Adaklı: Türkiye'de habercilik mesleki kurallara bağlılıkla tanımlanan iş olmadı

Adaklı: Türkiye'de habercilik mesleki kurallara bağlılıkla tanımlanan iş olmadı

Doç. Dr. Gülseren Adaklı, "AKP döneminde medya, toplumsal denetimin önemli bir ayağı haline geldi. AKP'yle organik bağı olanların yegâne amacı, bu iktidar yapısını geliştirip güçlendirmek, ona karşı her türlü muhalif sesi, başta Kürt özgürlük hareketinin

ANKARA - "Türkiye'de habercilik bana göre hiçbir zaman, olgulara saygıyı temel alan, mesleki kurallara bağlılıkla tanımlanan bir iş olmadı" diyen Doç. Dr. Gülseren Adaklı, "AKP döneminde medya, toplumsal denetimin önemli bir ayağı haline geldi. AKP'yle organik bağı olanların yegâne amacı, bu iktidar yapısını geliştirip güçlendirmek, ona karşı her türlü muhalif sesi, başta Kürt özgürlük hareketinin sesini kısmak, bastırmak, karalamak oldu" diye belirtti. 

Türkiye'de ve dünyada anaakım medya her dönem egemenlerin sesi olarak işlev gördü. Dünyadaki anaakım medya bu durumunu bir şekilde gizleyerek, objektifliğini bir nebze de olsa koruyarak "egemenin sesi olma" işlevini yerine getirirken, Türkiye'deki anaakım medya ise, özellikle AKP döneminde kendisini gizlemeden bu işlevini açık şekilde yerine getirdi ve getiriyor. AKP döneminde "yandaş medya", "candaş medya" kavramları kullanılmaya başlarken, Kürt basını başta olmak üzere sol ve muhalif basın üzerinde baskı, tutuklama ve gözaltılar uygulandı. Anaakım medya içerisinde ise, AKP'ye muhalif gazeteciler işlerinden oldu, AKP karşıtı yayın yapan medya kuruluşları ekonomik yaptırımlarla köşeye sıkıştırıldı. Genel hatlarıyla bu şekilde özetlenebilecek Türkiye'deki medyanın durumunu, AKP'nin basına yönelik politikalarını, alternatif basının açmazlarını ve yapılması gerekenleri, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde "Türkiye'de Medya Politikaları", "Medyanın Ekonomi Politiği" ve "Medya Çalışmaları" derslerini veren Doç. Dr. Gülseren Adaklı ile konuştuk. "Türkiye'de habercilik bana göre hiçbir zaman, olgulara saygıyı temel alan, mesleki kurallara bağlılıkla tanımlanan bir iş olmadı" diyen Adaklı, sorularımıza şu yanıtları verdi. 

* Türkiye'de özellikle anaakım medyaya yönelik tek tipleştiği üzerinden ciddi eleştiriler var. Bu çerçevede bakıldığında Türkiye'de haberciliğin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Türkiye'de habercilik bana göre hiçbir zaman, olgulara saygıyı temel alan, mesleki kurallara bağlılıkla tanımlanan bir iş olmadı. Olgulara saygıyı olgu fetişizmi, mesleki kurallara bağlılığı ise karı esas alan bir apolitizm olarak düşünmemiz de mümkün ve eleştirel iletişimciler, batıda kabaca 19. yüzyıl ortalarında politik haberciliğin "ölümünü ilan" eden kitle gazeteciliğini, kapitalist koşullara uyumun bir parçası olarak görürler. Aradan geçen zamanda çok şey değişti, 21. Yüzyılda gazeteciliği/haberciliği salt bir olgu fetişizmi ya da "tarafsızlık" iddiasıyla meşrulaştırılan bir apolitizm olarak göremeyiz. Şu an hepimiz olgular hakkında yeterli derinlikte, doğru bilgiye şiddetle ihtiyaç duyuyoruz ve bunun açlığını çekiyoruz. Kamusal alanda hangi gelişmelerin yaşandığını enikonu bilmeksizin doğru politik adım atamayız ve çoğu kez bizden gizlenenler yüzünden atamıyoruz da. Şu an dünyada da Türkiye'de de bağımlı sınıfları, insan özgürleşmesi için mücadele edenleri olabildiğince son derece çirkin oldukları zamanla ortaya çıkan gerçeklerden, olgulardan, enformasyondan uzak tutabilmek için milyarlar harcanıyor. En son ABD Ulusal Güvenlik Ajansı'ndan sızan ve hala da sızmaya devam eden "çok gizli" belgeler, dünyanın değişik yerlerindeki halklara, kadınlara, çocuklara reva görülen cehennemleri bir bir orta yere döküyor. Ama bu dökülme doğrudan gazeteler, haber ajansları, televizyonlar tarafından gerçekleştirilmiyor. Ne yazık ki, çok sınırlı sayıda yayın organı, yine çok sınırlı sayıda emekçinin görebileceği şekilde bu rezaletleri yaymaya çalışıyor. Türkiye'de olay daha da beter bir hal almış durumda, zira burada hiçbir zaman haberciliği kamusal bir görev olarak gören, meslek onuruna sahip çıkan, okuyucuya, izleyiciye saygı duyan ve gazeteciliğin altın kurallarına uyan bir gazetecilik gelenek haline gelememiştir. 

