Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

…ve Hakkâri’de Sabah

…ve Hakkâri’de Sabah

Ah bilmem ki nasıl anlatılır bu fukara şehrin sabahları. Bu fukara şehrin aydınlık yüzü, kara bahtı, sahipsizliği, unutulmuşluğu, boş vermişliği…

 

Biz bu memleketi her zaman, her şeyiyle sevdik. Ama niye sevdik, niçin seviyoruz hiç bilmedik. Zaten sevmek için mazeret yoktur. İnsan sadece sever. Sorgulamaz. Sorgulansa şayet, sevgi olmaz. Hem insan için sever ki memleketini? Bilmem hatırladınız mı, Vizontele filminde, belediye başkanının halka hitap ederken söylediklerini:

 

“İnsan memleketini niye sever. Başka çaresi yoktur da ondan, başka şekilde yaşayamaz da ondan.”

 

Evet, bir Hakkârilinin Hakkâri'yi sevmekten başka çaresi yoktur. İşte buna denir inadına sevmek ve inadına yaşamak diye.

 

Her şeye rağmen ve hatta Hakkâri"ye rağmen biz Hakkâriliyiz ve Hakkâri"yi seviyoruz.

 

Geceyi anlatmak kolaydır. Zira gece örtülüdür, gece mahremdir, gece yalancıdır, gece aldatıcıdır, gecenin bağrı karadır. Gece bütün farklılıkları ortadan kaldırır. Gece eşitlikçidir, özgürlükçüdür. Bütün kusurları, ayıpları örter. Her şehir güzeldir geceleyin. Her şehir çekilir, yaşanılırdır. Ama Hakkâri gece güzeldir. Hakkâri karanlıkta gizemlidir, güzeldir. Hakkâri"yi geceleyin görmek gerekir ve gece bitmeden terk etmeli şehri. Hep güzel olsun, hep gizemini korusun diye. Ama güneş yok mudur, o doğdu mu bütün efsun çekilir şehirden, bütün yalanlar dökülür, karanlık örtü çekilir, takke düşer ve kel görünür. ve…

 

İşte Hakkâri'de günün ilk ışıkları… Sümbül'ün zirveleri artık güneşe yenik düşer ve ışık hüzmeleri sağanak halinde serpilir şehre.

 

Başı göklerde, yüce Sümbül bile çare değildir karanlık geceye. O bile koruyamaz Hakkâri'nin gizemini. Sümbül nefes aldırmaz, sıkar, daraltır insanın içini kimi zaman. Zaten bir sümbül geçit vermez, Hakkâri"ye bir de Zap suyu. Ama Hakkâri Sümbülle güzeldir ve Sümbül Hakkâri'de. Hakkâri için Sümbül bir dağ değildir. Sümbül bir duruştur, en medeni, en cesur duruş. Sümbül bir efsanedir, bir destan, bir yaşam biçimi…

 

Günün ilk ışıkları Sümbülün doruklarını deşerek Merzan'la kucaklaşır. Hakkâri derin uykudadır. Gün henüz başlamamıştır. Merzan'da horozlar ötmemiştir henüz. Bir müddet sonra, tabiat gecenin karanlık örtüsünden sessizce sıyrılmaya başlar. Kuşlar yavaştan cıvıldar. Ve gün Merzan"da başlar. Hakkâri Merzan'la uyanır güne. Merhaba yeni gün. Günaydın Hakkâri, sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun…  

 

Aydınlık bir gün başlar memleketimde. Hakkâri doğal görünümüyle teşrif eder sahneye. Gecenin aldatıcılığı kaybolmuştur. Maskeler düşmüştür. “Ben bu”yum dercesine gösterir çehresini. Geceden farklı bambaşka bir Hakkâri çıkar karşınıza. Hakkâri kara çarşafından soyunmuştur artık. İşte görkemli Bay kalesi! İşte etrafı uçurum, bir tepe görünümündeki Hakkâri kalesi! (Oradan Hakkâri"yi temaşa etmeyi ne çok isterdim.) İşte her zaman olduğu gibi heybetli, mağrur, muazzam Sümbül dağı (Karın tamamen eridiği ender yıllarından birini yaşıyor şimdi.) İşte hiç değişime uğramamış çarşı merkezi. Asırlık Atatürk heykeli. Her yanı işportacılarla dolu Cumhuriyet Caddesi. Güzelim bahçesiyle Öğretmen evi. İnsanlar dolaşıyor bir uçtan bir uca. 

 

 Ramazan kokuyor şehir, sıcak pide kokuyor her sokak. Ramazanın manevi atmosferi dolmuş dört bir yana. Şehir serapa Ramazan rayihasını bürünmüş…

 

Hakkâri, bizim evin balkonundan balta girmemiş bir ormanı andırıyor. Ne tuhaf! Yıllardır fark edememişim. Güzel bakınca güzel görüyor insan. Erisan (Eski Hakkâri"de beylikti.) ormanlığı görünüyor bütün çıplaklığıyla, Amazon ormanlarını aratmıyor. İnsan bakmaya doyamıyor, bir an Karadeniz"de olduğunu zannediyor.

 

Hakkâri… Dağların Kenti… Hep yokuş, hep engebe, hep dağ, taş, kaya. Bütün gidişler yokuştur ve bütün gelişler iniş. Düzlük bulamazsın. (Pardon! Şehir stadı düzdür.) Ya çıkarsın ya inersin. Ya çarşıya çıkılır ya da inilir çarşıdan. Hele caddeler bir acayip! Caddenin ortasından yürümezsen araba çarpar. Evet, yanlış okumadınız. Arabalar güzelim memlekette caddenin kenarından gider, yayalar da çaresiz ortasından. Zira sadece yol kenarları bozulmamıştır. Bu gafı bir Hakkârililer için söylerler bir de Patnoslular. Anlatırlar. Patnoslu kabadayının biri caddeyi ortalamış yürüyor. Neden sonra bir araba gelip çarpar. Yıkılır yerlere. Başına üşüşürler. Kaldırmaya çalışırlar. Adam da hiç bozuntuya vermez. “Hasar varsa ödeyelim” der. Yolun ortasından yürümek bizim için bir mecburiyettir. Hele bir kenardan yürü, bakalım nasıl çarpıyor araba. E ne dersiniz, haksız da değiliz hani. Suç bizim mi? Başka çare yok. Yani anlayacağınız, kuralları doğru bilip eğri uygulayacaksın Hakkâri"de.

 

Dağ kanunu. Dağ kuralları. Dağların Kenti"nin kuralları. Alın size Hakkâri işte. Her şeye rağmen ve hatta sana rağmen seni seviyorum Hakkâri. Neden seviyorsun diye sorarsanız, işte bunun cevabı var mıdır bilmiyorum. “İnsan memleketini niye sever?”!!! 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi