İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Zaferimi varsın güneş de görsün

Zaferimi varsın güneş de görsün

İ.Ö. 7.y.y. sonlarına doğru MED-LİDYA döneminde başlatılan doğu batı imparatorluk savaşları, daha sonra yerini Antik Yunan-Pers çekişmesine bıraktı.

İ.Ö.4.y.y.’ın ikinci yarısında batının gücü olarak zayıflayan Yunan boşluğunu Makedonya’lı İskender doldurdu. Genç Kral; tarihin, doğudaki düşmanı Pers’lerle hesaplaşma görevinin kendisine verildiğine inanıyordu. Çağın bilgelerinden Aristotales’ten eğitim almıştı. Milattan önce 333 yılında Asya seferine çıkan İskender; Anadolu, Suriye ve Mısır’ı işgal ettikten sonra uygarlığın beşiği Mezopotamya topraklarına girdi. Pers tahtında III. Dara oturuyordu. İskender ile Persler arasında yapılan savaş, bugün Güney Kürdistan Federe Devleti’nin başkenti olan Hewler’in (Erbil) kurulduğu ovada gerçekleşti. Kürt coğrafyası böylece büyük güçlerin çatışma alanı olmanın ilk halkasını oluşturacaktı. Sayıca üstün olmasına rağmen, bir iç ihanet sonucu Pers ordusu yenildi. Kral Dara da kendi ihanetçilerinin saldırısına uğrayarak yaşamını yitirdi. Makedonya Kralı İskender artık sadece batının değil, doğunun da fatihiydi.

Bugünkü Bağdat kentinin 160 km. güney batısında bulunan; kulesi, asma bahçeleri, saray ve heykeller gibi dünya harikalarını bağrında bulunduran rüyalar kenti BABİL’i ikinci başkent ilan etti:  Doğu-Batı toplumlarını kaynaştırma bahanesi ile tam bir kültür katliamı gerçekleştirdi. Güney’li Sami boyları tarafından “verimli hilal” olarak tanımlanan Mezopotamya, tarihin en önemli tahribatlarından birine sahne oldu. Yerlilerinin desteği ile Zagros’ları aşarak İran platosuna girdi. Pers’lerin yönetim merkezi Persepolis’in ihtişamlı sarayları ile birlikte; ilk çağın 4 büyük ahlakçılarından bilge Zerdüşt’ün 12 bin öküz derisi üzerine yazılmış öğretilerini kapsayan kutsal kitap Zend-Avesta’nın iki orijinal nüshasından birini; askerlerinin alaylı bakışları arasında törenle yaktırdı.

Efendiliği da, köleliği de savaşlar belirliyordu. İ.Ö.480 yılında ölen ve kral soyundan olduğu söylenen HERAKLİT:

 "Savaş her şeyin anasıdır, dünyanın

hükümdarı kavgadır. Kavga kimini insan! Kimini

hür yapar, kimini köle" diyordu.

Büyük İskender

Doğu- Batı egemenlik sistemleri bu görüşü temel bir felsefe olarak benimsediler. Savaş kimilerini efendi, kimilerini de gerçekten köle yapıyordu. İskender’in ordusunda nakliye eri olarak savaşa katılan, meydan savaşında bacağından mızrakla yaralanan Symmochos’un Atina’nın yakınındaki Megara kentinde yaşayan annesi Agoriste’ye gönderdiği mektubun bazı bölümlerini, Yüksekova haber gazetesinin okuyucuları ile paylaşmak istiyorum.

Mektupta, iktidar ve ganimet hırsı; savaşın vahşeti ve acımasızlığı, barışın erdemini,  tarihin bütün dönemlerinde savaş yakıtı olarak kullanılan gencecik çocuklara dayatılan kahramanlık ve macera öyküleri ile ilgili uyarıları bulacaksınız. Ayrıca günümüzün modern ordularında görev alan savaşçıların gösteremediği centilmenliğe, açık yürekli ve cesur bir anlatıma tanık olacaksınız.

"Anacığım, sakın küçük kardeşim Agathon’a askerlik hevesi aşılama, benim izimden yürümeye kalkışmasın. Davulun sesi uzaktan hoş geliyor, macera ve kahramanlık hikayeleri adamın başını döndürüyor, ama çektiğimizi bir biz biliriz, bir de tanrılar bilir. Her kahramanlık menkıbesinin ardında ne kadar acı, ne kadar göz yaşı ve ne kadar kan saklıdır, kimse ondan söz etmez. Bizler bile onları pek tez unutuyoruz. Ben şimdi ızdırap döşeğinde uzun uzun yatıyorum da olup bitenler hep gözümün önünde canlanıyor. Pek çok şehir ele geçirdik, şimdi adlarını bile hatırlamıyorum. Fakat biz ağırlık erlerinin sırtımızda Fenike erguvanı, parmaklarımızda mücevher yüzüklerle dolaştığımız günler çok oldu. Barışın pahası da bizi sevindirecek kadar yüksekti, daha doğrusu biz öyle sandık. Bizim gibi düşündüğü anlaşılan General Parmenio Kral’a :

"Ben İskender olsam teklifi kabul ederdim"

deyince, O, ne cevap verirse beğenirsin ?

"Parmenio olsam ben de ederdim!" demiş.

 Bu nükteye bol bol gülündü, barış teklifine aldırış eden olmadı.

Haydi yeniden yollara düş. Haftalarca böyle yürüyüp gittikçe daha güçleşen dağlık bölgeleri aştıktan sonra nihayet Asur’luların yurduna, Fırat kıyılarına, en sonunda ünlü Dicle ırmağına ulaştık. Gördüğümüz harikaları anlatmayacağım, pek uzun kaçar, fakat şuncağız diyeyim ki bizden önceki hiçbir kuşak yeryüzünden bu kadar çok şey görmemişti. GOGAMELA üzerine vadi boyu inerken Dicle’nin öbür kıyısında öyle bir ordu gördük ki benzeri dünyada bulunmaz. General Perdikkap ile General Parmenio bu üstün düşman kuvvetlerine gece baskın yapmayı teklif etmişler. İskender demiş ki:

"Fars devletini ben çalacak değilim ki! ZAFERİMİ VARSIN GÜNEŞ TE GÖRSÜN" ve geceyi çocuk gibi mışıl mışıl uyuyarak geçirmiş.

Anacığım, kardeşim, bizim çelikten phaklanks kıtalarımızın düşman saflarına doğru atılışının insanda yarattığı duygu ve heyecanları ne ben anlatabilirim ne de siz tasavvur edebilirsiniz.

İlk çarpışmanın göğe çıkan gürültüsü yükselen toz bulutları arasında gelen at kişnemeleri, vuruşan insanların haykırışları, çarpışan kılıçların şakırtıları bütün duygularımızı zapt etmiş iken süvari birliklerinin nal sesleri yeri gümbürdetti.

DARİUS’un savaş arabası takımının kendisine doğru geldiğini gören İskender dayanamayıp at sürdü, kızgın savaş meydanına daldı. Bir de baktım, ortalık birbirine karıştı, at ve insan gövdeleri yumruklar gibi birbirine sarıldı. Biz nakliyeciler kısa mızraklarımız elimizde, toplu ağırlık arabalarının yanında nöbet bekliyor ve kıyameti uzaktan seyrediyorduk. Fars ordusunun birden bire ikiye bölündüğünü ve delice bir kaçışma başladığını gördük. Bunu görür de kim dayanır ?  Yerimizde sıçrayıp dururken birer ikişer ileri fırlamayı, ölenlerin teçhizatını soymaya koyulduk.

Derken … Ansızın bir zırhlı süvari kıtasının üstüme geldiğini gördüm. Kendimi toplamaya vakit kalmadan bu hergelelerden biri mızrağını bacağıma sapladı. Yine talihim varmış ki bir arkadaş yaramı sarıp beni bu eve taşıdı da ölümden kurtuldum, şimdi bu mektubu sana yazabiliyorum. Yara çok geçmeden kangrene çevirdiği için cerrah Kıtesias kemiği testere ile kesip attı. Ama canım pek acımadı, çünkü bu kasaplıktan önce bana bolca haşhaş suyu içirip yarı uyuttular. Şu sırada bir Fars köyü olan Gogemela’da bir barbarın evinde hasta yatıyorum. Ama doğrusu bir hellen askerine yakışacak şekilde iyi bakılıyorum. Ama ameliyattan sonraki günlerin, haftaların azabını ne siz sorun ne de ben anlatayım. Mübarek ellerini öper, yakında kavuşmamızı tanrılardan dilerim."

