İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Tuşba’ya dönüş

Tuşba’ya dönüş

İlk çağda bir ülke düşünün; yöneticileri önemli yazıtlarında ülkenin kalbi olan krali kentin “EFENDİSİ” olmakla övünsünler. Başka bir ifadeyle; çivi yazılı taş kitabelerin son dizeleri hükümdarlarının ihtişamlı başkentlerine olan tutkularıyla süslensin. Dünya siyaset tarihinin geçmişinde bu onurlu geleneğe sahip şehirlerden biri de TUŞBA’dır. Yani günümüzün VAN’ı. hem Urartu tahtında oturanlar bu vurguyu bölgenin sömürgeci gücü olup; Mezopotamya, İran, Anadolu hatta Mısır halklarını zincire vurup haraca bağlayan ASUR’a karşı gerçekleştirdikleri şanlı direniş döneminde seslendiriyorlar. “TUŞBA’NIN EFENDİSİ” olmakla övünen Urartu kralları; Mezopotamya düzlüklerinin güney Hakkari (Bahdinan) dağlarıyla yakınlaşan Dicle Havzası’nda kurdukları ve destanlara konu olan NİNOVA’ya (Musul’a) rakip olan bir kentin sahipleriydi. Sarayları, perestgahları, yüksek kuleleri, aslan heykelleriyle donatılmış caddeleri ve en önemlisi 22 bin tabletlik kütüphanesiyle öne çıkan Asur’un krali kenti NİNOVA’ya karşı uzun süren savaş yıllarında dağlı boyların, “özgür aşiretler”in ve bağımsız beyliklerin sığındıkları bir kahramanlık abidesiydi TUŞBA.

Asur krallarından Sargon’un oğlu Sennaşerip; işgalci istilacı ve yağmaya yönelik bölge politikasını şu dizelerle geçirmişti tabletlerinden birine:

“Yuvasında yakalanan bir kuş gibi, ben de halkların varlıklarına el koydum.
Tüm dünya zenginliklerini yuvada terk edilen yumurtalar gibi topladım.
Yaptıklarıma karşı sesini yükselten, gagasını açan ve kanatlarını çırpan olmadı.”[1]

Ve öyle de olmuştu. Urartu konfederasyonu çatısı altında birleşen Hurri kökenli boyların dışında ortadoğu coğrafyasının büyük bir bölümü köleci Asur İmparatorluğu’nun egemenlik alanındaydı. Onlarca halkın yuvalarında terk ettikleri yumurtalarına el konulmuştu. Dağlı aşiretlerin direniş yuvası olan TUŞBA’nın yumurtaları Asur’a hiçbir zaman nasip olmadı. Tuşba Kalesi’ndeki yuvalarında kanat geren kartallar seslerini sürekli yükseltikleri gibi gagalarını da hep açık tuttular. Hatta Urartu Kralları’ndan I. Argisti’nin oğlu II. Sarduri; günümüz Halfeti ilçesi yakınlarında karşılaştığı Asur ordusunun yenilgisini şu satırlarla işleyecekti sert kayaların yüzeylerine:

“Adadnirari’nin oğlu
Aşşurninari’yi mağlup ettim.”[2]

basliksiz-1.jpgII. Sarduri tarafından yaptırılan Kutsal Alan

Kimi Urartu kralı kendisini başkent Tuşba’nın “kahramanı” olarak adlandırırken, kimisi de “efendisi” olduğunu işlemişti savaş yıllıkları ve tanıtım stellerine.

 “Menua’nın oğlu Argisti, Tanrı Haldi’nin gücü sayesinde Atalarının tahtına oturdu. Efendi Tanrı Haldi’nin gücüyle Menua’nın oğlu Argisti güçlü kral, Biani ülkesinin kralı Tuşba kentinin efendisi.”[3]

Kral II. Sarduri de kaledeki kutsal alana diktirdiği bazalt taşlara işlenen sanat harikası kitabesinin son cümlesinde yine Tuşba’ya karşı duyduğu hayranlığı şu dizelerle dile getiriyordu:

“Argisti oğlu Sarduri, Tanrı Haldi’nin emriyle bu yazıtı diktirdi.
Tanrı Haldi’nin gücüyle Argisti’nin oğlu Sarduri güçlü kral, heybetli kral,
dünya kralı, Biani Ülkesi’nin kralı, krallar kralı
TUŞBA ŞEHRİNİN EFENDİSİ”[4]

basliksiz-2.20121121183800.jpgKral I. Argisti’nin mezarının girişindeki savaş yıllığının bir bölümü

Hemen hemen tüm güçlü Urartu krallarının tutkusudur “TUŞBA’NIN EFENDİSİ” olmak. Bu da o dönemde Van’ın doğal güzelliği yanında siyasi, kültürel, sanatsal, dinsel ve ekonomik alanlardaki etkinliği belirleyici olmuştur. Bölgenin ikinci büyük imparatorluğu olan Urartu’nun eriştiği gücü tanımadan VAN’I sevmek, anlamak ve anlatmak mümkün değildir. Aynı zamanda Urartu yönetimi askeri gücünü Van’ın jeopolitik ve stratejik konumundan alıyordu. Urartu uygarlığı iki asrı aşan parlak geçmişinde kendisine kalkan yaptığı Tuşba’nın verimli, savunmaya elverişli coğrafi konumuna borçluydu. İlkçağda Van Gölü Havzası’nı bereketli, verimli ve bakire coğrafyasının maden, at, kereste ve hayvan zenginliği Urartu’yu bölgenin ikinci büyük gücü yapmıştı. Zagrosların merkezindeki Muşaşir Perestgahı “çağın en zengin tapınağı” olarak ünlü arkeologların kitaplarının konusu olmuştur.

Asur kralı II. Sargon’un İ.Ö 714 yılında Muşaşir (ardın) mabedini yağmalarken aldığı ganimetleri Ninova’ya nakletmişti. Asur krallığı II. Sargon’un Muşaşir (ardın-miçiçir) perestgahında talan ettiği eşyalarla ilgili listeyi başka bir makalemde ele almayı düşünüyorum. Ganimet listesi ilkçağda Zagrosların zenginliği ile ilgili çarpıca bilgiler vermektedir.

Ne yazık ki, Müslüman Arapların bölgeye gelişleri ve Malazgirt Savaşından sonra bölgede kurulan yönetimler; kendilerinden önceki uygarlıkların mirasına sıcak bakmadıkları gibi, onun tarihten silinmesine adeta yeşil ışık yaktılar. Son 1500 yıllık egemenlik sistemleri bu mirasın coğrafyada tutsak alınan yerli halklara ait olabileceği ve özellikle bölgenin kadim yerleşim halkı olan ve yaşadıkları coğrafyayı tarihin hiçbir döneminde terk etmeyen Kürtlerin geçmişine tanıklık edebileceği endişesini taşıma korkusunu yaşadılar. Günümüzde de Kürtlerin ataları olan Hurri kökenli boylardan kalan bu görkemli eserlerin toprağın derinliklerinde direnen kalıntılarının ölüme terk edilmesi gerçeğinin temelinde de yine bu korku yatmaktadır. İlkçağdan kalan eserleri tahrip etmek, definecilerin insafına terk etmek, Kürtlerle olan bağını ortadan kaldırmanın bir projesidir. Bilim adına yapılan çarpıtmalar sonuç vermeyince bu acımasız kültür imha politikası devreye sokulmuştur. Yörede yaşayan Kürtler bu mirasa sahip çıkmada hassasiyet göstermelidirler. 23 Ekim ve sonrasında meydana gelen depremlerin ilkçağ uygarlıklarının Kürtlerle olan ilişkilerini zayıflatmasını hızlandıracaktır. Zaten Kürtlerin geçmişiyle yaşadıkları süreç arasında bağ kuran ve aidiyetine tanıklık eden kültürel miraslar savaş, deprem ve askeri darbeler sırasında ortadan kaldırılmıştır. Kürtlerin imha ve inkarında ısrar edenler günümüzde daha aktif bir şekilde iş başındadırlar. Her Kürt aydını, siyasetçisi ”BEN BİR URARTULUYUM” şiarıyla bu değerlere sahip çıkmalı. Van’ı sevmek, onu yeniden dağlık coğrafyanın merkezi konumuna getirmek bu şiarın güç kazanmasına bağlıdır. Urartu mirası dayanağından yoksun bırakılan her Kürt sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik durumu ne olursa olsun kökünden koparılmış ağaca benzer ve kendi tarihi, kültürü ile yaşama ömrü de kısa olacaktır.

