Mustafa Acar

Mustafa Acar

Türkiye’nin Demokratikleşmesi mi, Kürdistan’ın Özgürleşmesi mi?

Türkiye’nin Demokratikleşmesi mi, Kürdistan’ın Özgürleşmesi mi?

Oturmuş, Beşikçi Hoca’nın "Devletlerarası Sömürge Kürdistan" adlı kitabını karıştırıyorum, telefonumun titremesiyle elim telefona uzanıyor ve Facebook’ta Silivri HDP ilçe teşkilatının sayfa önerisinin geldiğini fark ediyorum.

Parmaklarımla araladığım kitabı açıyorum tekrar ve Sarı Hocamızın Şubat 1990'da yayınladığı kitabından şu tespite denk geliyorum:

Kürdistan'ın ve Kürt ulusunun siyasal statüsü:

-Sömürge bile olmayan bir ülke.

-Sömürge bile olmayan bir ulus.

-Kimliksiz bir ülke, kimliksiz bir ulus

Kitabı kapatıp arkama yaslanıyorum, derin kederler içindeki tarihimizi düşünmeden edemiyorum. O anda hafızamda sn.Beşikçi’nin başka bir tespiti beliriveriyor : “Sömürgeci olan, sömürüyü siyasal bakımdan kolaylaştırmak için sömürgeleştirdiği toplumda siyasal bir örgüt kurar. Bu örgüt (parti) kuşkusuz, tam anlamıyla ezen devletin ürünüdür.”

Sonra Sırrı Süreyya Önder’in, HDP'nin kuruluş amacının açıkladığı şu cümleyi anımsıyorum: "Kürtleri Kürt milliyetçiliğinden alıkoymak için HDP kuruldu."

Ertuğrul Kürkçü'nün bir canlı yayın programında: "Biz HDP olarak Barzani'ye mesafeliyiz" açıklaması da yerini buluyor bu resimde.

Silivri’ye geri dönüyorum, bazı Kürt çevrelerinin uzun yıllar rehberliğini yapmış olan Yalçın Küçük karşımda.

Uzun yıllar önce ne demişti Yalçın ekselansları: "Kürtlerin gittikçe Barzanilileştiğini görebiliyordum, Barzani hareketi bağımsızlıkçı bir hareket, toprak kazanımına bağlı olan bir hareket. Ben Kürtleri Barzanileşmekten alıkoydum, yoksa onlar da toprak talebinde bulunurlardı."

Öncelikle sorgulamamız gereken şudur: Türk sosyalistlerinin, ulusalcılarının Barzani hareketiyle alıp veremedikleri nedir? Türk ulusalcılarının Barzani’den veya başka bir deyişle bağımsızlıkçı Kürt hareketinden neden bu kadar rahatsız olduklarını elbet anlıyoruz. Peki, Türk sosyalistlerine ne oluyor? Sosyalizm, ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımıyor mu? Kendi kaderini tayin hakkı, devletleşme hakkını tanımak değil midir? O zaman bazı sosyalistlere ne oluyor? Neden iş, Kürdistan’ın bağımsızlığına gelince, Türk ulusalcılarla aynılaşıyorlar? Yoksa Kemalist güdülerinden bir türlü arınamıyorlar mı? Bunu da Kürtlere “halkların kardeşliği” diyerek mi yediriyorlar?

Bu noktada Freire'nin ezen-ezilen ilişkisini değerlendirdiği çalışmasındaki şu bölüm zihnimin penceresinden giriveriyor içeri: En önemsediğim tespiti, ezenlerin safından gelip ezilenle birlikte mücadele etmek isteyenlerin içinde bulunduğu çelişkili durumdur. Çünkü ezilenin tarafına geçen ezen gruptan kişiler, çoğunlukla geldikleri ezen sınıfın psikolojisinden bütünüyle kopamadıkları için, kendilerini ezilenin rehberi gibi görmek isterler. Onlara özgürleşme yolunda kayıtsız şartsız yardım etmek yerine, ezilenlerin kendi olgun aklına ihtiyaç duyduklarına inanır ve adeta farklı bir şekilde kendisi için bir ayrıcalıklı üstün bir konum arar.

Kürt siyasi hareketinin hedefi kim olmalı?

Pazartesi günü, BDP’nin 2014 bütçesi için sunduğu muhalefet şerhinde geçen “Kürdistan” ifadesi için mecliste kopan fırtınaları biliyoruz. “Barış süreci” denilen bir süreçte, BDP’nin içinde Kürdistan geçen bir raporu meclis başkanına sunmasıyla başlayan yumruklu kavga, ne denli hastalık derecesinde Kürt düşmanı olan sorunlu kişilerle uğraştığımızı bir kez daha kanıtladı.

Daha bölgenin adını duyunca alerjiye yakalanan bu insanlar, “sıradan” insanlar da değiller üstelik; halkın oylarıyla meclise girmiş vekillerden bahsediyoruz. Bir de bu partilere alternatif olarak yaratılmış olan, Türkiye’nin sol-sosyalist güçlerinden oluşan HDP oluşumu var.

Baştan söyleyeyim, Türkiye’de bu üç ırkçı partiye(Chp, Mhp, Akp) alternatif olacak; demokrasinin ve özgürlüklerin gelişimi için mücadele edecek bir partiden mutluluk duyarım. Türkiye’nin mecliste Kürdistan’ı duyduktan sonra sinir krizleri geçirenlerce yönetilmesindense, insan hak ve özgürlüklerine saygı duyan kişilerce yönetilmesi bütün bölge halklarının yararınadır.  Fakat o parti, Kürtlerin devletleşme hakkını açıkça savunuyor ve Kürtlere “bazı Kürtleri” sevmemeleri gerektiğini salık vermiyorsa…

Ertuğrul Kürkçü ise buyuruyor: ”Barzani ile mesafeli...” olacaklarmış. Daha önce Sebahat Tuncel de bir TV programında benzer bir yorum yapmıştı: “Barzani Amerikancı, bizimle ayrı tarafta olamaz.” Konuşmasının devamında da Paris cinayetleri için şunları söylemişti:

“Paris cinayetine ilişkin ise durum çok kritik. Bu katliam hala çözülmedi. Çözüm sürecine yönelik bir katliamdı. Türkiye bu katliama yanıt vermiyorsa bu ciddi bir sorun. Türkiye’nin kendi yurttaşları Paris’in göbeğinde katlediliyor ve bunun açığa çıkılması için adım atmıyor. Bu ciddi bir sorun bu cinayet aydınlanmadığı sürece çözüm sürecinde ilerlemesi mümkün değil. Çünkü aynı zamanda süreci engellemek isteyenlerin yaptığı bir cinayet.”

Görüldüğü üzere, Tuncel, “Amerikancı” olduğu için Barzani’ye karşı; ama Paris katliamını ve daha nice Kürt katliamlarını yapmış olan TC devletine yakın – ya da en azından yakın olmak istiyor. “Bu cinayeti aydınlatın, süreç yürüsün, demokratikleşin ve birlikte yaşamaya devam edelim” diyor.

Bir Kürd’ün diğer parça vatanında yaşayan Kürt bir lidere yakınlık hissetmesi gerekirken, kendi katilini tercih edip birlikte yaşam için katiline reçete sunması, Kürdistani düşüncelerden pek nasibini almadığını gösterir.

Barzani ile her konuda hemfikir olmak zorunda değiliz. Elbette eleştireceğiz. Hiç kimseyi ve hiçbir partiyi tabu haline getirmeyeceğiz. Fakat Barzani dâhil Kürt liderler ve partiler bizi beklerken, TC’yi demokratikleştirme sevdasına kapılmak nedir, neye hizmet eder, bize zaman kaybından başka ne kazandırır? – ve bir Kürt veya samimi bir Kürdistan dostu, neden Kürtler arasındaki birliği değil de Türkiye’yi demokratikleştirip “tek devlet” çatısı altında yaşamayı tercih eder?

Bir konu daha var: Kürtler, Türk halkındaki 100 yıllık anti-Kürt önyargıları yıkmaya çalışarak da vakit kaybedemez.

“Ulus devlet istemiyoruz; demokrasi istiyoruz” diyen iyi niyetli Kürtler, şu basit gerçekliği neden göremiyor: Kendi devletinizi istemiyorsanız, Türk devletinin boyunduruğu altında yaşamaya devam edeceksiniz. Daha pazartesi günü, raporda Kürdistan kelimesi geçti diye Kürt vekillere hakaret hatta yumruk yağdıranlarla mı “demokratik birliği” sağlayacaksınız?

