İbrahim Genç

İbrahim Genç

Yalnızlaştırma oyunu

Yalnızlaştırma oyunu

Yalnızlaştıramadıklarımızdan mısınız?

Bu toprakların geçmişine baktığımızda nice uygarlıkların, renklerin, dillerin bir arada yaşamayı başarabildikleri apaçık ortadadır. Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın bereketli kadim toprağı binlerce yıl farklı halkları bir yatağın sıcaklığında taşımış. Yakın geçmişe ait tarih de bize bunu anlatıyor.

Öyle ki bu konuda babam dedemden dinlediklerini hep bana anlatır uzun uzun. Dedemlerin yaşadıkları köyde Kürtler ve Ermeniler bir arada yaşarlarmış. Herkes kendi dili, dini ile birbirini kabul edermiş ve bu hiçbir zaman problem olmazmış. Bir arada kendi değerleriyle yaşamanın güzel bir fotoğrafı varmış. Tabi gel zaman git zaman bir şeyler oldu. Birileri öyle bir zehir akıttı ki toplumlara, insanlar canciğer oldukları kişileri kesmekten geri durmadı.

Savaşın kirli fotoğrafını görmeyenlerin, çocukların ve kadınların başlarına gelenleri bilmeyenlerin bir şeyleri anlaması tabi ki çok zor. Savaş ki en uygar-çağdaş toplumları bile bir cani-vahşiye çevirebilir. Dedim ya, savaş psikolojisi içinde insanlar komşularını keser duruma geldiler geçmişte. Bununla ilgili onlarca hikaye dinledim yaşlı Kürt dedelerinden. Dünyanın her yerinde bu böyledir! 

Geçenlerde bir yazısında Nazım Alpman da ’90’lı yıllarda Balkanlar’da  savaşta sakat kalan bir kadının komşusunun silahla evinin içinde olduğunu gördüğünü anlattıktan sonra kadının şu sözlerine yer veriyordu: “Komşu evlerde doğup büyümüştük, hatta artık yaşlanmaya bile başlamıştık. Elinde av tüfeği vardı, gelinime tecavüz etmeye yelteniyordu. Bağırarak, ne yapıyorsun sen dedim. Bir an durdu, sonra bana ateş etti, ardından da kaçıp gitti. Ne yaptığını bilmez haldeydi.”

Bugün de gelinen süreçte geçmişte toplumları birbirine düşüren zihniyetin artıklarının yaptıklarını ya da yapmayı amaçladıkları şeyleri görerek hayretler içine giriyoruz. Belli ki toplumları birbirinden uzaklaştırma, hatta birbirine düşman etme süreci daha bitmemiş. Kronolojik olarak baktığımızda önce kendi içimizdeki gayrımüslimleri kovduk-sürdük. Bunun en ağır bedelini de Ermeniler çekti. Kendi topraklarından çöllere-ölüme sürüldüler. Zamanla bu “kovma-sürme” anlayışımız değişti ve bu sefer de Kürtleri dışladık. Kovmak-sürmek istedik ama bu halk kendi toprağında direndi ve şimdi bakıyoruz ki hâlâ direniyor.

Tabi bütün bunlar bir “Yalnızlaştırma” politikasının ürünüydü. Amaç, herkesin belli bir sınıra çekilmesi ve “Bana benzemeyenin yanımda yeri de yoktur.” düşüncesinin yerleştirilmesiydi. Baksanıza, son aylarda belgeler çıkıyor. Her an “demokratik, sosyal, hukuk devleti” demeye bayıldığımız ülkemizde bu şeylerin çıkmasıyla şok oluyoruz. Çünkü bizi inandırdıkları şeylerin çoğunun palavra olduğunu görüyoruz. Ve en son başka bir “yalnızlaştırma” belgesi çıktı: Kafes planı. Buna da baktığımızda amaç, farklılıklarımızın sindirilmesi ve toplumdan koparılması. Ki zaten adamlar başardılar da. Batı’da öyle bir algılama yarattılar ki sosyal-demokrat İzmir’e bile “Kürtler dışarı” dedirtebildiler.

Zaten halkaların birbirinden uzaklaşması ve hatta birbirine düşman olması için bu çeteler çalışırken birileri de olumlu gelişmelere engel olmaya çalışıyor. Kendilerince çabalarla Ergenekon soruşturmasında eksen kaydırmak dertlerindeler. Oysa binlerce sayfalık iddianame, JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan'ın söyledikleri, hapishane penceresinden 'Devlet bana onu öldürttü' gibi korkunç çığlıklar televizyonlarda yükselirken ve Doğu ile Güneydoğu’da Kürt aydın ve iş adamlarına yönelik nice faili meçhul cinayet dururken bu kesimler, belki de meselenin vatan olmasının her şeyi mübah kıldığı anlayışıyla bu davanın cılkı çıksın diye ısrarla çalışıyorlar. Bunu anlamak çok güç! Yoksa birileri bu davanın mağdurların vicdanını(mağdur Türkiye) rahatlatacak şekilde sonlandırılmasıyla ülkemizde Türk-Kürt halkının yakınlaşacak olmasından mı korkuyor?

Bugün özellikle yaygın ulusal medyanın etik olmayan anlayışı, Türk ve Kürtlerin birbirilerini anlamasını zorlaştırmıyor mu? Doğu ve Güneydoğu’da yıllarca hukuksuzluklar yaşanırken, Kürt halkına yönelik baskılar varken ve gençler ve de çocuklar işkenceden geçirilirken ya da kendilerine bok yedirilirken ya da daha geçenlerde olduğu gibi görevi göz altına almak olan polisler bir genci Yüksekova’da linç ederken medya bunları görmedi. Hayır, görmek istemedi. Her gün milyonlarca Türk’e ulaşan bu medya değil midir ki her şeyi günlük gülistanlık olarak gösterdi. Bu medya değil midir ki Türklerin Kürtlerini anlamaması için her türlü çarpıtmayı yaptı. Bu yüzden de yalnızlaştırmanın en büyük kozunu ulusal medya oynadı. Birand oynadı, Dündar oynadı, Kırca oynadı.

Sonuç olarak yıllardır bu topraklarda yaşayan halklar çağdışı ilkel milliyetçi duygular yüzünden birbirinden koparılmaya, yalnızlaştırılmaya çalışıldı. Devlet içinde kendine devletçikler kuranlar (Jitem, Ergenekon vb.), ganimetlerini bu halkların birbirine kırdırılması üzerinden toplayabildikleri için din, bayrak ve Atatürk üzerinden vatan hainleri, devlet düşmanları yaratıp müdahale alanı oluşturarak amaçlarını bir şekilde gerçekleştirdiler. Demokrasiyi büyük bir tehlike olarak gören bu yapılanma, elbette ülkemizde sorunların çözülmemesini kuşkusuz kendi var oluşu için zorunlu görecektir ve Kürt sorununa yönelik demokratik her açılımı sabote edecektir. İşte bunların sonucunda, her patlayan bomba(çoğu zaman kimlerin yaptığı anlaşılmasa da), her hamasi nutuk birçok Kürt yurttaşın linç edilmesine, aydınların sokak ortasında vurulmasına neden oldu yıllarca. Ülkemizde Türk ve Kürt halklarını birbirinden koparmak ve uzaklaştırmak suretiyle yapılmaya çalışılan bu yalnızlaştırmalara karşı uyanık ol(a)mazsak eğer, kaybeden Türkiye (biz) olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
12 Yorum
İbrahim Genç Arşivi