Bu mektubun, doğumu milat olarak kabul edilen Hiristiyanların peygamberi İsa Mesih dünyaya gelmeden 333 yıl önce kaleme alınmış olması önemli ve anlamlıdır. Atina’lı asker Symmachos’un annesine “sakın küçük kardeşim Agathon’a askerlik hevesi aşılama, benim izimden yürümeye kalkışmasın, her kahramanlık menkıbesinin ardında ne kadar acı, ne kadar göz yaşı ve ne kadar kan saklıdır kimse ondan söz etmez” uyarısı günümüzde de “vatan millet” adına savaş çığırtkanlığı yapanlara önemli mesaj niteliğindedir. Savaşların temelinde yatan ganimet elde etme duygusunu ifade eden "biz ağırlık erlerinin sırtımızda Fenike erguvanı, parmaklarımızda mücevher yüzüklerle dolaştığımız günler çok oldu" sözleri, talanın boyutunu anlatması bakımından düşündürücüdür.

General Parmenion’u "ben İskender olsam barış teklifini hemen kabul ederdim” ifadesi ciddiye alınmamış olsa bile; tarihin bütün dönemlerinde barış yanlılarının olduğuna tanıklık ediyor. Sıradan bir nakliye eri olan bu Hellen askeri de umut ve sevinçle beklediği barışı; "barışın pahası da bizi sevindirecek kadar yüksekti" duyguları ile seslendiriyor. Barışın savaştan daha pahallı olduğuna vurgu yapıyor.

Coğrafyaları, dilleri, dinleri, kültürleri çok farklı olan işgalci bir ordunun yaralı askerine Media’lı veya Persli bir ailenin gösterdiği konukseverlik ayrıca övgüye değer bir davranıştır. Yaşadığımız asırda yaralı olarak ele geçen Kürtlere yapılan olağan üstü işkence yöntemleri, uygulanan infaz biçimleri, ilkçağ insanı karşısında 21. y.y. insanının utancını fazlasıyla yansıtıyor. İskender’in “fars devletini ben çalacak değilim ki! Zaferimi varsın güneş te görsün", yine günümüz yönetimlerinin hileye dayalı politik oyunlarının tersine, ilkçağ egemenlerinin mertliğini, açıksözlülüğünü yansıtıyor.

En önemlisi coğrafyamızda Kürt halkına karşı yıllardır sürdürülen kirli savaşta yer alan bir savaşçının, savaşın “macera ve kahramanlık hikayeleri ile” beslendiğini dile getirmekten kaçınmasıdır. Sanki yaşadığımız süreçte Ortadoğu diktatörlerinin yasalarla yarattığı korku, yaklaşık 24 asır önce yaşamış Kral İskender’in buyruklarından daha katı ve korkutucudur. Böyle bir mektubu 1988 yılında Enfal saldırısına katılan bir arap askeri kaleme alsa idi, derhal kurşuna dizilirdi. Türkiye de Kürtlere karşı sürdürülen savaşa karşı olup, barışı kendi aralarında seslendirmeye çalışan albaylar, generaller öldürüldü.

Önerisi ciddiye alınmayan General Parmenio kadar barışı seslendirme cesaretini gösteren komutanlar tarihe karışmış. Asya-Avrupa fatihi olma ünvanını kazanan Makedonya’lı İskender’in hükümdarlığı birkaç yıl sürdü. Kimi tarihçilere göre krallığındaki dirayeti kadar savaşkanlığıyla da öne çıkan İskender; bir sivrisineğin ısırması ile yaşamını yitirmişti. Komutanları tarafından paylaşılan imparatorluğu da 100 yılını dolduramadan, batı da kurulan Roma ile doğuda tarih sahnesine çıkan Part’lar tarafından ortadan kaldırıldı. İnsanlık barışına katkıları ise tarihte hiç konuşulmadı.

Büyük İskender, Ankara Polatlı’nın 29 km. kuzeybatısında bulunan Frigya Krallığının başkenti Gordion’da bir tapınağın sütununa bağlanan meşhur Gordion kör düğümü, aklın yolu ile değil, kılıcının darbesi ile çözmüştü. Sorun gördüklerini kılıç zoru ile aşmaya çalışmasının cezasını tarih baba kendisine pahallıya ödetmişti.  

Büyük insanlar barışı gerçekleştirenlerdir. Çünkü en büyük erdem barıştır…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi