Erkan Çapraz

Erkan Çapraz

Sonu olmayan bir yolculuk daha

Sonu olmayan bir yolculuk daha

Zamanın bile ayarlanamadığı bir anda, yine hüznün, çaresizliğin ve kuralların kurbanı olmuştuk sanki… Düşünmenin bittiği yerde başlayan kelimeler ve uzun uzadıya kurulan cümleler ile başlayalım eşsiz güzelliklerin ve duyguların ahengini anlatmaya.

Sıcak ve kavurucu bir Ağustos günü yine “Gewer”de güneş alabildiğine sıcak ve alabildiğine ortalığı kavururken Cilo'nun hiç susmayan sesleri ve rüzgârı ile arada nefes alabiliyordu “Gewer”.

Çocuklar Yüksekova'nın dönemeçli ve inişli çıkışlı sokaklarında bir şeyler arıyormuşçasına geleceğe ve var olan koşullara inat neden oynadıklarını bilmeden oynuyorlardı oyunlarını. Aslında oynadıkları oyunların hayatın ta kendisi olduğunu bilmiyorlardı. Zaten hepimiz hayatla saklambaç oynamıyor muyuz?

Çocukları oynamaktan yoran ve nefessiz bırakan o koşuşturmaca hangimizin hayatında yok ki? İşte bu çocukların oyunundan sonra fırtına başlıyor insanın o sonsuz ve bilinmeyen zihninde. Neyi nasıl yapmalı ve var olanı nasıl korumalı?

Âna kilitlenip bir şeyleri yaratmak ve başarmak, bu coğrafyada bu kadar zor olmamalı. Kendimizi ve benliğimizi geliştirmek, sana emek veren ve seni yetiştiren o kutsal toprağa bir şeyler vermek ve kazandırmak taşıdığın o yüreğin bir parçası haline gelmeli.

Karşılıksız ve yerine getirilmesi gereken kutsal bir görev gibi her yaptığın ve başardığın, sende büyük bir haz yaratmalı. Yani kısacası toprağına şimdiye kadar olan tüm borçlarını vermelisin. İşte o zaman ruhun onur ve gurur okyanusunda çoktan derinlere dalmış olur.

Fedakârlık, tam da şehrimden ve insanlarımdan bahsetmek üzere iken aklıma gelen tek kelimedir!

Böylesine altı dolu bir kelimeyi kısaltmak ve anlatmak zor ama söylenecek tek şey vardır: Fedakârlık ve verilen emek her başlangıçta esas alınmalıdır.

Bu yöntemin amacı kendi kişiliğimizi temiz tutmaktır.

Kendi içimizde fedakârlığı intihara ve hatta imhaya sürükleyecek yaklaşımlardan uzak, sorgusuz ve sualsiz güncel yaşantımızın her alanında kullanmalı ve bunu alışkanlık haline getirmeliyiz. Kimsesiz ve karmaşık zamanların bu güne dek devreden yalnızlığında, aydınlık diyarların masalsı görüntülerinde memleket manzarası geliyor gözlerimin önüne. Tarifi ve tasviri imkânsız memleketim bağırıyor tıpkı yangında çocuklarını bırakıp da gidemeyen ana yüreği misali. Tabi ki bırakılmaz, tabi ki yanmasına izin verilmez.

Zaten alevlerin etrafı böylesine toz duman ettiği bu günlerde bu yangına bir bardak dahi su dökmemek, sırtımızı dönüp de gitmek bize bırakılan emanetlere ihanet değil midir? İhanetin geçebildiği ruhlarını kaybetmiş en karanlıkta yaşayan bazıları bile o ihanetin içinde kaybolup gitmediler mi? Kendileri değiller mi ki o karanlığın en kararan yerinde olan. Zamana yenik düşmemeli, esir olmamalı anlamsız koşuşturmaların.

Adını yüreğimize kazıdığımız değerleri hiçbir zaman başkalarına esir etmemeli. Yaşayan ve yaşanan efsaneleri ve etik değerleri her zamankinden daha fazla korumak ve var olan toplumsal yapımızı devam ettirebilmek adına, yozlaştırma ve yabancılaştırma mantığından vazgeçmeli, her zamankinden daha yüksek sesle düşüncelerimizi beynimize sunmalıyız.

İşte belki o zaman zincirlerimizi kırar ve taşları yerine oturmuş bir yaşama devam ederiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Erkan Çapraz Arşivi