Yüksek dağlarla çevrili Van Gölü Havzası dağlı boyların tarihte bir daha göremeyecekleri bir uygarlığa beşiklik etmişti. Kendilerini tabletlerde “dünya kralı” olarak tanımlayan bir hanedanın mensuplarını kucaklamak anlamlıdır. O TUŞBA ki; özgür aşiret reislerinin, bağımsız beylerin, yöresel kralların dar bir mekanı değil; bölgenin iki güçlü imparatorluktan birinin yönetim merkeziydi. 79 farklı inancı, onlarca bölgesel hanedanı bağrında tutan bir aşiret konfederasyonunun PAYİTAHTIYDI. Halkın manevi gücüne inandığı 16 Tanrıça’nın gizemli diyarıydı. Hurri menşeli aşiret ve kabilelerin o döneminde temel ideolojisi olan MİTOLOJİ örgüsünü ana tezgahı Tuşba Kalesi’inde kurulmuştu. İ.Ö 832–600 yılları arasında Doğuda Urmiye Gölü’nün çevresindeki HASANLO bayırlarını, Erivan Ovası’nı, batıda FIRAT’IN çılgın sularını aşan savaş arabalarının tekerlekleri TUŞBA menşeliydi. Her şeyden önemlisi TANRI HALDİ’nin kendisi kadar gücüne inanılan mızrağı da Tuşba’lı sanatçıların eseriydi. III.Tiglat Pileser, Tuşba saraylarını ele geçirmek için oluk oluk döktüğü kanla birlikte sayısız adak sunmuştu Tanrıları ASSOR, NİNLİL’E ve ŞAMAŞ’A. Ancak Tuşba kalesini zaptetmek kendisine nasip olmamış ve başı eğik olarak dönmüştü Kralı kenti NİNOVA’ya. İşte bu onurlu geçmişinden dolayı Tuşba’ya sahip çıkmalıyız. Tuşba’nın saygınlığı geçmişindeki kutsallığında yatıyor. Direnerek bütünleşen dağlılarda Tanrı Haldi’nin gücü etrafında kenetlenmişlerdi. İnanç-iktidar ilişkisini ustaca işleyen o günkü dağlı boylar özgürlüklerini yitirmedikleri gibi, bölgenin ikinci büyük gücü olmuşlardı. TUŞBA(VAN) bu bütünleşmenin simgesiydi, yerlileri ve yöneticileri için de kutsaldı.

basliksiz-3.jpg
79 Urartu Tanrı ve Tanrıçasının adlarının işlendiği Haldi Kapısı

Tarih boyunca Hakkari, Bitlis, Serhat, Botan Kürtlerini buluşturan, kaynaştıran merkezlerden biriydi. Cumhuriyetin kurulmasından sonra Ankara’da kurulan hükümetler onu bölgenin bir asimilasyon merkezi olmasına önem vermişlerdi.1990’lı yıllarda komşu illerden düşen Kürt çığı nedeniyle; yeniden tarihteki işlevini sürdürmeye aday olmuştu. Bu yeni misyonuyla devletin öngördüğü inkar politikasını tersine çevirmişti. Elde edilen kazanımların deprem bahanesiyle sekteye uğratılması, Kürtler için acı sonuçlar doğurabilir. İşte bu endişe ve inançla Van’a yeniden sahiplenmek gerekiyor. Bu özlemle biz de depremde evimizin yıkılması üzerine 355 günü İzmir de geçirdikten sonra ailece yeniden çok sevdiğimiz TUŞBA’dayız.

basliksiz-4.jpgKuzey Batıdan Tuşba Kalesi’nin görünüşü

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi