmekte olanın habercisi niteliğinde.

Suudi Aramco petrol tesislerine düzenlenen saldırı sonrası Trump’ın İran’a yönelik tehditleri, bölgedeki ateşin daha da harlanacağını ve ABD’nin de bu süreçte Türkiye’yi İran-Rusya ikilisine “kaptırmak” istemeyeceği için bazı “taleplerini” karşılayabileceğini dış ilişkiler uzmanları ezberden biliyor.

Dolayısıyla iktidar, partisindeki bölünmeyi de, karşısında güçlenen muhalefetin tesirini de Fırat’ın doğusuna yönelik bir savaşta hükümsüz bırakmaya yönelirse, şaşırmamak lazım. Partisi dağılırken Erdoğan’ın rahatlığı bu tasarımdan mı kaynaklanıyor, bilemeyiz.

Bu arada, bilindiği gibi Erdoğan geçtiğimiz günlerde TEKNOFEST İstanbul’da ilk kez sergilenen BMC’nin pikap aracını inceledi ve sürücü koltuğuna geçti. Erdoğan’ın direksiyonu sürekli sola doğru çevirmesine rağmen aracın yön değiştirmemesi izleyenlerin dikkatinden kaçmadı.

Fakat Türkiye ve Ortadoğu’da direksiyon hamlelerinin aynı şekilde aracın yönünü değiştirmeye muktedir olup olmayacağını görmek için uzun süre beklemeye gerek kalmayacak.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.