 

“Amerikancılığa” gelince... Batıyla ilişki kurmak, batıya boyun eğmek veya batının kölesi olmak anlamına gelmiyor. Ulus hakları peşinden koşan bir halkın, kendini dünyadan özellikle de batıdan soyutlamasını beklemek kötü niyet değilse bile saflıktır.

Kürtlerin dilini yasaklayan ve başlarına yıllarca bombalar yağdıran, Amerika değildir. Türk devletidir. Şu anda Kürtlerin anadillerinde tek bir okulları bile olmamasının sebebi, Amerika ya da Obama değildir. Türk devletidir. Ki insan hakları, ifade özgürlüğü, çoğulculuk, hukukun üstünlüğü ve azınlık hakları gibi değerler konusunda batıdan öğreneceğimiz çok şey vardır. Kürt kimliğimizden kopmaksızın, yüzümüz hep batıya dönük olmalı ve batının demokratik değerlerini içselleştirmeye çalışmalıyız. Peki, Türkiye’den bu değerler konusunda ne öğrenebiliriz?  

HDP’nin Kürt meselesinde öncü olma şansı nedir?

HDP’nin Türkiye devletini ve toplumunu Kürt meselesi konusunda dönüştürme gücü var mıdır? Türkiye’de sosyalist partilerin aldıkları oy oranı % 1 civarındadır. HDP, bu oranı geçen bütün oylarını Kürt seçmene borçlu olacaktır. Türkiye’nin çok büyük çoğunluğu ise, bilindiği üzere, AKP, CHP ve MHP’ye oy vermektedir ve bu partilerin Kürt meselesindeki ırkçı tutumu bellidir.

Kürtlerin haklarına kavuşması için Türklerin onayına ve kabulüne gerek duydukları gibi bir yaklaşım ise Kürtleri Türklerle eşit görmeyen bir yaklaşımın tezahürüdür. Oysaki Kürtlerin doğuştan sahip olmaları gereken insan ve ulus haklarına kavuşması, hiçbir halkın onayına bağlı olmamalıdır. Sorunun özünü oluşturan da zaten Kürtlere bu eşitsiz ilişkinin dayatılmasıdır.

Kürtlerin özgürleşmesi, ancak Kürtler arasındaki bir uzlaşı ve birlikle sağlanır. Kürt hareketinin amacı da ne yazık ki 100 yıllık Kürt düşmanı önyargılarla beyinleri yıkanmış olan Türk halkını ikna değil; bölgede AKP’ye ve diğer Türkçü partilere oy veren Kürtlerin kazanılması olmalıdır.

Uygur ve Tibet halkları Çin’i, Filistin’deki siyasi partiler İsrail’i, Katalan halkı İspanya’yı, Çeçenya halkı Rusya’yı, İskoçya halkı İngiltere’yi demokratikleştirmeye çalışmıyor. Daha doğrusu, bu halkların özgürlük hareketlerinin veya hükümetlerinin söylemi “bize hükmeden devletleri demokratikleştireceğiz”den ibaret değil. Ki bu saydığım bütün halkların kendilerine ait özerk yönetimleri var. Etnik kimlikleri, bağlı oldukları ülkeler tarafından tanınıyor. Hepsinin anadilde eğitim ve sınırlı da olsa öz yönetim gibi ulusal hakları mevcut. Yine de bütün uluslarla eşit görülüp bağımsız olmak istiyorlar. “Ulus devletler dönemi bitti” diye Kürtlere akıl verenler, neden onlarca ulusun bağımsızlık mücadelesini görmüyor?

Tüm bu sebeplerden ötürü, Kürtlerin esas amacı, “Türkiye’nin demokratikleşmesi” değil, “Kürdistan’ın özgürleşmesi” olmalıdır. Dünyadaki tüm ulusal hareketlerin hedefi de budur. Hiçbir ulusal hareket, işgalcisini demokratikleştirmeye çalışmaz. Bu yüzden binlerce evladını ölüme ya da cezaevine göndermez.

Bu düşüncelerle, ellerim tekrar telefona uzanıyor ve Silivri HDP sayfasının öneri teklifini iptal ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
42 Yorum
Mustafa Acar Arşivi