* Anaakım medya her dönem iktidar ile iç içe olmuştur. AKP iktidarı döneminde ise, anaakım medya içerisinde yer alan muhalif ya da eleştirel bakan gazeteciler baskı altına alınmış ve çoğu işini kaybetmiştir. AKP iktidarı döneminde medyada yaşanan dönüşüm nasıl açıklanabilir?

Neoliberalizm, hayatın her alanını kuşatan bir yeni barbarlık süreci ve bunun belli aşamaları oldu, dünyada da Türkiye'de de. AKP iktidarı bu sürecin son aşamasını temsil ediyor. Bu aşamada, kendinden önce döşenen taşların üzerine basarak iktidar olan ve adeta sosyal devleti fetheden bu iktidar, tabiri caizse basını da fethetti. AKP'nin ayırt edici yönü, o güne kadar olmayan ya da başarısız denemelerin yaşandığı bir alanda, medya sektöründe doğrudan sahiplik sistemini hayata geçirmesi oldu. Medya bu dönemde, toplumsal denetimin önemli bir ayağı haline geldi. AKP'yle organik bağı olanların yegane amacı, bu iktidar yapısını geliştirip güçlendirmek, ona karşı her türlü muhalif sesi, başta Kürt özgürlük hareketinin sesini kısmak, bastırmak, karalamak oldu. Diğer yandan, kendisiyle doğrudan ilişki içinde olmayan ve belli ölçüde tehdit içeren Doğan, Çukurova gibi grupların iktisadi olarak ölümleri demek olan operasyonlarla, bunları karınlarından yakaladı. 

'Manipülatif habercilik Türkiye'de kurala dönüştü' 

* Türkiye'de mevcut durum içerisinde bakarsak gazeteciliğin olmazsa olmazı olan nesnellik, tarafsızlık gibi gazeteciliğin evrensel etik ilkeleri nerede duruyor?

Bu dediklerin batılı demokrasilerde 100 yılı aşan bir geleneğin ürünleri. Türkiye'de bu geleneği takip edeceğini defaatle söyleyen, kamuya gürültülü kampanyalarla duyuran yayın organları dahil, hiçbirinin mesleki etiğe uygun hareket ettiğini söyleyemeyiz. Misal, 5N1K (Ne, Nerede, Ne zaman, Nasıl, Niçin, Kim) kuralı oldukça basittir ve dünyanın iyi habercileri için birinci dereceden norm sayılır. Türkiye'de "Medya Politikaları" dersimde geçen dönem öğrencilere bir ödev verdim. Her öğrenci bir gazetenin belli bir sayfasını seçip, ardışık 15 gün boyunca o sayfada yer alan tüm haberlerin bu norma uyup uymadıklarına bakacak ve bunu yorumlayacaklardı. İnceledikleri hiçbir gazetede bu sorulara tam olarak yanıt veren bir tane bile haber bulamadılar; hatta eğer 3N1K ya da sadece 3N bile başarılı haberler arasında yer alabildi! Düpedüz "taraflı" ya da manipülatif habercilik bugün Türkiye'de bir kurala dönüştü…

* Anaakım medyada tek tipleşmenin yanı sıra sansasyonel habercilik revaçta. "Son Dakika, Flahş" diye verilen birçok haber sonrasında boş çıkıyor. Bu durum sıklıkla yaşanmasına rağmen anaakım meydanın kendisini sorgular bir pozisyonu görülmüyor. "Ne yazdığım değil ne kadar okunduğum" anlayışıyla mı habercilik yapılıyor?

Aslında "ne kadar okunduğum" bile değil belki de. Klasik bir işlevin içini boşaltıp, o işlev hala devam ediyormuş gibi yapmak da bir çözüm olabiliyor bugün medyamızda. Neye çözüm? Mevcut siyasi ortamda hakikaten gazetecilik yapmanın ne bir anlamı ne de kolay bir yolu kalmamış gibi görünüyor. Düşünün, geçenlerde ünlü bir sunucu, görece büyük bir medya şirketini satın aldı ve haber birimindeki herkesi işten çıkararak, bu birimi lağvetti. Tematik olmayan bir televizyon kanalından haber bültenlerini çıkarmak, AKP döneminde haberciliğin nasıl dönüştüğünü anlamak açısından çok ilginç bir girişim bana göre. İnsanların dünyada ve memlekette olan bitene ilgisi azaldı mı? Hiç sanmıyorum. Türkiye'de insanlar hala çevrelerinde olan bitenle, göreli olarak çok ilgililer. Ama onların ilgilerini doyurmak, sağlıklı bir iletişim ortamı yaratmak, bu medyanın en son düşüneceği şey haline geldi bence. O yüzden de genel bir kanalda haber bülteni olmayacak, olanlarda da suya sabuna dokunulmayıp, sadece merak uyandıran ama sadece tüketimci bir mantıkla hazırlanan sansasyonel habercilik tarzı, en banal haliyle arz ı endam eyleyecek. 

Sansasyonalizm Türk basınının icat ettiği bir şey değil, profesyonelliğin gelişkin olduğu Batı medyasında tarihi çok eski, en azından şu "Yurttaş Kane"in (William Randolph Hearst) zamanından beri batı basınında, dünyanın en çok satan gazetelerinde sıkça rastlanan bir karakteristik. Ama dünyanın hala hukuk devleti sıfatını yitirmemiş, etik gazeteciliğin güçlü bir kamusal tartışma kaynağı olduğu yerlerinde editörler, haberciler, gazete yöneticileri üretimlerini içi boş, kandırmaca başlıklara dayandırmazlar. Türkiye'de ise habercilik, özellikle sosyal medyanın hızla yayılması da hesaba katıldığında haber kurgulamak bir yana, şaşırtıcı büyük fotoğraflar eşliğinde ilginç başlık atmaktan ibaret hale geliyor. Her şeyin, en acı ölümlerin, yıkımların gelgeç hale geldiği, katliamların hesabının verilmediği, kültürün televizyonun uyuşturan dünyası etrafında şekillendiği bir ülkede bu başlıklar hiç de masum değil.

* Türkiye'de anaakım medyanın yanı sıra alternatif medya da iyi bir sınav veremiyor. Alternatif medyanın içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Sosyal olgular bir bütün. Alternatif medya çok da dikkat etmeksizin anaakım medyayı örnek alıyor, gerçekten alternatif bir politika olmaksızın alternatif medya da olanaklı olmuyor. Biri diğerini her zaman önceler demiyorum, ama iyi habercilik, politik bir ufuk gerektiriyor, tarih bunun örnekleriyle dolu. Ama elbette bugün medya dediğimiz şey, dev bir endüstri. Türkiye'de medya piyasası oldukça sığ olmasına rağmen, küçük ve muhalif girişimlere karşı hem iktisadi hem de siyasi bariyerlerle dolu. Büyük sermayenin iktisadi olanakları ve sosyal sermayesi ile yarışabilmek, devletin açık ve örtük, zorba denetimi ile baş etmek çok güç. 

'Hakim medyanın normalleştirdiği davranışlardan kaçınmalı' 

* Alternatif medyanın eksiklikleri nelerdir ve bu durumu içinde bulunduğu yapısal sorunlara karşın neler yaparak aşabilir? 

Hepimiz biliyoruz, alternatif dediğimiz girişimler bir türlü büyüyemiyor. Ve ne yazık ki sorunları tespit etmek konusunda biraz benmerkezci davranıyor, sınırlı eleştirilere bile tahammül gösteremiyor, tam tersine bunları küçümseyebiliyor. Yani, büyük sermayenin kuşatması altındaki bir alanda nesnel koşullar zaten yeterince alternatife set çekiyor. Ama işin öznel yanına gelince de, durum parlak değil. Çünkü büyük sermayenin iktisadi gücünü, yaygın üretim ve dağıtım ağlarını, devlet müdahalesinin türlü çeşidini veri alarak alternatif habercilik ya da programcılık yapmanız gerek ve elinizde bu tür güçler ya da avantajlar yoksa, işiniz sosyal ve kültürel sermayeye kalıyor. Bu ise kabaca okur/izleyici/kullanıcı grupları ve entelektüel çaba anlamına gelir. Politik bir faaliyet olarak okuru işin içine katmanız gerekir, onun eleştirilerinden, mümkünse üretimlerinden yararlanmanız, onları "onlar" olmaktan çıkarmanız, yani siyasetin ve gazeteciliğin nesnesi değil öznesi yapmanız gerekir. Entelektüel kapasitenizi geliştirecek şekilde bir iç eğitim, yaratıcı ve alışılmadık biçemlere açık olabilmek, özeleştiriyi asla elden bırakmamak herhalde alternatif üretmek için temel olsa gerek. Bence alternatif olmaya çalışan kesimler, en başta, amaçlarını ve hedeflerini, hatta hangi kitleye daha fazla seslenmek istediklerini açık seçik belirlemek zorundadır. İkincisi, hakim medyanın normalleştirdiği birtakım davranışlardan kaçınmalıdır. Hep söylüyorum, inanılmaz ölçüde fazla "köşe yazarı" Türk medyasına özgü bir tuhaflıktır. Ciddi basında böyle bir şeye rastlamazsınız. Düzenli yazarları olabilir, ama onlar da belirli bir konuda tasarruflu biçimde enformasyon içeren, verileri yorumlayan yazılar yazarlar, o gün canları neyi çekiyorsa onu değil ya da alternatif medyada çok sık rastladığımız üzere, "AKP'nin ne kadar korkunç bir iktidar olduğunu" anlatıp durmazlar. AKP gerçekten korkunç bir iktidar, ama habercilik, bu korkunçluğun, hayatın çoğu kez görünmeyen alanlarındaki karşılıklarını somut verilerle, güvenilir, ikna edici biçimde ortaya koyma işidir. En son saydığımda durum şöyleydi: Birgün'de 78, Evrensel'de 67, son "transferlerle" Özgür Gündem'de 50 küsur köşe yazarı… Hakim medyanın işine geliyor, köşe yazarı kendisine bağladığı okur kitlesi ile tiraj arttırıyor ama asıl önemlisi, haberle yapamadığını köşe yazısı ile yapıyor: Manipülasyon. Alternatif/sol gazetelerin köşe yazarı sevdası biraz daha farklı bir nedene dayanmakla birlikte özünde onlar da bu geleneği olduğu gibi devralıyor ve gazeteyi asıl işlevinden koparıp, okura nasıl düşüneceğini söyleyen akil insanlara teslim ediyor. Kısacası, günlük gazetede haberi ikame edecek bir şey olamaz, olmamalıdır. 

'Denetimimizde olmadığını yeterince kavrayamadığımızı düşünüyorum' 

* Dünyada son yıllarda "sosyal medya" haberciliği de gelişiyor. Türkiye'de sosyal medyanın kullanımı yeterli mi? Eğer yetersizlikleri varsa bunun doğru kullanımı nasıl olabilir? 

Sosyal medyanın habercilik açısından kullanımı hakkında konuşmak için biraz erken bence, özellikle Türkiye'de, çünkü somut verilere ulaşmak çok zor. Üzerine çokça kelam ediliyor ama hâlihazırda yaygın alan araştırmalarına rastlamıyoruz sosyal medyanın kullanımına ilişkin. Bu mecraları en iyi kullananlar sanırım yine büyük medya yatırımları olanlar, yani sosyal medya için büyük paralar harcamaya hazır arz cephesi. Talep cephesinde, yani bizde çok anlamlı bir büyüklük ve nitelik olduğunu sanmıyorum. Ama kişisel gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, sosyal medyada bilgi paylaşmaya çalışırken solcular, muhalifler büyük yanlışlar yapabiliyor. Sıradan bir kullanıcının profesyonel gazetecilik yapmasını bekleyemeyiz belki, ama kendisine ulaşan önemli bir bilgiyi kontrol etmeksizin takipçilerine dağıtmaması gerektiğini bilmesini bekleyebiliriz. Özellikle Gezi sürecinde ve diğer sosyal olaylarda sosyal medya oldukça hızlı ve etkin kullanıldı ama bu ortamların tamamen bizim denetimimizde olmadığını yeterince kavrayamadığımızı düşünüyorum. Türkiye'nin her yerinde alternatif habercilik atölyeleri kuruluyor, mevcutları dönüştürmenin ya da yepyeni alternatifler oluşturmanın yolları aranıyor. Şahsen ben, hakim medyaya olan zayıf da olsa güveni yerle bir eden Gezi sürecinin bazı kilitleri kırdığını ve araçların sahiplerinin kimler olduğunu unutmadan, ona değil kendimize çalışmanın yollarını bulacağımızı düşünüyorum. 

İBRAHİM ASLAN - DİHA 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.